Işık Doğu’dan gelir

Avrupa ve topyekûn Batı; dünyanın büyük bir bölümünü, “Doğu” diye küçümsedikleri zaman bir problemle karşılaşırlar.

Hemen; “din”, “yazı” ve diğer birçok değerlerinin Doğu’dan geldiğini, Şark’tan neşet ettiğini hatırlamak zorunda kalırlar. Bundan dolayı vaktiyle bir papaz, “ex oriente lux” (ışık doğudan gelir) diyerek; medeniyet, din ve kültürlerinin geliş yönüne işaret etmiştir.

Öyleyse Doğu’yu ve Doğuluları başka türlü anlatmalıydılar. “Nasara Taifesi” Hazreti İsâ’nın topraklarını da içinde barındıran coğrafyaya çok da tepeden bakamazdı. Ayrıca Avrupa ve Amerika’da artık bir güç olarak sivrilen Benî İsrail ideolojisi olan Siyonizm de “Arz-ı Mev’ûd”u unutamazdı. Bu coğrafyayı ve sakinlerini Aborjinlerle veya Kızılderililerle bir tutamazlardı.

Zaman oldu biraz saygı duydular, ama “aşağılama” psikolojisinden de kurtulamadılar. Hatta bu “aşağılık duygusu” en başta Doğulunun yakasına yapıştı.

Bizzat şahit olduğumuz sayısız misallerden sadece birisine bakınız ki, Van’da komşum olan Kürt kökenli bir müdürle bir taziye evinde sohbet ederken, “Böylesi taziyeler, geri kalmış ülkelerde olur, uygar Batı’da olmaz” demişti. Aslında Batı’da da olur, ama gün içinde belli bir süre, kendi usûllerince başlayıp biter. Lâkin asıl problem; taziye oturmalarını “gerilik”, aksini ise “uygarlık” sayma zihniyetindedir.

Zamanla bütün açılardan Doğu aşağılandıkça Batı yüceltilir oldu. Batı özentisi ve taklitçiliği uğruna, güzel yurdumuzda dininden taviz verenler, hatta vazgeçenler; gele gele devlet kademelerinde ve devletin başında yer alınca, siyasetin dinsizliğe alet edilmesi talihsizlikleri de revaç buldu.

Güzel ülkemizde tam da böyle bir dönemde Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar imdadımıza yetişti.

Ders, çare, çözüm ve reçetelerin muhatabı insan ve insanlık âlemi olmakla beraber, İslâm âlemini, içinde bulunduğu çaresizlik kıskacından çekip çıkaracak çareler ve reçeteler Kur’ân’dan ihsan edildi. Yeter ki duyurulsun ve yeter ki kulak verilsin.

Bediüzzaman, Kur’ân Medeniyetiyle Avrupa Medeniyetini mukayese ederken, yalnızca Avrupa coğrafyasındaki ülkeleri kastetmez. Avrupa ya da Batı Medeniyeti kavramları ile, kaynağını Roma medeniyetinden ve Eski Yunan felsefesinden alan; menfaate, heva ve hevese dayalı sefih medeniyeti kasteder.

Bu yüzden Bediüzzaman’ın Kur’ân Medeniyeti ile Batı Medeniyetini kıyasladığı bölümler lokal değil, cihanşümuldür. Dünyanın siyasî ve ahlâkî yapısına Kur’ân-ı Kerîm’in bahşettiği prensipler doğrultusunda çözüm teklifleridir.

BATI’NIN KALBİNE GİDEN YOLDA

Pandemi öncesinde Avusturya’nın da dahil olduğu Avrupa hizmet bölgemizde her yıl icrasına çalıştığımız programlar olurdu. Avrupa Yeni Asya okuyucularının böylesi hizmet organizeleri başlayıp biter, ama; gönüllere, fikirlere ve hizmet şevkine aşıladığı dersler ve güzellikler devam eder. Nasıl mı?

Karşı karşıya olduğumuz olumsuz ve sevimsiz hadiseler ve cereyanlar karşısında, müfritane irtibatın ve tesanüdün ne kadar mühim ve vazgeçilmez olduğu fiilen ve halen ispat edilir.

İslâm ve insanlık âlemindeki tarihî misyonu dünyaca tanınmış ve kabullenilmiş bir Türkiye’nin Avrupa’yla olan sosyal ve siyasî bağının günden güne güçlenmesinin, dünya barışı ve insanlık adına ne kadar gerekli olduğunun ilmî ve fikrî cephesine tahkimat yapılır.

Muhabbet, uhuvvet, ihlâs, sadâkat, tesanüd, irtibat, meslek ve meşreb düsturları pekiştirilir.

Zihinler, siyasî ve dünyevî gündemin anaforundan çekilip, asıl hizmet ve vazife alanlarında yoğunlaştırılır.

Ve daha bir çok fayda ve hikmetlerine şahit olduğumuz doyurucu ve ferahlatıcı programlar organize edilirdi, edilir, edilecek inşaallah..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*