Modern zaman çukuru: Can Sıkıntısı

Efendimiz (asm) ya da Bediüzzaman’ın sıkılacak zamanları var mıydı? Enbiya, evliya, asfiyalar canları sıkıldığında nasıl hareket ederdi? Bu zamanda yaşasalardı ahir zaman Müslümanlarına nasıl yol gösterirlerdi? Sosyal medyada saatlerini harcarlar mıydı?

Gaye-i hayal, hedef, ümit, işsizlik, atalet, hizmet gibi kavramlar doğru anlaşılmadığı takdirde can sıkıntısının en önemli bileşenleri haline geldiğini tecrübe etmişizdir. Bu yazımızda modern zamanın manevi hastalıklarından olan ve çoğumuzu vartaya sürükleyen can sıkıntısını ayet, hadis ve Risale-i Nur rehberliğinde anlamaya çalışacağız.

Mesajı doğru okumak!

Can sıkıntısı aslında büyük bir mesajdır! O anda yapılmaması gereken bir meşguliyetimizin olduğunu ifade eder. Bu his bize doğruyu düşünmek için verilen ilahi bir nimettir. Doğruyu düşünen elbette yanlışı bırakacak ve rıza-i ilahi yönünde hareket edecektir. Sıkıntıyla aslında rahmet mesajı verildiği Kur’an’da şu şekilde ifade edilir:

“Eğer kendilerini bilmediğiniz mü’min erkekler ve mü’min kadınları, bilgisizlik dolayısıyla darmadağın edip de bu yüzden size dayanılmaz bir sıkıntı dokunmayacak olsaydı Allah’ın dilediğini rahmetine sokması içindir.”1

Her türlü sıkıntılarımızdan kurtulmamız için Efendimiz (asm)’in gönderilmesi Rabbimizin rahmetini gösterir. Yine de çoğu insanın şirk koşarak nankör bir tavır sergilediğini:

“Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.”2 ve “Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız.”3 gibi ayetlerden öğreniyoruz.

Çok sayıda tecrübeyle sabittir ki yanlışlar peşin bir ceza olarak mutsuzluk, karamsarlık, atalet gibi onlarca karanlığa sürükler. Aynı şekilde doğru yönde her hareket ferahlık, huzur ve mutluluk gibi kapıların açılmasına vesile olur.

Hedefimiz ne kadar büyük?

Hedefi büyük olanlar sıkılmaya vakit bulamaz. Hedef derken sadece dünyaya ait olanları bahsetmiyoruz. Kastımız, ahiretle bağlantılı olan ve dünyevi hedeflerde dahi ahiret vechini ihmal etmeyen bir şuurla temellenen hedeflerdir. Nitekim: “Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.”4 ayeti derdi dünya olanın dünya kadar dertle, sıkıntıyla iki cihanını zehir edeceğini ikaz eder.

O halde bu dünyaya geliş amacımız doğrultusunda hareket etmenin elzem olduğunu idrak ediyoruz. Üstadın: “İnsan ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır. Belki, bütün amelleri suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zapt edilir.”5 beyanı ibretlidir.

Hesap gününü düşünmek!

Her anı hesap vermek üzere kayıt altına alınan beşer: “Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun!.. Bundan neden anlamıyorsun ki vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil, belki hakiki bir insan gibi, hakiki bir hayat-ı daime için sa’y etmektir.”6 tespitini düşündüğünde sıkılmaya vaktinin olmadığını daha iyi anlayacaktır.

Ahiret için harekete geçmek en selametli yoldur. İnsanın kıymetini, himmeti belirler. Niyet ve mesai harcanan iş de önemli bir parametredir. Zira insan neye ilgi duyarsa o alanda meleke kesbeder. Bu hakikatleri Üstad: “İnsanın kıymet ve mahiyeti himmeti nisbetindedir. Himmetin derecesi ise, maksat ve iştigal ettiği şeyin nisbetindedir.”7 ve “İnsan hangi şeye teveccüh ederse, onun ile bağlanır ve onda fani olur.”8 şeklinde özetler.

Nefis ve şeytan telkini: Lezzet, eğlence…

Bu aşamada nefis ve şeytan devreye girer. Sıkıntının verdiği mesajı yanlış yöne sevk etmeye çalışır. “Lezzet, eğlence” temalı bir anlayışla hücum eder. Sıkıntıyı daha da artıracak gayri meşru eğlence ve sosyal medyada vakit geçirmek gibi kişinin o an en zayıf damarları işlenir. Okulda, işte, sokakta maruz kalınan bu hücum karşısında güvenli bir limana sığınmalıyız. Bu da ancak şahs-ı manevi ile mümkün olabilir. Tek kişi kalındığı takdirde çıkmaza girmek kaçınılmazdır.

Zehirli bal yolu…

Yol iki görünüyor. İlki sıkıntılarını gidermek için dünyanın lezzet ve keyiflerine dalarak ahireti düşünmemeyi tercih edenlerdir. Bu tercihin elem getireceğini Üstadımızın: “Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.”9 veciz tespitiyle öğreniyoruz.

Zehirli bala aldanan sefalet ehli sıkıntıya düşmekten kurtulamaz. Üstadın “Sıkıntıdır, muallim-i sefahet. Demek sefahetin menbaı sıkıntı olmuş. Sıkıntı ise maden-i yeisle su-i zandır.”10 ve “İhtiyaç sanata, merak ilme ve sıkıntı vesâit-i sefahete hocalık edip talime başlarlar.”11 izahı ehemmiyetlidir.

Rıza-i ilahi yolu

Diğer yol ise ahireti ve rıza-i ilahi için gayret edenlerin tercihidir. Bu bahtiyar yolcular asıl keyfin, lezzetin ahiret odaklı bir yaşam tarzından geçtiğini bilirler. Fani hayat için baki hayatından taviz vermezler. Kırmızı çizgileri vardır. Bu asil duruş dünyada dahi ehli sefaletin dünyadan aldığı lezzetten kat be kat fazladır. Üstadın: “Kabrin arkası için çalışınız. Hakiki saadet ve lezzet ondadır.”12 ifadesini bizzat yaşarlar.

Hoş bir nimet: Zahmet

Ahiret için gayret nefse hoş gelmez. Zahmetli gibi görünmesi vesveseleri de tetikler. Zahmetten kaçış çoklarının eğlenceli görünen sıkıntılı çukurlara düşmesine sebep olur. Aynı sıkıntıda olduğu gibi zahmetin de mesajını doğru anlamak gerekir. Üstadın: “Bir şeyde zahmet, meşakkat alamet-i makbuliyettir.”13 ve “Zahiren zahmetler altında rahmetler var.”14 tespitleri manidardır.

Bu rahmetleri fark eden hazineleri kaçırmamak için: “Eğer bilsen gayret ne kadar hayırlı bir iştir. Ömrünü bir dakika boşa geçirmezdin.”15 kaidesine göre yaşar. Daha çok zamanım var diye düşünmez. Vaktin kıymetini takdir eder. Yani: “Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde senet yok ki ona maliksin. Öyle ise hakiki ömrünü bulunduğun gün bil.”16 hakikatine göre her saniyenin hakkını vermeye çalışır. Bir iş bittiğinde diğer işe başlar. Zira: “Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.”17 ilahi ikazın farkındadır.

Ne ile meşgulüz!

Hayırlı işle meşgul olmamak pişmanlık olarak dönecek vartalara sürükler. “En bedbaht, en muzdarip, en sıkıntılı işsiz adamdır. Zira, atalet ademin biraderzadesidir; vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.”18 ifadesinde görüldüğü üzere işsizlik sıkıntı başta olmak üzere bir çok probleme yol açar. Karamsar ruh hali ve yeis ilk akla gelenlerdendir. “İnsanları canlandıran emeldir, öldüren ye’stir.”19 tespiti düşünüldüğünde işsizliğin çok boyutlu bir zehir olduğu daha iyi anlaşılır.

Dertlerin derman yeri: Cemaat

Netice itibariyle sıkıntılarımızın çözümü cemaattedir. En bahtiyar insan bu kutlu kervanda olanlardır. “Kardeş ve dostlarının salihler olması, kişinin mutluluk sebeplerindendir.”20 hadisinin işaret ettiği salihlerin adresi şahs-ı manevidir.

Bu manevi vücudun bir azası olmak istiyorsak vazifemizi hakkıyla eda etmeliyiz. Zira “Allah, kulun işini sağlam yapmasını sever”21 ve “Kul amelinde/işinde kusur ettiği (gerekli özeni/itinayı göstermediği) zaman, Allah onu üzüntü ve kedere uğratır.”22 hadisleri ve Üstadın: “Hizmet-i Kur’âniyede bulunana ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Ta ihlas ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur’âniyede bulunsun.”23 ifadesini referans almak gayet ehemmiyetlidir.

Bu hedef ve imkandan yoksun milyarca insan sıkıntı ve diğer problemlerini çeşitli makinelerde, (telefon, televizyon, bilgisayar vb.) mekanlarda (kahvehane, kafeterya vb.) ve gayri meşru eğlencelerde aramaktadır.

Yaratılış gayemize uygun hareket etmek, hedeflerimizi ahiret merkezli belirlemek, şahs-ı manevi içindeki hizmetin lezzetini, konforunu yaşamak, sıkıntı başta olmak üzere tüm problemlerimizin çözümüdür vesselam…

Dipnotlar:

Fetih Sûresi, 25.;
Tevbe Sûresi, 128.;
En’am Sûresi, 64.;
Taha Sûresi, 124.;
Sözler, s. 75.;
Sözler, s.245.;
Muhakemat, s.114.;
İşârâtü’l- İ’câz, s.76.;
Mesnevî-i Nuriye, s.106.;
Sözler, s.668.;
Sünuhat, s.77.;
Mektubat, s.487.;
Kastamonu Lâhikası, s.199.;
Şualar, s.441.;
Son Şahitler, 1:199.;
Sözler, s.246.;
İnşirah Sûresi,7.;
Hutbe-i Şamiye, s.138.;
Mektubat, s.457.;
el-Münavî, Künûzü’l-hakâik, hadis no; 7052.;
Beyhaki, Şuabü’l-imân, IV, 334-335.;
Ahmed b. Hanbel, Kitabü’z-zühd, s. 43.;
Lem’alar, s.48.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*