Toprağın hayata hazırlanmasındaki hikmet ve mucizeler

Dünya’nın hayata nasıl elverişli bir kıvama getirildiği bahsine devam ediyoruz. Dünya’nın, yaşadığı ve geçirdiği bütün bu evrelerde gözlerle görülür, akıllarla idrak edilir, mucizeleri gözler önüne sermeye çalışacağız.

Dünya, güneşten kopup en ince kompitür hesaplarla istenilen bir mesafede tesbit edildikten, gece ile gündüzün oluşması için 23.5 derece eğimle durduktan ve yine hayat için elverişli bir hararet (ısı) ile sarmalandıktan sonra, artık kabuk bağlamış yer kürenin, hayat kaynağı olan toprağa dönüşmesi gerekirdi. Nitekim böyle de oldu.

Evvela bütün kâinatta ve özellikle gözümüzle müşahede ettiğimiz yer küresinde her şeyin; ama her şeyin ölçülü yaratıldığı ve nizamî tarzda dizayn edildiği gerçeği ile beraber; alabildiğine mu’cizelerin de tezahür etmesidir.

Bu hakikata işareten Allâh: “Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”(1)

Ve “Allâh her şey için bir ölçü koymuştur.”(2) ayetleriyle ifade etmiştir.

Ancak, iş bununla bitmiş sayılamayacağından; yeryüzünde başta insan olmak üzere, bütün canlıların, oksijene, havaya, rüzgara ve suya ihtiyacı söz konusu olduğundan; öncelikle bunların eksiksiz hazırlanıp yaratılmaları gerekirdi. Lâkin bütün bunlardan önce, Allah toprağa, HAY isminin sırrıyla can verdi ki; böylece hem toprağa hayat ve canlılık vermiş olsun ve ayrıca tüm canlılar için de, hayat vesilesi ve kaynağı olsun.

Allâh Te’al’a buna işareten bakalım neler ifade etmiştir:

“Ve ölü toprağı canlandırmamız, onlar için bir delildir. Onu dirilttik ve ondan taneler çıkardık da,

onlar, ondan yerler.”(3) buyurmuştur.

— Burada arzın ilk ve doğal halinin ölü olduğundan haber veriyor. Böylece yerin jeolojik bir gerçeklik olarak, ölü olduğundan bahsetmektedir.

— Ayet’te geçen, “Bu bir âyettir.” tabirinin manalarından biri de; bundan bir ders ve ibret alınmasını ve ilgili tefekkürü temin etmesi içindir.

— Bu âyet, dış yüzüyle ölü sanılan toprağın, gerçekte canlı olduğu bildiriliyor. Sırf bu açıdan bakıldığında bile; âyet başlı başına bir mûcizedir. Zira toprakta canlıların olduğu, yüz küsur yıldan bu yana bilinmeye başlanmıştır.

— Bütün toprağın yüzde 80’nin mikroplardan ve bakterilerden meydana geldiği ve böylece bir canlılar topluluğu olduğu gerçeği ise; 60-70 yıldan bu yana bilinmektedir.

— Ayetin son kısmında yer alan “habbeler çıkardık” kısmındaki “habbeden” kasıt; tohum niteliğindeki bitkisel tanelerdir.

— Hayatın, toprak kanalıyla bitkilere ve oradan da bize, hayatımıza yansıdığını ifade ediyor ki; bu da biyokimya, yani kimya ilmi açısından fevkalade büyük bir önem arz etmektedir.

Aslında hayat; büyük bir kimya molekülüne yüklenmiş matematiksel bir programdır. Son 40-50 yıldır farkına varılan bu gerçeklikte, Kur’an: “Onu bir nutfeden yarattık, biçim verip programladık.” tabiriyle 15 asır önce işaret etmiştir.

Toprakta önce azot bakterileri yaratılmıştır ki, bunlar kimyasal tabiri ile sentez

laboratuvarlarıdır. Yani havadan azotu alarak; ondan eksi değerli bileşikler hazırlar. Bu bakteriler, hala bilimsel esrarını çözemediğimiz bir metodla azotu, hidrojenle birleşecek niteliğe getirir. Bu yüzden suya ve yağmura ihtiyacı vardır.

Ölü toprağın canlanmasını, yağmura bağlamamızın sebebi budur. Toprakta ikinci tür bakteri grubu da, aldığı ilâhî program çerçevesinde bir analiz grubunu teşkil ederler. Toprağa düşen her şeyi parçalarına ayırarak, sentezci mikroplara hazırlar. Bu itibarla toprak; uçsuz bucaksız bir kimya laboratuvarına benzer, diyebiliriz.

Botanik biyolojisinde toprak, tümüyle canlı bir varlık kabul edilir. Yani toprak; yeryüzünde hayat başladığından itibaren, canlı bir varlıktır. Adı geçen âyetin büyük bir mucizesi, bu gerçeği; insanlar bilinmezler dünyasında yaşarken, bu tarzda bildirmiş olmasıdır.

Dünya’nın hayata hazırlanması safhasında Allâh’ın, dağların üzerine dikkatleri itina ile çekmekte olduğunu görüyoruz.

Amiyane bir şekilde dağlara ilk bakıldığında; bu dağların faydasız ve abes yaratıldıklarıyla ilgili bir kanaat oluşabilir. Ancak insanların maişeti için, ovaları, vadileri ziraat ve tarımsal alanlar olarak, ekip biçmek ve bitkiler ve meyve ağaçları için de bir fidanlık yaparken; diğer yandan, dağları bir maden yatağı yapmıştır. Başlıca sanayinin temeli olan demir, kömür, kireç, çimento, altın, gümüş, bakır, fosfat ve diğer bütün madenlerin kaynağıdır dağlar.

Eğer dağlardan kömür ve petrol çıkmasa idi, ormanlar odun olarak kullanılacağından bitip tükenecek ve bizim kuşaklar yer kürenin son misafirleri olacaktı.

Halbuki İlâhî kompitür önceden hazırladığı kömür madeni ve ardından da petrolü verdi. Öylesine ölçülü vermiş ki; tüm insanları mutlu edecek kadar.

Üzerinde yaşadığımız yer kürenin kabuk kısmında, elementler öylesine bir doğru orantı içinde yayılmıştır ki; sanki bir bilim heyeti ihtiyaç listesi vermiş de, kudreti sonsuz fabrikadan bu siparişler gelmiş gibidir. İnsanlara, hangi unsurdan ne kadar lazımsa, yeryüzüne o kadarını serpiştirmiş, yerleştirmiştir.

İnsanlar ancak zekâvetlerıyle, akıllarıyla ve bilime olan bağlılık ve inançlarıyla bu madenleri bulup çıkarabilirler. Takdir edersiniz ki; çalışanlar kazanır, tembeller kaybeder, aç ve sefaletle ölür giderler.

Şüphesiz dağlar; bütün kaynak sularının ve ırmakların da menba’ıdır. Düne kadar içtiğimiz su nimetinin kıymetini tam manasıyla bilmezdik. Bu gün anlıyoruz ki, su da bulunan “Kalsiyum Bi Karbonat” sindirimin en kıymetli organizatörüdür.

Biliyorsunuz, hayat tuzsuz olmaz. Tuz yeryüzünün her yanına öyle orantılı dağıtılmıştır ki, sanki insanoğlu hazır bir hayat laboratuvarına gelmiş konmuş gibidir.

Milyonlarca yıldır deniz suyu buharlaşır, sonra akar su halinde tekrar denize dökülür. Bu sırada denizlere karadan yeni metaller, nehirlerde eriyerek intikal eder, dolaysıyla deniz suyunun terkibi hiç değişmez. Allâh’ın dünya küresine koyduğu bu ahenkli ölçü ve mizanlar hiç bir zaman değişmez, inhiraf etmez, şaşmaz.

Asıl hayret edilmesi gereken kaplıca kaynak sularıdır. Fevkalade az, ılımlı miktarda radyoaktif madde taşıyan bu sular, yer kürenin dört bir yanına yayılmış ve sayısız insanlara şifa dağıtmaktadır.

Dağlar aynı zamanda depremleri perdeler ve kontrol altında tutan bir nevi paratonerdirler. Eğer dağlar olmasa, arzın çekirdeğindeki sonu gelmez patlamalar, hızlı akımlar, yeryüzünde bir saniye bile barınmamıza fırsat vermezdi. Her an depremlerle karşı karşıya kalırdık. Şehirler bir yana, doğru dürüst bir çadır bile kuramazdık.

Yine devamla dağlar hakkında Âllâh, âyetlerin birinde şöyle demektedir: “Ondan sonra kendiniz ve hayvanlarınız için yararlanmak üzere, yerden suyunu (kaynaklarını) ve otlağını çıkardı ve dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.”(4)

Şüphesiz, su, hava ve toprağın direği ve kazığı dağlardır. Zira dağlar suyun hazinesi, havanın zararlı gazlardan süzüp temizlenmesi ve toprağın koruyucu kalkanı ve insanların bütün ihtiyaçlarına lazım olan hayatın hazineleridirler.

Diğer yandan, dağların güzellikleri ve hikmetleri ile ilgili olarak da, Âllâh şöyle buyurmuştur:

“Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye, oraya sabit dağlar yerleştirdi. Yolunuzu bulmanız için de nehirler ve yollar yarattı.”(5)

“Bakmıyorlar mı dağlara, nasıl dikilmiş (dizayn edilmiş”(6)

“Orada yüksek yüksek dağlar oturtup da, size tatlı bir su sunmadık mı?”(7)

Hayatımızın devamı için “SU” en önemli unsurlardan biridir. Daha önce, bu su bahsi üzerinde durduğumuzdan, kısaca şöyle diyebiliriz.

Bakınız! Allâh Te’al’a ne diyor: “De ki, yer altı ve yer üstü sularımız, büsbütün çekilip, batıp gitse, artık Âllah’tan başka size kim getirebilirdi”(8).

“Ve biz, suyu gökten (belirlediğimiz) bir ölçüye göre indiriyor, sonra da onu yeryüzünde tutuyoruz. Ama şüphesiz, bu nimeti geri almaya da kadiriz.”(9)

Ziraat fakültesinde bir profesör hoca tabiattan, sudan yağmurdan bahsederken; “Arkadaşlar! taa ilk okul sıralarından beri yağmurun yağması ile alakalı olarak şunlar anlatılır. Suyun denizlerden buharlaşması sonucu; gök yüzüne çıkmasından sonra, eğer soğuk bir tabakaya rast gelse yağmur, daha soğuk bir tabakaya rast gelse kar şeklinde yağar derlerdi, değil mi?

Demek ki, o buhar ne kadar akıllı imiş ki, tabakaları seçiyor, insanların ve diğer canlıların ihtiyacına göre, o soğuk tabakalarla beraber bazan yağmur ve bazan da kar şeklinde yağdırıyormuş. Bunların hepsi safsata, yağmurun da karın da yağması, hep Allah’ın kudreti ve işidir.” demiş.

Hamdi YAZIR, “Gerçekten suyun yaratılması, bulutlardan süzülmesi ve o mükemmellikte yağması, ancak Âllâh’ın hikmetinin ve kudretinin sonucu olabilir.

İşte böylece dünya kabuk bağlamış iken, yaşamaya elverişli kabiliyette döşenmesi, toprağa dönüştürmesi ve toprağın yeşermesi (bitmesi) için suların yaratılması kudreti hikmetsiz değildir. Bunlar gayesiz ve abes olarak, tesadüf eseri yaratılmadığı görülmektedir.”(10) diye izah etmiştir.

Âyette görüldüğü üzere, Allâh dünyayı hayata hazırlarken, insanların bolca yaşadığı kara parçalarını, ovalarını denizlerin baskın ve dalgalarından korumak üzere; sahillerde bir set ve Kal’a misali dağları dikti. Yine canlıların yaşamı için genellikle dağların altından menbaları ve nehirleri yarattı.

Bizce hikmet ve sırları bilinmemekle beraber, yer küreyi soğutup kabuk bağlarken, toprağa dönüştürürken; yerin orta merkezinde bir çekirdek gibi, “MAĞMA” ateş tabakasını olduğu gibi, Ateş halinde bırakmıştır. Belki de bizler için bir ikaz, bir uyarı anlamında; ara sıra o mağma ateşi, yanardağlar ucundan kaynamak ve fışkırmak üzere, etrafa cehennemi hatırlatırcasına lavlarıyla tehdit etmektedir.

Dünyadaki yaşam tarzları; bir zincirin halkaları gibi hep birbirine bağlıdırlar. Bu halkalardan birinin kopması veya çıkarılması, sistemin çökmesi anlamına gelecektir.

Zararlı gibi görülen mağma ve yanardağlar, aslında insanlara büyük faydalar da temin etmektedirler, şöyle ki; eğer yanardağlar olmasaydı madenlerden hakkıyla yararlanamazdık. Yanardağlar, arzın çekirdeğinden yüzlerce maddeyi kabuğunun üzerine atıp, biz insanların hizmetine ve yararlanmasına sunan birer metal üretim merkezleridirler.

Yeryüzündeki sıcaklık ısısı yine her şeyde olduğu gibi ölçülü, muvazenelidır. Bu ısı derecesi, eksi 40 ve en yüksek artı 50 derece arasında seyretmektedir. Bu gün 2023 Temmuz’u itibariyle son 60 yılın en sıcak yazını yaşıyoruz. Bilimsel veriler, her 60 yılda bir bu tarz sıcakların olabileceğinden bahsetmektedir.

45-50 derecelik yüksek sıcaklar zaman zaman insanların, canlıların ölmelerine neden olabilmektedir. Bu sıcaklıklar ve hararet, dünyanın güneşe olan uzaklık ve yakınlık derecesine göre ayarlanmıştır. Bu hassas, muntazam durum, gelişi güzel veya tesadüflerle izah edilmeye çalışılması kadar büyük bir eblehlik ve saçmalık olamaz.

Bu bahsi geçen sıcaklık fazla değil, sadece 70-80 derecelere kadar yükselmesi halinde, canlıların ölümüne ve bitkilerin de külliyen yanmasına, kurumasına sebebiyet verecektir.

Bu yer kürenin merkezindeki mağma ateş tabakasına atfen; bazı rivayetlerde, Cehennem; yerin altındadır denilmiştir. Bu bahse dair Bediüzzaman; biri küçük, diğeri büyük olmak üzere iki cehennemden bahseder.

Allâh-u Zülcelâl ki; dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi küçücük bir çekirdekte sakladığı gibi, yani o koca ağacı o küçük çekirdekten çıkarıp var ettiği gibi, elbette ki küçük cehennem tabir edilen mağmayı da, büyük cehenneme bir çekirdek ve me’haz (kaynak) yapabilir. Ve bu küçük cehennemi, büyük cehenneme inkılâp ederek, içinde bir menzil hükmünde yer verebilir. Buna işareten Hz. Peygamber; “Cehennem ateşinin sıcaklığı, dünyadaki ısıdan 200 kat daha fazla sıcaklıktadır.” Ve “Muhakkak ki, yaz sıcağının şiddeti, cehennem sıcağındandır.”(11) buyurmuştur.

Buna jeolojik bir açıklama getirecek olursak; genellikle her 33 metrelik bir hafriyatta, her 33 metre yerin altına inildikçe bir derece hararet artmaktadır. Demek ki, yer kürenin yarı çapı 6000 küsur kilometre olduğundan, toplamda 200 bin derece sıcaklıkla; dünyadaki ısıdan 200 kat fazla sıcaktır ki, Hz. Peygamberin ifade ettiği bilgiye uygun düşmektedir.(12)

Görüldüğü üzere yer yüzünde zerreden dağlara, damla sudan, okyanuslara kadar her şey bir maslahata bir faydaya istinaden yaratılmıştır. Abes, boşu boşuna yaratılan hiç bir şeye rastlanılması mümkün değildir.

Aziz dostum, sevgili kardeşim!

Gel-gitler arasında yaşamaya gerek yoktur.

Hele hele tereddüt içerisinde olmaya, hiç lûzum yoktur.

Şüpheci olmak ise, insana asla yakışmaz.

Bakınız! 50 yıl önce bu paylaşımları yaptığım akıllı telefondan bahsedilseydi, kim inanırdı.

İlim ilerliyor, bilim gelişiyor, insanın aklı, fikri hızla inkişaf ediyor.

Dolayısıyla gerek kâinatta, gerek dünyada ve gerekse insanın kendi vucûd yapısındaki muazzam düzenden, mucizelerden hareketle, Allâh’ın azameti ve vahdaniyeti daha mükemmel şekilde zuhur ediyor.

Lütfen buna dikkat edelim!

Allâh Te’al’a rüzgarın görevleri arasında ayrıca Hıcr suresi, âyet 22 de; “Biz, rüzgarları aşılayıcı (döllenmeyi temin edici) olarak gönderdik.” buyuruyor. 15 asır öncesinden bundan bahsetmek mucize değil mi?

Bu, Kur’an’ın Âllâh kelâmı olduğunun en bariz delili ve bürhanı kabul edilmelidir.

Kur’an’ı Allâh’a nisbet etmezsek, önceleri ümmi olan Muhammed (asm) bunu nasıl bilebilirdi diye düşünmek gerekmez mi?

Bu, her şeydeki ince nizam ve hassas ölçüler, Allâh’ın hikmet ve rahimiyetine bağlamaktan başka bir izah tarzı yoktur ve olamaz.

“Hayatı seviyorsanız zamanınızı boşa geçirmeyiniz. Çünkü zaman hayatın ta kendisidir.”

Hz. Muhammed.

“Sonu helâk bile olsa, doğruluktan ayrılmayınız.”

Hz.Muhammed.

Dipnotlar

(1) Kamer 54/49

(2)Talak 65/3

(3) Yasin 36/ 33

(4) Naziat 79/31-32-33

(5) Nahl 16/15

(6)Gaşiye 88/19

(7) Murselât 77/27

(8) Mülk 67/30

(9) Muminun 23/18

(10) Elmalı’lı Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’an Dili” s.5567

(11) Buharî, Mevakit 9,10. Müslim, Mesacid: 180, 181

(12) Geniş bilgi için, Mektubat, birinci mektup, s.9

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*