Ölüm hayat kadar güzeldir

Hayat, güzel işler yapabilmek için, bizlere nimet olarak verilmiştir.

Ömür bir sermayedir ve sermayeyi doğru şekilde kullanmak gerekir. Ömür bitip ölüm çatınca amel defteri kapanacağından, sermaye biteceğinden, vakitleri şimdiden güzel işlere yormak en önemli vazifemiz olmalıdır. Mülk Sûresi 2. âyette, “Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da O yarattı.” buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimeyi okuyunca aklıma şu sorular geldi: “Güzel işler yapmak için hayat gereklidir elbet, ancak ölüm bunun neresindedir? Güzel işler için ölüm de mi gereklidir? Ölüm; son, bitmek, tükenmek değil midir? Güzellik bunun neresindedir?”

Dünya salgın musîbetiyle uğraşıyor ve ölümler peşi sıra açıklanıyorken, ölüm hakkında daha doğru bilgiler elde edebilmek için bu konu hakkından bir Risale-i Nur dersi organize ettik. YouTube Risale-i Nur TV kanalında her Cumartesi saat 20.00’da başlayan müzakereli gençlik derslerimizin bir haftasında müzakere konusunu ölüm olarak belirledik. Adana’dan üniversiteli genç kardeşimiz Hasan Hüseyin Uçar’ın hazırlandığı derse Urfa’dan eğitimci Sebahattin Yaşar ve biz de katıldık. Ve birçok sorunun cevaplandığı dersimiz, bu yazının da menbaı oldu. Müzakereli dersin meyvelerini bu yazımızda paylaşacağız inşallah.

Güzel işler yapabilmek için hayat ne kadar gerekliyse, ölüm de o kadar gereklidir. Çünkü kişinin hayata bakış açısı yaptığı işlerin mahiyetini değiştirebileceği gibi, ölüme bakış açısı da aynı şekilde yaptığı işleri güzelleştirebilir ya da çirkinleştirebilir. Nasıl ki hayata ümidini yitirmiş bir şekilde, karamsar bakan bir kişinin yapacağı işler beğenilmez, aynı şekilde ölümü de bir yok oluş, bir dehşet olarak gören birinin, her an ölümle karşı karşıya gelebilme endişesi yüzünden, dünyada yapacağı işlerin güzel olması beklenmez. “Nasıl olsa ölüm gelip her şeyi yok edecek” düşüncesi, kişide şevk bırakmaz. Bu düşünce yaşama enerjisini bitirir, ümitleri söndürür.

Bu yüzden ölümü iyi tanımamız, o gün gelmeden, yani ölüm bizi ya da sevdiklerimizi ziyaret etmeden önce ölüme güzel bakmamız, bizim dünyevî ve uhrevî işlerimizi güzelleştirecek, güzel bakışlardan güzel işler ortaya çıkacaktır.

Bediüzzaman Hazretleri, ölüm de hayat gibi mahlûktur, der. Ölüm, kendisini somut bir biçimde, bir vücut olarak göremesek de bir varlıktır, Allah’ın yarattığı vazifeli bir mahlûktur. Allah’ın vazifelendirdiği bir mahlûk nasıl kötü olabilir?

Risale-i Nur’da ölüm, bir başlangıç olarak anlatılır. Başlangıçlar her zaman şevk verir. ‘Son’ olarak görülen her şey içerisinde ümitsizlik barındırır. Ancak başlangıçlar hep ümit doludur. Evet, ölüm bir başlangıçtır, son değil. Nasıl ki bir tohumu toprağa atınca, gerekli şartlarla beraber olgunlaşıp çatlıyor ve bir sünbül veriyor. Görünüş olarak o tohum ölüyor, ancak işin aslı, yeni bir hayat başlıyor.

İşte bizler için de ölüm, yeni ve bu dünyadan çok daha güzel bir hayatın kapısını aralıyor. Böyle bir başlangıca ulaşabilmek, kişiye ümit verir, hayattan lezzet aldırır. Hayattan lezzet almak, ölüme bakış açısı ile doğrudan ilişkilidir.

Tohumun güzelce yoğurulup olgunlaşması, sonra kabuğunu çatlatması, sonra meyve vermesi gibi, insan da hayattaki musîbetlerle olgunlaşır. Olgun bir insan, tohumun çatlayıp sünbül ve meyve vermesi gibi, ahirette güzel meyveler verecektir. Demek, ahiret hayatında rahat etmek için, dünyada yoğurulmak gerekiyor. Burada olgunlaşıp tohumu çatlatan, orada meyve verecektir.

Hayat, plan ve program ile yazıldığı gibi, ölüm de o programa tabidir. Mevsimlerin döngüsüyle bir- likte sonbaharda dökülen yapraklar da aynı programa tabi, biz de o programa tabiyiz. O çark dönecek, onlar da vazifeli, biz de vazifeliyiz. Bu yüzden ölüm, vazifeden paydostur. Bir asker gibi, görevini tamamlayıp terhis olmaktır.

Vücut hücrelerimizin ne zaman öleceği onların genlerine kodlandığı gibi, insanın da ölümü planlı, düzenli, tam zamanında, ne bir saniye önce ne sonra, o an takdir edilmiştir. Bu takdire teslim gerektir. Çünkü her insan nefis taşır ve kimse gelecekte ne olacağını bilemez. Ölümün vaktini tayin eden, bizim gelecekte ne gibi günahlar içine düşebileceğimizi de hesaba katarak tayin etmiştir.

O, her şeyi hikmetle yapıyorsa, ölüm vaktimizi de çok hikmetli bir şekilde tayin etmiştir.

Ölümü kavuşmak olarak görmek ile ayrılık olarak görmek arasında psikososyal açıdan uçurum vardır. Sevdiklerine kavuşma mutluluğuyla ölümü gülerek karşılayan, dünyada da mutludur, çünkü ölümün hikmetini anlamıştır, ahirette de sevdikleriyle birlikte mutlu olacaktır. Ancak ölümü bir ayrılık olarak gören kişi, dünyadan ayrılma korkusuyla yaşar. Tıpkı bir bebeğin daracık ana rahminden çıkarken ağlaması, geniş bir hayat âlemine gittiğinin farkına varmaması gibi… Bu açıdan baktığımızda ölüm bizler için bir nimettir, geniş ve güzel bir hayata bize ulaştıran bir nimet…

Ölümün nimet oluşunu dünya hayatının zorluklarından dolayı intihara kalkışacak, cinayet işleyecek, büyük günahlara girecek kişilerde de görebiliriz. O kişilerin böyle çirkin hallerden önce vefat etmesi, büyük günahları işlemeden ölmesi, vicdanı hâlâ hayattayken vücudunun sona ermesi nimet değil midir?

Ayrıca insanı dünya musîbetlerinde ölüm kurtarır, bu açıdan da bir nimettir. Bunu, virüs salgınından hemen önce vefat eden anneannemde gördüm, dünyanın sıkıntılı hallerinden kurtulan anneannem- de… Kalp rahatsızlıklarından dolayı belki de hastanelerde, yoğun bakımlarda zahmet çekmeden, e- vinde ‘rahat rahat’ vefat etmesi onun için elbette bir nimettir. Bu ölüme nimet değil diyebilir miyiz?

Elbette ölüm nimettir ve hayat kadar önemli, hayat kadar hususî, hayat kadar hikmetli bir nimettir.

Mustafa GÖNÜLLÜ

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*