Kemalist eğitimle demokrasi olmaz

Risale-i Nur Enstitüsünün İSTANBUL Üniversitesinde düzenlediği “demokratlık” panelinde önemli mesajlar verildi

“TOPLUM DİNDARLAŞACAKSA…”

Prof. Dr. Atilla Yayla: “Bu eğitim sisteminde yetişmiş insanların demokrasiyi anlamasını, benimsemesini ve demokrat bir tavır sergilemesini beklemek çok zor. En azından yöntem olarak birçok kesim Kemalizmi benimsemiş. ‘Toplum dindarlaşacaksa, biz dindarlaştırırız’ anlayışı bunun bir örneği.”

“KEMALİST DEMOKRATLIK”

Prof. Dr. Ahmet Battal: “Demokratların bazı versiyonları aslında kendi içinde çelişkiler barındıran kötü versiyonlardır. Mesela ‘militan demokratlık’ fevkalade tehlikeli bir kavramsallaştırma biçimidir, çelişkilidir. Bundan daha tehlikeli bir çelişki vardır. Kemalist demokratlar da ülkemizde bol miktarda bulunan çok ciddi bir problemdir.”

“Demokratlık Paneli”nden notlar:

Risale-i Nur Enstitüsü ve Köprü Dergisi’nin, geçtiğimiz Pazar günü, ortaklaşa düzenledikleri

“Demokratlık” konulu panelde konuşmacı olarak yer alan Prof. Dr. Atilla Yayla, Prof. Dr. Ahmet Battal ve Prof. Dr. Bekir Berat Özipek dikkat çekici tespitler ortaya koydular. Panelistlerin görüşlerinden bir kısmını notlar hâlinde takdim ediyoruz.

Prof. Dr. Atilla Yayla: Kemalist eğitimle demokrasi olmaz

* Herşeyin günlük gülistanlık olduğu zamanlarda “demokratım” demek gayet kolay. Ortalığın karıştığı ve meşhur tabirle at iziyle it izinin birbirine karıştığı dönemlerde demokrat bir pozisyon almak ise biraz zor. Ama mühim olan ve insana itibar kazandıracak olan, zor zamanlarda demokrat olmayı becerebilmektir.

*Bir yerde bireysel özgürlüğün olması için; hukuk hâkimiyetinin olması, kuvvetler ayrılığının bulunması, yargının bağımsız, ama özellikle tarafsız olması gerekir.

* Bir yerde demokrasinin olabilmesi için devletin mutlaka ve mutlaka küçük olması ve tarafsız olması gerekir.

*Demokrasi demek yarışmacı siyaset demektir. Siyaset her ülkede vardır, ama demokratik siyaset sadece demokratik ülkelerde vardır. Yarışmacı siyasetin olabilmesi için, mutlaka siyasî sistemde birden çok parti olmalıdır. Tek partili demokrasi bir kavramsal çelişkidir.

* Demokrasilerde iktidara seçimle gelinir ve iktidardan seçimle gidilir. Karl Popper, demokrasinin en önemli erdeminin iyileri başa getirmesi değil, kötülerden en düşük maliyetle kurtulmamızı sağlaması olduğunu söyler. Kötülerden kurtulmanın kabaca iki ana yolu vardır: Biri savaştır, ikincisi sandıktır. Aslında iktidara gelişin de iki yolu vardır: Birincisi güçtür -fizikî güç, kaba güç-. İkincisi sandıktır. Demokrasi sandığa dayanır. Sandığın olmadığı yerde demokrasi asla olmaz.

*Siyasî iktidar, seçimle gelen politikacıya aittir, bürokrata ait değildir. Hangi özelliklere sahip olursa olsun bürokrat, politikacının hizmetindedir. Politikacı aracılığıyla da toplumun hizmetindedir. Aksinin düşünülmesi bile mümkün değildir. Aksi düşünülünce, bürokratlar hangi özelliğe sahip olurlarsa olsunlar bir bürokratik diktatörlük ortaya çıkar.

* Seçilmiş kimselerin, hak ve hürriyetlerimizi gasp etmesine ve diktatoryal eğilimlerin içerisine girmesine karşı en büyük garantimiz çok partili, yarışmacı, âdil, hür seçimlerdir. Buna karşılık, bürokratları denetlemek de vatandaşlar olarak daha aciz durumdayız. Çünkü bürokratlar göz önünde değildir, çoğu zaman da onların kim olduğunu bilmeyiz. Çoğu zaman canımızı yakan icraatların onlardan geldiğini bilmeyiz. Özellikle Türkiye gibi bürokratik tahakküm geleneği olan ülkelerde, politikacılar bizim bürokratlara karşı kalkanımızdır.

* Bürokratlar devlet içerisinde otonom yapılar oluşturup, alternatif bir partiymiş gibi çalışamazlar. Hükümetinkinden ayrı bir siyaset geliştiremezler. Kürt meselesi de bu açıdan tahlil edilmelidir. Kürt meselesinin savaşarak mı çözüleceğini, yoksa barışarak mı çözüleceğine hükümet karar verir. Hükümetin alacağı kararın doğruluğu veya yanlışlığı tartışılabilir. Zaten akıllı bir hükümet kararının yanlış neticelere yol açtığını gördüğü zaman kendisini düzeltmeye çalışacaktır. Ama “Ben senin Kürt politikanı beğenmiyorum, Kürt politikası şöyle olacaktır” diye silahlı veya silahsız bir bürokrat grup hükümete dayatmada bulunamaz, hükümetin politikasını engelleyemez. Eğer bunu yapmaya kalkarsa, yine bir bürokratik tahakkümle karşılaşırız.

*Günümüzde modern demokrasi, birey haklarının ve azınlık haklarının korunması nosyonuna dayanmaktadır. Modern demokrasi, birey ve grup haklarını, azınlık haklarını azami derecede koruyan bir siyasî yönetim biçimidir.

*Meclis’i sınırlayacak bir iradeye de şüphesiz ihtiyaç vardır. Aksi takdirde bir çoğunluk diktatörlüğü ortaya çıkabilir. Meclis’in iradesini sınırlayacak şey, “doğal hukuk” veya “doğal insan hakları” kavramlarıdır.

* Demokrasilerde esas olan seçimle gelenin seçimle gitmesidir. Darbeyle, sokak şiddetiyle, meşrû zemine oturuyormuş süsü verilen polis-yargı operasyonlarıyla hükümetler yıkılamaz. Bu bir yöntem olarak kabul edilemez.

* Bütün bu noktalara bugünlerde özellikle dikkat çekmek, vurgu yapmak ve farklı türlerden ve cinslerden olan şeyleri birbiriyle karıştırmamak, makul durarak ve makul düşünerek, soğukkanlı bir şekilde demokrasinin temel ilkelerine sahip çıkmak hepimizin görevidir.

* Türkiye, kötü bir bürokratik tahakküm geleneğine sahiptir. Demokrasiye geçmek bu bürokratik tahakküm geleneğini bütünüyle ortadan kaldırmaya yetmemiştir.

* Neticede Türkiye, demokratik özelliklerinin yanında otoriter özellikleri de olan, eğitim sistemine bakıldığında totaliter özellikleri bulunan bir ülkedir.

EĞİTİM SİSTEMİMİZ HARIL HARIL CHP’Lİ YETİŞTİRİYOR

Türkiye’de hükümetin gerçek anlamda devlet iktidarına sahip olduğunu söylemenin zor olduğunun altını çizen Prof. Yayla, “Nitekim eğitimde bu kendisini çok iyi gösteriyor. Bugün eğitim sistemimiz CHP’nin ideolojisine göre dizayn edilmiş bir eğitimdir” dedi ve şunları söyledi:

“Özellikle üniversite öncesi eğitimde, bilhassa da ilköğretimde harıl harıl CHP’li yetiştirilmektedir. Siz (salondakileri kastederek) meselâ CHP’ye oy vermeyen bir geleneğe mensupsunuz, DP geleneğine her zaman yakın durmuşsunuz, ama sizin okullarınızda CHP’li olarak eğitiliyor çocuklarınız. CHP’li olmuyorlarsa, bunun sebebi sizin evde başka bir eğitim vermenizdir. Okullarda beyinlerine enjekte edilen şeylerin panzehirini evde vermenizdir. Ama her aile bu durumda değil tabii ki… Dolayısıyla böyle bir eğitim sistemi içerisinde yetişmiş insanların demokrasiyi anlamasını, benimsemesini ve normal veya zor zamanlarda demokrat bir tavır sergilemesini beklemek hakikaten çok zor. Hep derler ya: Hepimizde biraz Kemalistlik var diye. En azından yöntem olarak bir çok kesimin Kemalizmi benimsediği doğru. Konuşmacı arkadaşlarımız da işaret etti zaten: Tandoğan zihniyeti… Yani ‘toplum dindarlaşacaksa, evelallah biz dindarlaştırırız” anlayışı… Bu anlayış tabii ki, Kemalizmin devlet eliyle toplumu şekillendirme anlayışının bir yansımasıdır. Ve bu anlayış devlet okullarında aşılanmaktadır.”

Prof. Dr. Ahmet Battal: Bediüzzaman ve talebeleri, siyasî ve bürokratik iktidara uzak durmuştur

*Bediüzzaman Said Nursî’nin demokrasi konusundaki önemli bir özelliği, demokrasinin bir öncül bir kavramı olan “hürriyet”e ilişkin bakışıdır. Hürriyetle iman arasında doğrusal bir bağ kurmaktadır. Bu yönden ulema sınıfında istisna sayılabilecek bir kişidir. Diğer âlimler “Demokrasi gelirse din elden gider” gibi bir bakış açısıyla karşı çıkmışken, Bediüzzaman ve onun takipçileri, demokrasinin İslâmın da doğru ve samimi yaşanmasına katkı yapacağını nazara vererek, demokrasiyi desteklemişlerdir.

*Bediüzzaman, enteresandır, 1890-’ların başlarında Cumhuriyetçi olduğunu, çevresindekiler o meşhur karınca hikâyesiyle, karınca ve arılara ilişkin bakışıyla anlatmıştır.
– 1908’de II. Meşrutiyetin ilan edildikten sonra da aktif olarak demokratik faaliyetlerin içerisinde bulunmuş, o dönemki çok partili siyasî hayatta hürriyetçileri (Ahrarları), sonraki adıyla demokratları desteklemiştir.

*1925’ten sonraki tek parti döneminde de, aslında iman hakikatleri olan Risalelerini telif ederken siyasetçilere nasihat vermekten geri kalmamıştır. O dönemdeki mahkeme müdafaaları ve CHP yöneticilerine yazdığı mektuplar bunun delilidir. Onları da milletin hizmetine davet etmiştir. Bir manada demokrasiye davet etmiştir. Bunun da katkısıyladır ki, CHP 1945 yılında “Demokratikleşme Kongresi” yapmayı başarabilmiştir.

*1950-60 arasında, çok partili siyasî hayatın fiilen yaşandığı dönemde ise, Demokratları, şahsen ve talebeleriyle desteklemiştir. Bu destek konjonktürel bir destek değildir, aynen 1908 sonrasında İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’yle o günkü Ahrarları desteklediği gibi, 1950 sonrasında da kendisiyle beraber olan Nur Talebeleriyle “Nurcular Ahrarların devamı olan Demokratlara destektir” diyerek, Demokrat Parti’yi desteklemiştir.

* Bediüzzaman’ın vefatından sonra da, onun yolundan giden talebeleri, daima hiç tereddütsüz Demokrat olan iktidarı arzu etmişler ve iktidara Demokrat Parti’yi getirmeye çalışmışlardır. Ama at iziyle it izinin birbirine karıştığı 1960 sonrasında Demokrat iziyle Demokrit izi karıştığı için kafalar hep karışmıştır, yine de tercihlerinde yanılmamak için gayret etmişlerdir. Demokrat olan, en demokrat olan ya da en az antidemokratik olan partiyi desteklemek Nur Talebelerinin temel yaklaşımı olmuştur. Bir parti kurarak iktidara gelmeyi, devlet topuzunu elinde tutmayı zaten düşünmedikleri için de böyle bir problem onlar açısından olmamıştır.

* Bediüzzaman demokratları desteklerken onlara bir sıfat da eklemiştir. Bu sıfat aynı zamanda onları nasıl görmek istediğinin de bir ifadesidir. “Dindar demokratlar” sıfatı. İşte panelin konusundaki “Demokratlık hangisi?”, “muhafazakâr mı, liberal mi, sosyal mi ya da dindar mı?” vurgusunda “Dindar demokrat” vurgusu Bediüzzaman’a ait bir vurgu olarak bugün aslında yerini daha iyi korumaktadır.

* Bazıları diyorlar ki, “Dindarlar bizi yönetsin, onlar yanlış yapmazlar, biz işimize bakalım.” Hayır, Bediüzzaman diyor ki: “Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti de müstebit eder.” Evet, eğer bir millet cehaletle hukukunu bilmez ve müdafaa etmezse, yöneticeler ne kadar hamiyet sahibi, muhafazakâr, dindar, “iyi,” “bizden,” “bizim çocuklardan” olursa olsunlar bir gün varacakları yer müstebit olmaktır… Hamiyet niyetiyle zulmetmektir.

* İktidar denetlenmelidir. Demokrasi iktidarın denetlendiği rejimin adıdır. Adı batıdandır. Ama muhtevası iki türlüdür. Birinci demokrasi, iktidarın meşru muhalefetle denetlendiği, şura ya da meşveret dediğimiz esasa dayanan, çoğunluk esasına doğru bir şekilde kullanan, halk iktidarı diye söylenen doğru demokrasinin biçimidir. Bu demokrasi aslında Batının, “Birinci Avrupa”nın vahye istinat eden ve vahiyden beslenerek insanlığa faydalı, adalete hizmet eden ‘bilimsel keşifleri’nden biridir. İkinci demokrasi ise, nefsini gemlemeyen, yani hürriyeti kötüye kullanan, hürriyeti sefahat manasında anlayan, aslında Batının da yaka silktiği, “hürriyetin rafizileri”nin kullanmış olduğu demokrasidir. Dolayısıyla, demokrasinin lafzına değil, birinci manasına bakıldığında İslâmın kabul ettiği bir rejimdir.

* Bediüzzaman eserlerinde devleti bir sonuç olarak görmekte ve devleti ele geçirilmesi gereken bir aygıt olarak değil, milletin hizmetkârı olarak tarif etmektedir.

* Bediüzzaman siyasî iktidarı ele geçirme gayretini reddetmiş, bunun yerine imanlı fertler yetiştirme gayretiyle bir tarz tesis etmiş, bu tarza nurculuk demiş, alternatif olan tarzı ise “topuzculuk” olarak ifade etmiş ve “İki elimle de nura sarıldım, yüz elimde olsa nura kafi gelir, topuz tutmaya elim yok” demiştir.

Prof. Dr. Bekir Berat Özipek: Demokratlık, her türlü vesayete karşı olmaktır
* Demokrasi, “demos”un yönetimidir. Demos, yani halk. Demokrasinini başka bir tanımı, siyasî iktidarın barışçı yollarla el değiştirmesini sağlayan kurumlar ve yöntemler bütünü olabilir.

* Demokrasinin güzel tarafı şudur ki, sevmediğimizi kan dökmeden iktidardan indirebiliriz.

* Modern demokrasiyi, eski demokrasilerden ayırt eden en önemli özelliklerden biri olarak “birey hakları”nı eklemek gerekir. Hatta günümüz demokrasisinin en temel özelliği budur. Günümüz demokrasisi, bireyi topluma feda etmeyen demokrasidir. John Stuart Mill’in çok güzel bir sözü var, diyor ki: “Nasıl ki, bir birey kendi iradesini bütün bir topluma dayatma hakkına sahip değilse, bütün bir toplum da kendi iradesini, tek bir bireye dayatma hakkına sahip değildir.” Yani günümüz demokrasisi azınlık haklarının, birey haklarının da garanti altına alındığı demokrasidir. Resmî eğitim tornasından pek geçmemiş ya da ona fazla maruz kalmamış vatandaşlar bu konularda daha makul olabiliyor, daha hoşgörülü, tahammüllü, kendisi gibi olmayana da bir hayat alanı açmayı kabul edecek şekilde olabiliyorlar.

* Bir Müslümanın siyasî tercihinde demokrat olması için pek çok sebep vardır. Yani Kur’ân’da belki doğrudan şekilde bir yönetim şekli açıkça belirtilmemiştir ama temel bazı ilkeler verilmiştir. Adalet, meşveret, işi ehline vermek gibi… Ve ilk dönem pratiklerine baktığımızda halifelerin seçimle iş başına gelmesi ya da kadınların da oy kullanması gibi uygulamalara baktığımız zaman bunun çok daha mümkün olduğunu söyleyebiliriz.

*Erdemli olmaya götüren yol da, yine demokrasinin yoludur. Pratik içinde insanlar bunu yaşarlar.

* Demokratlığın bazıları açısından bir kimlik olarak da kullanılmaya başlandığını görüyoruz aslında. Farklı kesimlerin her türlü vesayet karşısında ortak paydası haline geldi. Bugün de demokrat tutum, vesayete karşı olmayı gerektiriyor.

* Bediüzzaman bürokratik iktidarı da ele geçirmeyi reddetmiştir. Talebelerini de hem siyasî, hem bürokratik iktidardan uzak tutmuştur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*