Meşreplere göre tavır ve tutumlar nasıl olmalıdır?

İman ve Kur’ân hizmeti yapan sayısız meşrep vardır.
Mesleği incitmedikten sonra hepsi de haktırlar.

Böyle bir çeşitliliğin ve renkliliğin olması maslahata da uygundur.

Ta ki, her farklı kabiliyet kendine bu arenada bir yer bulsun.

Hepsi aynı olsun demek, adetullaha da aykırı.

Meselâ teslimiyetçi bir yapı ile meşvereti önemseyen bir yapı elbette aynı potada olamayacaktır.

Çeşitlilik olacak ki, farklı ihtiyaçlara cevaplar verilsin.

Yeter ki Kâbe hürmetinde ve Uhud azametindeki muhabbet zedelenmesin.

İman nokta-i nazarında hepsi kardeşimizdir.

Ama meşreplerin nasıllığı da önemli.

Bu noktada herkesin kendisine yakın bulduğu, uyuştuğu teşekküllerle birlikte adım atması, muhabbetini oraya hasretmesi, oradaki faaliyetlerde yer alması anlamlı olacaktır.

Ta ki, ‘Benim mesleğim haktır.’ diyebilsin.

Kalbi orada, ama faaliyeti başka yerde olmaz.

Sizin dersinize katılırım, aidatımı başkasına veririm, o da olmaz.

Tevhid-i kıble etmek bu noktada kalbe sıhhat verir.

Kim nasıl bir yol izliyorsa, o yolunun çıkış noktalarını hak ve hakikat esasları içinde bulmak durumundadır.

‘Risale-i Nurlar bizim hareket tarzımızı belirliyor.’ diyenlerin de elbette o zaman attıkları adımları Risale-i Nurlar’dan nasıl referans aldıklarını, hangi temel noktalara dayandıklarını izah etmek durumundadırlar.

Yoksa, hem Nurlar’ı referans alacaksınız hem de attığınız adımlar, verdiğiniz kararlar Nurlar’ın adeta varlık sebebine aykırı olacak, bu olmaz.

Zaten böyle yapılar da uzun ömürlü olmaz.

Bu, şuna benzer, ‘Namaz kılıyorum.’ diye iddia eden birisi, kıbleye dönmemiş, niyet etmemiş, abdest almamış ve Allah’ın bir emrini yerine getirmek kast-ı mahsusuyla olmayan hareket ve tavırlar içerisinde bulunuyor. Bu, bir spor antrenmanından öteye gitmeyecektir ve hatta bu bir ibadet beklentisi içerisinde yapılıyorsa, netice haram olacaktır.

Kur’ân’da karşılığı, Peygamberimizin (asm) uygulamalarında yeri olmayan bir şekilde meşveret edilse, bunun da adına ‘meşveret-i şer’iye’ dense, bu elbette meşveret olmuş olmayacaktır.

‘İsimlerin değişmesiyle hakikat değişmez.’ gereği, önemli olan netice isteniyorsa, bir şeyin hakikatinin yerine getirilmesi esastır.

Meselâ, aynı meşrepteki kardeşler arasında tesanüdü muhafaza için ‘Çok sıkı tutmayınız.’ kuralı geçerli olurken; sair meşrepteki kardeşler için bu ‘Rekabetkârane ihtilâf etmeyiniz.’ kaidesi geçerli olacaktır.

Aslolan, herkesin kendi meşrebinin revacına çalışması, kimsenin kimsenin hizmetine mani olmaması ve hatta taraftar olması, ama birbirlerinin hak ve hukukuna da müdahale etmemeleri esastır.

Meşrepler için elbette maksat ittifakına ihtiyaç vardır.

Taklidi doğuracak iltihaklara ihtiyaç yoktur.

Aslolan, çıkılan yolun, Kur’ân’ın hakikatleri ile çelişmemesidir.

Bunun da rotasını şahıslar değil, şahs-ı maneviler belirleyecektir.

Yoksa, şahısların olaylardan, durumlardan, gelişmelerden, maddî ve manevî etkileşimlerden kendisini sıyırabilmesi çok da mümkün olmayacaktır.

Evet, meşrepler farklı olmalı, ama hepsi de Kur’ân’ın evamirine imtisal etmelidir.

Menfaatine uygun yorumlarla, tevillerle doğruyu incitmek, örselemek, anlamsız hale getirmek, elbette meşrebe değil, mesleğe yapılabilecek en büyük cinayettir.

Sebahattin Yaşar

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*