Nur ve kuvvet

İnsanın fıtratı insanlığının ayarıdır. Yaratılışındaki yerleştirilmiş özelliklerdir.
Rahm-ı maderde; o fıtrat üzere, Rahîm olan Zat-ı Kerîm’in keremiyle rahmedilmekte ve kendisine ‘Belâ’ makamındaki sözleşmenin kodlandığı ruh ikram edilmektedir.

O rahm-ı mader ki; Saadet Sarayları gibi bir hakikatin başlangıcıdır. Fıtrat ayarları o hakikati hatırlatıyor insana. Ruhlar Âleminden, anne rahmi, çocukluk, gençlik, ihtiyarlık, kabir, haşir istasyonlarına uğrayıp, zorlu Sırat’tan Saadet Saraylarına uzanan yolculuğunda, Zat-ı Kerîm’in keremi ve ihsanı eşlik ediyor ona.

Bu yolculuktaki tehlikelerden azade olmak için bir kuvvete ve yol gösterici bir aydınlığa ihtiyacı var. Çünkü o zorlu kulvarda karanlıkların çeşitleriyle baş etmek zorunda. Aynı zamanda mürur-u zamanla (zaman ilerledikçe) aklı gelişip başı daralıyor, maddesi büyüyüp manası daralıyor, vücudu büyüyüp kalbi daralıyor, ufku genişleyip dünyası daralıyor. “Oof of”ları çoğalıyor, “af”tan uzaklaşıyor.

İşte tam bu noktada hayatının hayatı, hem yolunun aydınlığı hem de fıtratının çerçevesi olarak din vaz ediliyor O Zat-ı Kerîm tarafından. Onun adı İslâm. Evet ezelden ebede kadar, bütün elçilerinin sadık ihbarıyla, Kur’ân’ın haberiyle Allah katında din İslâm’dır (Al-i İmran:19). Hz. Muhammed’in (asm) dini. Yani Kur’ân. Semavî olmayan dinler konu harici olup Yahudilik ve Hıristiyanlık da tâbîlerince sonradan isimlendirilmiş olmalılar bu âyetin hükmüne göre.

Madem hayatının canlılığı, yolunun aydınlığı, fıtratının çerçevesi İslâm Dinidir. Bu Cennet elbisesinin fonksiyon görebilmesi için bir saik ve şaik (sevk eden ve şevk veren) bir hakikat olmalı. Fıtrat ayarları da bunu gerekli kılmaktadır zaten. Kulun bu fıtrî isteği Allah’ın onun kalbinde, ikramıyla işler hâle getireceği intisab, yani çekim kuvvetinin (bir nevi nurun) dâvetçisidir ki, onu tevhide bağlar. Bu bağlantı aslında ‘Belâ’ makamındaki sözleşmenin bir gereği olmalıdır. Rabbiniz değil miyim? Belâ (Elhamdülillah! Elbette Rabbimizsin).

Evet, Allah katında din; iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmdır. O ruhun ruhu ise Allah’a intisab etmek, O’nun maiyeti olmayı sadâkatle kabul etmek olan îmandır. Bu ise Peygamberimizin (asm) tebliğini tasdik etmekten geçer. Bu tasdik ise ‘kulun kendi isteği, yani irade beyanıdır.’ O irade beyanı ile ruhun ruhu olan kudsî nur, yani îman Allah’ın dilemesiyle kalpte hasıl edilmektedir. Bir nevi kalb o kudsî nurun rahm-ı maderi olmaktadır. O nur orada vücut bulmakta ve mümbit bir kalb zemini oluşturuldukça gelişmekte, büyümektedir. Ta ki insanın en birinci tayyibesi olarak Rab’bine ibadetle, bilhassa namazla sunuldukça.

İnsandan sudur eden ve kâinattaki maddî ve manevî güzelliklerden her birisi tayyibat olarak adlandırılmaktadır. Nuru’n-Nur olan Allah’ın nuranî tecellilerinin tayfları olarak fıtrî yolculuğunda insan bu tayyibatla içiçedir aslında. Allah hissedip tatbik etmeyi nasip etsin inşallah. Mi’rac’da Peygamberimiz’in (asm) “Et-tayyibatu lillah” sunuşunda insanî ve kevnî bütün tayyibat kemal manasını bulmuştur (*). İşte kalpte inşallah yandırılan iman nuru en kuvvetli bir nur tayfıdır. Bütün imanlı insanların sayısınca dereceleri vardır.

Ve bütün insanların imanı o tayyibat içinde Nur-u Muhammed’in (asm) mübarek lisanıyla Mi’rac’da Cenab-ı Hakk’a sunulmuştur.

İşte o iman öncelikle vicdanı aydınlatmaktadır. Vicdanın ziyası ulum-u diniye değil midir? Vicdan o nurla basiret kazanmaktadır. Gözün, güneşin ziyasıyla varlıkları görmesi gibi; vicdanın basireti de o nurla, kâinattaki tevhid kelimelerini ve tecellilerini okumaya başlar. Bu okuyuşlar basiretsiz vicdanlara karanlıklar içindeymiş hissini veren mazi ve müstakbelin aydınlanmasını sağlayacaktır.

Yine îman insanın kalbine, nokta-i istinaddan neş’et eden manevî bir kuvvettir. İman nurunun kuvvetidir.

Bir istinat noktası bulunması halinde dünyayı yerinden oynatmayı düşünen filozoflara inat, “şu sahranın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’sinin ismini almak…” gibi bir nokta-i istinatla, o kuvvetle bütün ağırlıkları yerinden oynatıp arkaya atabilir insan. Nokta-i istinadı yüküne ne kadar yakın eylerse o kadar az yorulacaktır.

Meselâ hastalığa Şafi, rızıksızlığa Razık, güçsüzlüğe Kadir, sevgisizliğe Vedûd ve hakeza. İstinad noktaları saymakla bitmez, bilene…

Bu durum Kâinata meydan okuyacak kadar insanı cesaretlendirecektir.

Evet, o nurun basiretiyle kâinatı okuyup manasını anlayan bir hakikî Mü’min o kâinatın maddesine meydan okuma makamında huzura kavuşacaktır.

Evet îman hem nurdur, hem de kuvvettir…

* Bkz: Emirdağ Lâhikası, (YAN), s. 676-680.

İrfan Süleymanoğlu

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*