Marifetullahın ikinci delili hava olup, hissedilir fakat ne görülür, ne de tutulur.
Ancak ona karşı yüzünü ağzını ruhunla o rahmet nesimine karşı teveccüh etmek veya mukabil tutmak lazımdır. Yoksa “padişah teşrif etmez hane mamur olmadan” kabilinden o nimetlerden istifade etmek için belli kural ve kaidelere uymak şarttır. Zahmetsiz rahmet olmaz. Onun şartlarını da yine yaratan koyar insan koyamaz. Bir de ayrıca insanın bu duruma şükretmesi kulluk vazifesidir. Onun için farisi bir beyitte “Her nefeste iki nimet mevcuttur” denilmiş. Mesela: çocuğun ağlaması dahi bir lisanı hal ile bir istektir fakat, iradi değil fıtridir.
Hani bu rasyonalistler göremediklerine inanmazlar ya! Bu mantığa göre bunların havayı inkar etmeleri lazım. Demek onların beş duyusu bu gibi hakikatler karşısında çok sathi kalır. Mesele; imanın aklı aşan bir mucize olmasıdır. Ve insanın onu; kalp, akıl, mantık, iz’an, vicdan ve insaf gibi melekelerle yakalaması gerekir. Yani akıl daha çok beş duyu organı merkezli olduğu halde insanda aklı aşan saika ve şahika gibi duygularda vardır.
Dünya milletlerini titreten Kanuni Sultan Süleyman bile; “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” diye havanın önemine dikkat çekmiştir.
Evet bu hava unsurunun marifeti ilahiyenin delillerinden olup hissedildiği halde görülüp tutulamayışı bir remz olarak Allah’ın (cc) muhalefetün lil havadis sıfatının işaretlerini vermektedir. Yani bizim duyu organlarımızla Cenab-ı Hakkın da, vücut ve evsafının görülemediği, tutulamadığı halde anlaşılması makul ve mümkündür. Yeter ki Cenab-ı Hakkın kitabının 750 civarındaki ayetlerinde emrettiği ve bir saati bir yıl ibadetten hayırlı olan tefekkür melekesini ifa edilebilsin.
Demek bizim duyu organlarımız rasyonalistlerin zannettiği gibi her şeyi algılayamıyor çünkü; her şeyin bir haddi, hududu, bir hakkı hukuku vardır. Bizim görme sınırımız bile 04 ve 07 mikron arasıyla sınırlıdır. Bediüzzaman, “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür” demiştir. (Mektubat, s. 556) Fiziği bile tam göremeyen metafiziği nasıl görecek?
Türkiye’de cumhuriyetin başına “laikliği” koyarak milletin din ve tarihle İrtibatı kesilmiştir. O dayatmanın adı cumhuriyet değildir. Deveye boynun neden eğri denince, nerem doğru ki demiş. Demek bu kültür emperyalizmine karşı bir kültürel tahkim gerekir. İşte bu gibi bilgi ve kültürleri hakkıyla veren Risele-i Nurlardır. O halde acilen, hakikat denizinden damlalar ve iman güneşinden lem’alar sunmamız lazımdır.
Demek hava olmasa biz “huu” bile diyemeyecektik: Bediüzzaman havadaki o zerrata dikkat çekerek o göremediğimiz mucize-i kudretin o kadar çok maharetlerinden bahseder ki, akıl hayran kalır. Bunun için ona ilmi ilahinin ünvanları denilmiştir. Yani o bir ilmi muhiti ilahinin izin, emir, ilim ve iradesiyle işliyor.
Hem o zerre; bütün lisanları ve bilimleri bilir ve nakleder. Bütün bunların “emri kün ve yüküne malik bir sultanın emrinin haricinde bir izah imkânı yoktur. Bunlar alem-i misal ve melekutun da, delilleridir. Ey aklı gözüne inmiş ve maddede kör olmuş olanlar.
Benzer konuda makaleler:
- Barla’nın baharında
- Yollar
- Vahdet-i Vücud
- İlmi kelâmın Nurlu eserlerini hakkıyla okumak
- Hava tabakasının en mühim vazifesi
- Kutlu doğum
- Hz. Musa (as) ve Hz. İsa’ya (as) inanmayan Müslüman olamaz!
- Risale-i Nur’a göre ‘durum’ raporu
- Yaratılışımızın ana gayesi: İman, ilim, duâ
- Musa (as) da bizim, İsa (as) da…
İlk yorum yapan olun