Ölçü, tartı, mizan

Mukaddes kitabımız Kurân-ı Azimüşşân’ın insanlara hitaben en çok ders verdiği hususlardan biri de, ölçülü-dengeli davranmak, tartıya-mîzâna dikkat etmek şeklindedir. (Fil-mîzân.)

Kezâ, aynı manayı ders veren “Hayrul umuri evsatuha” Hadis-i Şerifi mealen şöyledir: Her şeyin hayırlısı orta yolda (dengeli) olanıdır.

Bu kudsî kaynaklardan herkes kendisi için gerekli dersleri çıkarmakla mükelleftir. Buradaki mükellefiyet, bize tepkide-teveccühte, tenkitte-takdirde, dostlukta-düşmanlıkta, övgüde-yergide dengeli, ölçülü, muaddel davranmamızı icap ettiriyor. Böylesi bir davranış, en hayırlı olan “hadd-i vasat” anlamına gelir ki, bizim ifrat ve tefritten uzak durmamızı sağlar.

*

Ölçülü davranmak, aynı zamanda hadden aşmamak, istiabdan taşmamak demektir. Bunun aksine gitmek, bir şekilde mutlaka zarar verir. Malumdur ki, “Derman bile hadden aşarsa dert getirir.” Hatta, bazan da zehir hükmüne geçer.

Meselâ, bir şahsı, yahut bir fikri tenkit ederken, insafa sığmayacak, yahut dengeyi-müvazeneyi bozacak derecede mübâlâğaya kaçmamalı. Zira, mübâlâğa dediğin aynı zamanda “zemm–i zımnî”dir. Yani, gizliden zemmetmek, farkına varmadan küçümsemek demektir. Hem, mübâlâğa, aynı zamanda ihtilâlcidir, bozguncudur. Sebebi şu: Daima büyük olanı küçük, küçük olanı büyük göstermeye çalışır.

Takdir gibi, tenkid ederken de meselenin dozunu, ayarını kaçırmamalı. Hele hele, hakarete varan tenkitlerden şiddetle kaçınmalı.

Ayrıca şunu da bilmeli ki: Herhangi bir fikri savunurken, yahut bir başkasını tenkit ederken, işi hakaret sınırına götürdüğünüz takdirde, en başta kendi fikrinizin gücünü-kuvvetini zayıflatmış olursunuz. Futbol diliyle, kendi kalenize gol atmış olursunuz.

*

Aynı ölçü ve prensiplere göre, peşin hükümlü bir düşmanlığa da, meddahlıkta bulunmaya da hiç gerek yok. Bu tür ifrat-tefrit hallerinden kaçınmak, imtina etmek lazım. Çünkü, fayda yerine zarar verir.

Burada da, geniş siyaset dairesinden bir misâl vermek yerinde olur. Meselâ, devleti yöneten hükümetlerin iyilikleri gibi, fenalıklarını da olduğu gibi görmeli ve ona göre gereken tepkiyi vermeli. Hatta, seçilecek tâbirleri bile ona göre dillendirmeli. Ne eksik, ne fazla; ne ifrata, ne tefrite kaçmalı.

Bu hususlarla alâkalı olarak, Münâzarât isimli eserde, çarpıcı bir misâl var. Şöyle diyor, Üstad Bediüzzaman: “Eskiden hükümete hücum edenler, bazıları ‘Haydo, Haydo’ derlerdi; bazıları ‘Haydar Ağa, Haydar Ağa’ derlerdi. Ben ‘Haydar’ derdim, şimdi de ‘Haydar’ diyorum.”

Dün olduğu gibi bugünkü hükûmetin de, kafadan hem müdafiî, hem muhalifi durumunda olan kimseler vardır. Muhalif durumda olanın tenkide hakkı var; ancak, bu tenkidini küfür ve hakaret boyutuna taşımamalı.

Aynı şekilde, hükümetin müdafiî rolünde olanlar, özellikle liderin ağızdan çıkan her sözü kanun gibi görmemeli, seçim vaatlerini de “Tüm dertlerin devâsı” gibi görme zehabına düşmemeli.

Demek ki, ayarsız, ölçüsüz, kantarsız şekilde bir tenkit veya takdir cihetine gitmektense, itidalle bekleyip müşahhas gelişmelere yorumlarda bulunmak daha uygun, daha münasip bir davranış biçimi olur.

Velhasıl, herhangi bir konuda tepki verirken, bir şahsı, bir fikri, bir yazıyı yahut bir konuşmayı tebrik veya tenkit ederken, daima dengeli gitmek, prensipli durmak, ölçülü davranmak durumundayız. Şüphesiz, her şey yerinde, zamanında, ayarında, kararında ve dozunda olmasıyla güzeldir. Hep güzeli ve makul olanı tercih etmeli ki, çirkin ve itici olana yer-mahal kalmasın.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*