Ölüm bağıra bağıra ne diyor?

Gerek ölümler, gerekse ölümcül hastalıklar etrafımızda kol geziyor. Gün geçmiyor ki, yakın çevremizden ya bir ölüm hadisesi, ya da bir ağır hastalık haberini almayalım.

Bunların mühim bir kısmı hiç umulmadık, hiç beklenmedik elim vak’alar.

Haliyle üzücü, sarsıcı bir durum. Etkilenmemek, müteessir olmamak elde değil.

Gazete sayfaları ile sosyal medya hesapları “taziye-başsağlığı ilânı ve geçmiş olsun” mesajlarıyla dolu.

Ama, yetmez bunlar ve yetinmemeli bu kadarlıkla: Fiilen de geçmiş olsuna gitmeli. Ölümlerde cenazeye iştirak etmeyi. Helâllik vermeli; sağ iken helâllik dilemeli.

Ne var ki, bu fiili faaliyeti çoğu kez yapamıyorsunuz, yahut yapılamıyor. Malûm, ortada ciddî bir pandemi hassasiyeti ile bulaşma-bulaştırma riski var.

Misafirlikler, sohbetler, ziyaretleşmeler, dost-ahbap görüşmeleri de yine aynı sebepten dolayı minimum seviyeye düşmüş vaziyette.

Ancak, her ne olursa olsun, bilhassa şu helâlleşmeyi yine de yerine getirmeli ve asla ihmâl etmemeli. Zira, ölüm geldikten ve emr-i Hak vaki olduktan sonra, bu işin kazası-telâfisi yoktur ve olamıyor.

Birbiriyle hakkı-hukuku olanların, birbiriyle dâvâlık hale gelenlerin sayısı çoktur. Şu olağanüstü vetirede, irtibatları da büyük ölçüde kesilmiş durumda. Helâlleşemeden öbür tarafa gitme ihtimali, ne yazık ki pek yüksek görünüyor. Hesapların öbür âleme intikal etmesi, her mü’min kişiyi derinden derine düşündürmeli ve onu hayatta iken harekete geçirmeli.

Bilhassa son zamanlarda daha bir yüksek sadâ ile gelen ölümlerin, şüphesiz daha başka mesajları var. Ne mutlu, o mesajlara kulak verip hissesini alanlara.

Hülâsa: Ölüm, pek sarsıcı bir hakikat olduğu gibi, aynı zamanda en büyük bir nasihatçidir. Katılaşmış kalpleri bir güzel yumuşatır. Fevri söz ve davranışları dengeli hale getirmeye vesile olur. Kişiyi daha dikkatli ve daha itidalli olmaya yönlendirir, yahut yönlendirmede tesirli bir rol oynar.

Mora İsyanı ve üç büyük düşman

Osmanlı Devletini gerek içerde ve gerekse dışarda kuvvetten düşürerek çöküşe doğru sürükleyen en dehşetli hadiseler zinciri Sultan II. Mahmud’un devr-i iktidarında (1808-1839) yaşandı.

İşte, o dehşetli hadiselerden biri de, Mora İsyanının bütün şiddetiyle devam ettiği 1821’in Eylül ayı sonlarında meydana geldi. Arkasına İngiltere, Fransa ve Rusya’nın desteğini alan Rumlar, 23 Eylül günü binlerce Osmanlı askerini şehit ettiler. Bazı kayıtlarda, toplam şehit sayısının otuz bin kadar olduğu ve Osmanlı donanmasına ait bütün gemilerin imha edildiği rivâyet ediliyor.

Mora isyanı, yine mezkûr üç Avrupa devletinin yardımıyla ve Yunanistan’ın Osmanlı’dan koparak bağımsızlığa kavuşmasıyla neticelendi.

Bu durum, Osmanlı’da yeni bir dönüm noktasını teşkil etti. Zira, asırlardır Osmanlı idaresinde yaşayan topluluklardan biri ilk defa savaşarak bağımsızlığını ilân ediyordu.

Daha evvel yaşanan Sırp İsyanı, sadece “yarı bağımsız” bir siyasî gelişmeyle sonuçlanmıştı. Yunanistan’ın bağımsız hale gelmesi ise, Balkanlar’daki diğer bütün unsurların aynı yöndeki damarlarını depreştirdi ve onları birer birer Osmanlı’ya karşı isyana teşvik etmiş oldu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*