Ratzinger´in itirazı

Vatikan’ın “Glaubenskongregation” dedikleri “Hıristiyanlık İnançları Kongresi”nin idarecisi Joseph Ratzinger’le Le Figaro gazetesinin yaptığı mülâkatın yankısı sürüyor.

Papadan sonra gelen en önemli “kardinaller kurulu”nun tesirli üyesi bir kardinalin Vatikan’ı temsîlen konuşup konuşmadığını başka zamanlara bırakacağız. Yalnız Avrupa Katolik Kilisesinin görüşü olarak da arşivlere girdiğini kabullenmek zorundayız.

Ratzinger’in görüşlerine geçmeden önce, siyasette genellikle tarafsız duruşuyla bilinen kilisenin siyasî ve kültürel polemiklere sebep olacak bir konuda görüş beyan etmesi, kanaatimizce kardinalin pozisyonunu sıkıntıya sokar. Zira bir çok çevre mülâkatın mahiyetini anlamadan “üstün körü” anlamalarla konuşup karar vereceklerdir. Meselâ Türk basınındaki yansımalarını ilk okuduğumda şaşırmıştım. Mülâkatın orjinal metnine ulaştığımda, beyanatın bir çok yönden çarpıtıldığını müşahade ettik. Evvelâ kardinalin “sıkı ve kuvvetli münâsebet” vurgusu terk edilerek, Türkiye’nin AB’yi bırakıp yalnızca Araplarla bir birliktelik oluşturması, ifadesi öne çıkarılmış.

Ratzinger’in Türkiye’nin AB’ye girişine karşı olan görüşlerine katılmamakla birlikte, bazı doğruların altını çizmek zorundayız. Mülâkatta, farklı kültürlere mensûbiyetimizle, farklı dünyalara sahip olduğumuz söylenmiş. Bu doğru yeni değildir. Yedi-sekiz seneden beri dostlarımız bunu söyleye geliyorlar. Türkiye bu hakîkati kabullenmeden hiçbir tarafa yönelemez kanaatindeyiz. AB raportörlerinin beyânatlarını dikkatlice incelediğimizde de aynı şeylerle karşılaşıyorsunuz. Yani sahip olduğumuz inanç, kültür ve diğer zenginliklerimizle AB’ye gelmemizi istiyorlar. Kemalizmin; ne din, ne ideoloji, ne felsefe ve ne de hayat görüşü olduğuna inanmayan AB yetkilileri Türkiye’nin Müslüman ve demokrat kimliğini takmasını istiyorlar. Zavallı Powell de bu hakîkati ifadeye çalışmıştı ki neoconlarla muhafazakârlarımızın hışmına uğramıştı.

Ratzinger Türkiye’nin tarihine, tarihî misyonuna, kültürel yapısına ve stratejik konumuna vurgu yapıp, kendisinin bir şeyler meydana getirmesini ve oluşturduğu ittifakla AB ile sıkı işbirliğine gitmesini istiyor. Türkiye’de AB hakkında detaylı bir anket yapılsa çok ilginç sonuçlar ortaya çıkar, kanaatindeyiz. Türk halkının AB sevdalısı olmadığı, yalnızca baskıcı sistemin cenderesinden kurtulmak, sanayi ve ticaretini geliştirmek için AB’ye yeşil yeşil baktığı ortaya çıkar. Yani Türk milleti Avrupalı halklarla bir arada bulunma meraklısı değil, belki Avrupa’da ilimle ortaya çıkan “insanî değerlerden” kendi adına istifade etmek istiyor. Devletteki düzen ve şeffaflığı, sosyal münâsebetlerdeki rahat hareketi ve gıpta ettiği kânun hâkimiyetini arzulayan insanlarımız, bunun AB ile gerçekleşebileceğine inanıyorlar.

Ratzinger’in Türkiye’nin bu yüzünü tanıdığına inanmıyorum. Biraz da geleneksellik kokan bir konuşmaydı. Yani Avrupa’nın hayatî problemlerini ıskalamış bir konuşma… Dinsizliğin, ahlâksızlık ve sefahati alabildiğine kullandığı, Avrupa’nın mukaddesâtlarına açıkça saldırdığı ve bu saldırganlığını gelenekselleştirmeye çalıştığı bir zamanda, kilisenin ve Avrupa’nın “Müslüman bir Türkiye’ye” olan ihtiyacını hiç kimse saklayamaz. Dinsizlerin en aktüel silâhlarının “ahlâksızlık” ve “bozgunculuk” olduğunu Ratzinger Papadan daha iyi bilmeli. Bilhassa cinselliğin vahşice istismârı karşısında kilisenin lâl u ebkem kalışı inananlara hüzün veriyor. Avrupa’nın metropol belediye başkanlıklarına “eşcinselleri” seçtiren dinsizler, hür demokratların başkanı Westerwelle’nin eşcinselliğini ilân ile yeni siperler edindiler. Yani, Avrupa´nın övündüğü demokrasiyi ve demokratik kurulları işleterek toplumu; inanç, ahlâksızlık, sefahat ve tembellik noktalarında nasıl etkileyebileceklerini adeta dünyaya ilân ediyorlar. Hem Ratzinger, hem de Ratzinger´in hemşerisi Stoiber´in bu realiteleri AB-Türkiye münâsebetlerinden önce nazara almalarını ümit ederiz. Ayrıca Müslüman Türkiye’nin, dinsizlik cereyanları karşısında kilisenin çaresiz kaldığı mücâdelede “Hıristiyanlık dünyasına” hayatî katkılar sağlayacağını da söyleyebiliriz.

Ratzinger bir Bavyeralı olarak konuşmuş. Tıpkı küçük hedeflere kilitlenmiş Bayernli politikacılar gibi… Gönül arzu ederdi ki Hıristiyan dünyasının kilisesi olan Avrupa’nın kalbindeki devletin hassasiyetleriyle konuşsaydı. İnsanî değerleri temsil iddiasındaki Avrupa’nın hassasiyetleri Bayernlilerin küçük politik hesaplarına kurban edilmemelidir, kanaatindeyiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*