Rüyada bir hitabeden mesajlar

Bediüzzaman Hz. 335. Senesi eylülünde M. 1918’lere tekabül eder ve o zamanlar Birinci Dünya Savaşı sonları ve Osmanlı’nın düvel-i muazzam’a karşısında hükmen mağlûp sayıldığı yıllardır ve bu hali hazinaneyi Bediüzzaman şöyle tasvir ediyor:
“Dehrin hadisatının verdiği ye’s ile şiddetle muzdarip idim. Şu kesif zulümat içinde bir nur arıyordum. Manen rüya olan yakazada (uyanıklıkta) bulamadım. Hakikaten yakaza (uyanıklık) olan rü’ya-yı sadıkada bir ziya gördüm. Tafsilatı terkile, yalnız bana söylettiririlmiş olanları kaydedeceğim şöyleki” deyip, bir Cuma gecesi gördüğü rüyasını, uzunca anlatır.

Biz o rüyayı bazı alıntılarla özetlemeye çalışacağız:

Biri geldi dedi. Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem, seni istiyor.

Gittim emsalini dünyada görmediğim selefi Salih’in ve Asar’ın mebuslarından her asrın mebusları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicap ettim, kapıda durdum.

Onlardan bir zat dediki:

– Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de, re’yin var, fikrini beyan et!

Bu cümleden anlaşılan: O zat Efendimiz (asm) ve Üstad da bu asrın mebusu.

Ayakta durup dedim: Sorun cevap vereyim.

Biri dedi: Bu mağlûbiyetin neticesi ne olacak, galibiyette ne olurdu?

Dedim: – Musîbet şerri mahz olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri İ’lâ-i Kelimetullah uğruna farzı kifaye-i cihadı deruhte ile, kendini âlem-i İslâma fedaya vazifedar ve hilâfete bayraktar görmüş olan bu Devleti İslâmiyetin felâketi âlemi İslâmın saadeti müstakbelesiyle telâfi edilecektir.

“… pek cüz’î ve mütehavvil ve mahdut olan hali, geniş istikbal ile mukabele eden kazanır”.

Birden meclis tarafından denildi:

– İzah et!

Dedim: Devletler, milletler muharebesi tabakatı beşer muharebesine terki mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi “ecir” olmakta istemez. Galip olsa idik düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye, belki daha şedidane kapılacak idik…

Tekrar biri sordu:

— Musîbet, cinayetin neticesi mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiiliniz ile “kadere” fetva verdirdiniz ki, şu musîbetle hükmetti. Musîbet-i amme ekseriyetin hatasına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir?

İslâmın şartlarını ihmalinin sonuçları: Bu vesileyle Bediüzzaman İslâmın şartlarına uymamanın sosyal hayattaki dünyevî cezalarını da, şöyle anlatır:

Dedim: Hâlık-ı Teâlâ bizden yirmi dört saatten yalnız bir saati beş vakit “namaz” için istedi. Tembellik ettik, beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat ile bir nevi (düşman gülleleri karşısında) namaz kıldırdı.

Senede bir ay “oruç” istedi. Nefsimize acıyıp oruç tutmadık. Kefareten beş sene (seferberlikle) oruç tutturdu. ‘On’dan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği mallardan “zekât” istedi. Buhl (cimrilik) ettik, zulmettik oda bizden müterakim birikmiş zekâtı (onda dokuz, kırkta, otuz) aldı. (Ceza amelin cinsindendir kaidesi aynen uygulanarak) öşür onda bir iken onda dokuzunu, para, altın ve gümüşten kırkta bir iken otuzunu aldı hatta buna Osmanlı hinterlantı da dahil, çünkü önceleri 24 milyon km kareye hükmederken bu alan Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 770 binlere düştü ki o dahi bu hesaba dahildir.

Mükâfatı hazıramız ise: Bu fasık, günahkâr bir milletten humsu (beşte biri) olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı. Gazilik şehadetler verdi. (Yani savaştan önce yirmi milyonken dört milyonu şehit vererek 15-16 milyon civarına inmemize işarettir.)

Müşterek hatadan neş’et eden müşterek musîbet, mazi günahını sildi” diyerek bu felâket ve şehadetlerle kefaretin ödendiğini ifade ediyor ancak haccın burada zikredilmediğini görüyoruz.

Hatta “Rüya hacda sükût etti” deyip böylece onun önemine binaen ayrı mütalâa edileceği anlaşılıyor ve yaklaşık bir ay sonrada haccın muhasebesi yine bir rüyayı Sadık’a ile yapılıyor. Ancak “söylettirilmiş olan mesajlar”dan bazıları ise şunlardır:

“Şu musîbet, Maye-i hayatımız ve ab-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyetin inkişaf ve ihtizazını harikulâde ta’cil etti. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz. Üçyüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. Müşevveş olan hali geniş istikbal ile mukabele eden kazanır.

Nev-i beşere rahmet olan Kur’ân, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.

Kurun-u ulanın mecmuu’ vahşetini, bu medeniyet bir defada kustu!

Şeriat-ı garadaki medeniyet nasıldır? Sorusuna karşı ise: —“Şeriat-ı Ahmediyenin (asm) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki; medeniyet-i hazıranın inkişaından (parçalanmasından) inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine müsbet esaslar vazeder.

Düşmanın düşmanı düşman kaldıkça dostdur; nasıl ki, düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.

—Evet, ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbatı içinde, en yüksek gür sâdâ İslâmın sâdâsı olacaktır.—

Gibi müjdeli mesajlar verilmiştir ki, bu mesajlar aslında Fahri Cihan Efendimizindir (asm).

Okuyucuların yüksek idrakine arz olunur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*