Rasihun nedir?

Rasihun, Kur’an-ı Kerimde ismi olan, içtimai hayatımızda cismi anlaşılamayan bir terim.

Bu terim bizzat ayet-i kerimelerde geçmesine rağmen birçok alim, hoca ve bilhassa ulema-is’sû, bu tabirlerin semtine uğramaz veya bu tabirleri tahrife yeltenir. Fakat, “Gaybı ancak Allah bilir, başkasına isnat etmek şirktir.” diye de, kanaat izhar ederler. Suret-i haktan gözükerek bir de bunun adını “Kur’an Müslümanlığı” ilan ederler veya zehri altın kupa içinde sunarlar. O halde biz önce, bu terimlerin geçtiği ayet-i kerimelerin meallerini, sonra da, sosyal hayatımızdaki karşılığını bulmaya çalışalım.

Evet, “râsihun” tabirinin geçtiği ayet-i kerimelerden birinin meali: “Sana kitabı indiren O’dur. O’nun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın esasıdır. Diğerleri de, müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu te’vil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki onun te’vilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: ‘Ona inandık hepsi Rabbimiz tarafındandır.’ derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim olanlar düşünüp anlar.” (Âl-i İmran, 7). Bu ayet-i kerimeyi bir kısım mütercimler böyle meallendirmişlerdir.

Bir kısım müfessirler de, aynı ayet-i kerimeye şöyle meal veya mana verirler: Bunlar “ve’r-rasihun” kelimesindeki “vav” harfini bağlaç kabul etmişlerdir ki, bu takdirde mana şöyle olmaktadır: “Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah ve ilimde yüksek payeye erişenler bilir.” (Âl-i İmran, 7). Bu “râsihun” tabiri aynen Nisa, 162’de de geçmektedir. Mekan darlığından ayrıca zikretmiyorum.

Bu anlayışa göre Kur’an-ı Kerim’deki hatta hadis-i şeriflerdeki müteşabihatın anlamları, zaman içinde ilmin gelişmesi ve hadisatın olgunlaşmasıyla anlaşılabilecek ve çözülebilecek meselelerdir. Mesela, Deccal ve Mehdi hakkındaki ayetler ve hadisler de müteşabihattan olduklarından, onlar gelmeden bu eşhas-ı Âhirzaman’ın mahiyetini anlamak adeta imkânsız gibidir. Onun için, “Deccalı ancak Mehdi anlar” buyrulması manidardır. Zira, bu müteşabihatı anlamak aynı zamanda o olayı yaşamayı da gerektirir. Bu durumun, boyutlarının olduğunun göstergesidir. Zaten bir dâhiyi de, bir başka dâhinin ancak anlayabileceği hakikatine göre, bu şahısları tam teşhis sıradan insanların işi değildir. Yerinden kalkan ve kendini alim sanan herkesin, “Nâdanlar eder sohbet-i nâdanla telezzüz, divanelerin hemdemi divane gerektir” kabilinden ahkâm kesmesi, şapı şekere karıştırmak olur. Demek cemiyetteki her söze kulak verecek değiliz. Bunların hakikat nezdinde hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bir de Cenab-ı Hak zaten: “Bilmediğinizi (işin ehline) sorun.” buyuruyor. Ondan dolayı böylesine önemli bir meselede, sıradan insanlar muhatap olmamalı. “İdrak-i maâlî bu küçük akla gerekmez, / Zira bu terazi o kadar ağır sıkleti çekmez.” diye boşa söylenmemiştir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*