Nuh tufanı ve Su’yun emre itaat etmesi

Bilindiği üzere Kur’an,Tevrat ve İncil gibi kutsal kitaplar insanın, doğanın ve kâinatın yaratılış hikmet ve gayelerini dile getirirken, öbür yandan tarihî olaylardan da bizleri bilgilendirip haberdar ederler. Bu bilgiler, genellikle Peygamberlerin hayat hikayeleri üzerinden anlatılmaktadır. Bundan amaç da; insanların bir takim dersler çıkarmaları ve ibretle düşünmelerini temin etmektir.

Bu dersimizde, insanlığın başından geçen en büyük hadiselerden biri olan Nuh tufanından bahsetmeye çalışacağız.

Tufan derken; su’yun, daha değişik, başka versiyon ve rolleri üzerinde durmamızı icab eder.

Su ile ilgili, daha önceki makalelerimin birinde, yer yüzünden göğe doğru buharlaşmak suretiyle, saniyede 16. Milyon ton su’yun çıktığını ve aynı bir saniyede, o su’yun tekrar yer yüzüne indiğini ifade etmiştim.

Okyanuslardan, denizlerden atmosfere çıkan tuzlu ve kirli sular, havada bu tuz ve kirden arınarak, temiz ve tatlı su biçiminde yeryüzüne tekrar nüzûl ettiğini müşahede ediyoruz. Bu su’yun arınması ve tatlıya dönüşmesi bizce görünmez ve bilinmez gaybî filitre ve tezgahlardan geçer. İlâhi kanunlar çerçevesinde kurulan bu sistemde, hiç bir zaman şaşma ve her hangi bir inhiraf olmaz.

Göklerden inen bu su, genellikle yağmur şeklinde olmaktadır. Yağmur, bazan ince ve hafif olarak yavaş yavaş inerken, bazan da Nisan yağmurları tarzında, iri taneler şeklinde, rüzgarın esintisi ile birlikte, hızlı bir şekilde yer yüzüne inerler.

Yer yüzünde, kışın bitimiyle beraber, sırasıyla havaya, su’ya ve toprağa düşen cemreler, gök yüzünün derinliklerinden, arzın sathına hayat veren yağmurla beraber, bereketli ışık huzmeleri de rahmet şeklinde tecelli etmeye başlarlar.

Rahmet-i İlâhiyenın emriyle bir ziya, bir katre, bir zerre gibi düşen cemreler, hayat bahşeden bahar müjdelerini haber verirler. Bahar müjdesi ve sevinciyle havanın, su’yun, toprağın tadı, rengi ve kokusu bariz bir şekilde fark edilmeye başlar.

Yeryüzü ve canlıların hayat kaynağı olan su, bazan sel olur, önüne kattığını sürükler, götürür denizlere döker. Bazan tsunami şeklinde, bu sefer denizlerden karaları basar, binaları devirir, ağaçları kökünden söker ve bir felâkete dönüşebilir. Bazan da, tarihte emsali vaki olmayan, Nuh tufanı adiyla, yer yüzünü, dağları ile birlikte ihata eder, bütün karaları yutar.

İşte bu yazımızda, Nuh peygamber ile ismiyle eşleşmiş olan Nuh “Tufan”ı üzerinde kısaca durmaya çalışacağız.

Öncelikle Nuh tufanı, kıyametin küçük bir numunesi olduğunu ve Hz.Nuh’un, ilk geminin mûcidi ve gemicilerin de piri ve pişdarı olduğunu belirtmek gerekir. Dolayisiyla burada, Nuh’un Adem’den sonra beşerin ikinci babası olduğunu da dile getirmekte fayda vardır.

Zira, Nuh tufanı ile yer yüzünde yaşayan bütün canlılar yok olmuş, sadece Nuh’un gemisine binenler kurtuluşa ermişlerdir. Bunun diğer bir manası, Allâh’ın Peygamberlerine iman edip tabi olmak, selâmetle sahile çıkmak anlamına gelecektir.

Bir bakalım Allâh, bu konuda ne diyor:

“Resûlüm de ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allâh’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (1)

Bu tufanın diğer bir manası da, “Allah’ın her şeye kadir” olduğunu gösterir. Ve Allah; insanlar tarafından da bunun böyle bilinmesini murad eder.

Allâh kendisine ve gücüne inanılmasını talep ederken, referans olarak, AKIL İLE FEN İLİMLERİNİ ve KALP İLE DİN’İ İLİMLERİ BİRLEŞTİREN bir yol ve yöntemin takip edilmesini de önermiştir. Dengenin ve akl-ı selimin ancak bu usul ile temin edilebileceğini önemle vurgulamıştır.

Allâh, Kâinata koymuş olduğu kanunlar manzumesine ve bunlardaki muazzam aklî delillere ve silinmez bariz mühürlere, tefekkürle bakılmasını da ister. Lâkin burada, sadece akla bir pencere açar, bir zorlamayı da asla yapmaz. İnsanı İradesi ile baş başa bırakır. Bunu da şu âyetle dile getirmiştir. “Ve de ki, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin.” (2) buyurmuştur.

Gerek insaniyet ve gerekse Peygamberler tarihinde, Nuh Peygamber söz konusu olduğunda; Nuh’un Gemisi ve Nuh Tufanı hatıra gelmektedir. Şüphesiz, bu Tufanın içinde ve arkasında “SU” hakikati vardır.

Ve Allâh, insanlara rahmeti sonsuz Rabblerini tanıtmak ve bildirmek üzere, Peygamberler (Elçiler) gönderdi. İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem’den başlamak üzere, insanları hiç bir vetirede rehbersiz bırakmamıştır.

Bununla ilgili olarak Allâh Te’alâ “Biz, bir Peygamber göndermedikçe, (Hiç kimseye) azab edecek değiliz.” (3) buyurmuştur.

Görüldüğü üzere Peygamberlerin görevleri, insanlara sadece, İlâhî mesajları iletmek ve tebliğ etmekten ibarettir. Bu rehberlikte ve yol gösteriminde asla zorlama yapmaz. Şu aşağıdaki ayetler bariz bir şekilde bu gerçeğe işaret etmektedirler.

“(Resulüm) Eğer Rabbin dileseydi, yer yüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen insanları inanmaları için zorlayacak mısın?” (4) derken, diğer bir ayette;

“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. Allâh işitir ve bilir.”(5) İlâhî uyarılarıyla, insanın iradesinde azad olduğunu, tam bir hürriyete mâlik olduğunu belirtmiştir.

Yine bu âyetlerde müşahede edildiği üzere Allâh, insanları inanmaları konusunda zorlama yöntemini red ettiği gibi, insanı iradesi ile hareket edebilme yollarını da devamlı açık tutmuştur.

Allâh, akla kapı açmak ve duygularını ve iradesini doğru yönde kullanmak üzere, kendisine inanmaya dâvet eder. Bu dâvetin ışığında hakikatlere yönelmek ve inanmak ise, hür iradesiyle insanlara aittir.

Ve sıra Nuh’a gelince Allâh;

“And olsun ki: Nuh’u elçi olarak kavmine gönderdik. De ki: Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlâhınız yoktur. Doğrusu ben üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.” (6) dedi.

Ve aynı âyette, “Kim hidayet ( Doğru yolu) seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiç bir günahkâr başkasının günah yükünü üstlenmez.” Buyurmak suretiyle, Peygamberlere uymanın, aynı zamanda doğru yola erişmenin yollarını da göstermiştir.

Ancak nice zamanlar olmuştur ki, insanlar kendilerini hidayete, her türlü güzelliklere ve ahlâklı birer insan olmaya davet eden bu mübarek Peygamberlere isyan ederek, inkâra saparak, her nev’i eziyetlere maruz bıraktıklarını ve hatta onları katledecek kadar dalâlete saptıklarını görüyoruz. Onların bu fiillerine ve taşkınlıklarına karşı da Allâh, onları helâk etmiştir.

İlgili âyetlerde:

“Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve alt-üst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mu’cizeler getirmişti. Demek ki; Allâh onlara zulmedecek değildi, fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” (7)

Ayette zikredilen kavimlere Peygamberler mu’cizelerle geldiler. Ancak bu kavimler, Peygamberlerini yalanladılar. Allah Te’âlâ da her birini bir felaketle halâk etti.

Nuh Peygamber de kendi kavmine gönderildi. Kavmi O’nu inkâr edince; meşhur Nuh tufanında boğulup helâk oldular.

İlgili ayette Allâh:

“Nuh kavmine gelince, Peygamberleri yalancılıkla itham ettiklerinde, onları su’da boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret yaptık. Zâlimler için acıklı bir azap hazırladık.” (8) buyurmuştur.

Ad kavmine Hud Peygamber gönderildi. Onlar, şiddetli RÜZGAR ile helâk oldular.

Samud kavmine Salih Peygamber ğonderildi. Onlarda DEPREM ile helâk oldular.

Hz.İbrahimi’in kavmi ise, SİNEKLE helâk oldu.

Medyen halkına Şuayb Peygamber gönderilmişti. Onlarda ATEŞLE helâk oldular.

Bütün telkin ve gayretlerine rağmen, cinsi sapıklıklarında inad edip direnen, bütünüyle fıtrata aykırı bu davranışlarından bir türlü vaz geçmeyen Lut kavminin, şehirleri ALT–ÜST edilmek suretiyle yerin dibine gömülüp, topluca helâk oldular.

Nuh hadisesine tekrar dönecek olursak; bu anlattıklarımız genellikle kutsal kitaplardaki bilgilere dayanmaktadır ki, en eski tarihi bilgilerdir.

İncil’ın yeni çevirisinde de, Kur’an’daki ifadelere yakın ve benzer bilgiler verilmektedir. Şöyle ki;

“Rab Nuh’a, bütün ailenle birlikte gemiye bin dedi.”

“Yer yüzünde soyları tükenmesin diye yanına temiz sayılan hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere yedişer çift al. Çünkü 7 gün sonra yeryüzüne 40 gün 40 gece yağmur yağdıracağım.”

“Nuh, Rabbin bütün buyruklarını yerine getirdi. Tufan koptuğunda Nuh 600 yaşında idi. O yılın ikinci ayının 17. günü enginlerin bütün kaynakları açıldı. Yer yüzünde 40 gün 40 gece yağmur yağdı.”

“Sular öyle yükseldi ki, yer yüzündeki, bütün dağlar su altında kaldı. Yer yüzünde yaşayan bütün canlılar yok oldu. Yer yüzünde her şey silinip gitti.” Diye ifadeler yer almaktadır.

Görüldüğü üzere, Hz. Nuh’un tufanında yine su’yun devrede olduğunu ve Allah’ın emrine riayet ederek Nuh’un yardımına koşturulduğuna şahid oluyoruz.

Hz.Nuh’un ibretli hayat hikayesi üzerinde durmaya devam edeceğiz.

Burada bizim gayemiz Nuh tufanından, sevdiklerimizi ve dostlarımızı bilgilendirirken, Risalet (Peygamberlık) kurumu ile Allâh arasındaki iletişim bağlarını, yani vahyin de önemini nazara vermektir.

Önem atfettiğim iki âyet meâliyle bu günkü yazıma bir son vermek istiyorum.

“O Rabbimiz ki, yer yüzünü size bir döşek, gökyüzunü bir kubbe yaptı. Gökten bir su indirip, onunla türlü meyvelerden ve mahsullerden size rızık çıkardı. Öyleyse bile bile Allah’a eş ve ortak koşmayın.” (9)

“Eğer gökler (evren) de ve yerde Allâh’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de (fesada uğrayıp) harap olup giderdi. Arşın sahibi olan Allâh, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtır.” (10) diyerek, ifade etti Hâlık-ı Zülcelâl.

“Hak ile meşgul olmazsan,

batıl gelir orayı işgal eder.”

İmam-ı Şafii

Dipnotlar:

(1) Al-i İmran 3/31
(2) Kehf 18/29
(3) İsra 17/15
(4) Yunus, 10/99
(5) Bakara 2/256
(6) A’raf 7/59
(7) Tevbe 9/70
(8) Furkan 25/37
(9) Bakar 2/22
(10) Enbiya, 21/22

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*