“Risale-i Nur’da iman esasları ispat edilir”

Risale-i Nur eserlerinde materyalist cereyanlara karşı uluhiyet, nübüvvet, haşir, melaike gibi iman esasları ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Kur’ân’ın Allah kelâmı oluşunun Kur’ân âyetleri ve aklî deliller ile açıklaması geniş şekilde yer almıştır.

Veysel Bey, Bediüzzamanı nasıl tanıdınız? Eserleri ve değerli şahsiyeti ile birlikte, bir değerlendirmede bulunur musunuz?

Said Nursî ismini ilk defa 1973-74 yıllarında merhum Şahin Yılmaz Hoca idaresindeki Akhisar Hilâliye Kur’ân Kursu’nda duydum. Hocamız sabah namazı sonrasında Risale-i Nur Külliyatı’ndan dersler yapardı. Bu dersler Allah’ın varlığı ve tevhidle ilgili zihnimde oluşan ilk rasyonal / aklî açıklamalar oldu. Kursta hafızlık eğitimine başlamıştım. Ailemin müdahalesi ile hafızlığın 3. ayında kaydım, Demirci İHL alındı. Said Nursî’nin kitapları ile ilgim İHL.de devam etti. Yurtta kalırken, Risale sohbetlerine devam ettiğim için bazı hocalar ve disiplin kurulu üyelerinin soruşturmasına maruz kaldım. Sık sık yurttaki dolaplarımız “yasak kitap” kontrolünden geçiyordu. Ya Risale-i Nur Külliyatı’ndan kitaplar, ya da solcu yayınlar yüzünden öğrenciler disipline sevk ediliyordu. Meslek derslerine giren bir hocamız Risale sohbetlerine “devam etmemem” gerektiği konusunda uyardı. Dersinden başarılı olduğum için beni severdi. Bir, iki ikazdan sonra, nöbetçi olduğu bir gece elindeki boya karıştırmada kullanılmış sopa ile bana fizikî şiddet uyguladı. Kollardan başlayıp sırt ve başıma, “kendisini rahatlatacak kadar” vurdu. Sonradan bu hoca ile birlikte sınıflarda Risale-i Nurlar’ı okuyanları aleni tahkir eden bazı meslek dersleri öğretmenleri Ege bölgesindeki bazı ilçe ve illere sürgüne gönderildiler.

Yurtta kaldığım süre içinde “yasak kitap statüsünde” görülen “Risaleleri yurda getirme suçu” sebebi ile disipline sevk edildim. İki İHL hocasının arasında disiplin kurulunda Avni Gürakar vardı. Avni Hoca o zaman ileri boyutta bir solcu idi. Altın sarısı kıvırcık ve uzun saçları ile yüzüne bakmaya bile korkardık. Haşmetli bir adamdı. Solcu öğretmenlerin üyesi olduğu TÖBDER’e gidip gelirdi. Matematik dersinde ilk yıllar iyiydim. Hoca, disiplin kurulunda, “Bu çocuğu tanırım, ilerde belki iyi bir matematikçi olabilir” diye “dindar hocaların” okuldan atılma kararına engel olmuş. Yıllar sonra 2000’li yılların başında öğrendim. Hocamız Isparta’da öğretmenlik yaparken ihtida etmiş. Umre ziyaretinde bulunmuş, iyi derecede Kur’ân öğrenmiş, (Ankara) AŞTİ yakınlarındaki bir camiye vakit namazlarına gidiyor ve orada imam olmadığı zamanlar imamlık vazifesini yapıyormuş. Mesut Kula sınıf arkadaşımdı. Ankara’da bir milletvekilinin yakını ve onun danışmanı olarak ikamet ediyordu. Onun vesilesi ile telefonla görüştük. İHL hocalarının okuldan atılmam için gösterdikleri “gayretin elinden” kendi ifadesi ile o kurtarmış. Emeklilik hayatında Ankara’ya yerleşmişti, Olayın ayrıntılarını AŞTİ civarındaki evinde ziyaretim sırasında öğrendim.

Bediüzzaman’ı tanımamda Demirci İH’de lise birinci sınıfta dersimize giren Edebiyat öğretmeni Ahmet ÇETE ve aynı yıllarda Demirci’ye gelen okul Müdürü İbrahim Ünal Hocamızın katkıları çok oldu. Demirci o zamanlar çok hareketli bir ortama sahipti. Solcu ve sağcı cereyanların her birine ait lokal, dernek ve evleri vardı. Okullarda öğrenciler arasında da bu grupların sözcülüğünü yapanlar eksik değildi. Bu ortamda, inançlarımızın temellerini dinî boyutu yanında akıl ve mantıkla da açıklama gibi ihtiyaçların saiki ile Risale-i Nur sohbetleri ilgimi çekiyor, bu sohbetlere devam ediyordum. O zaman, Demirci’de açık bulunan bir dershanede vakıflık yapan, hiç evlenmeyerek hayatını bu hizmete adamış Şerafettin Kartal vardı. Hafta sonları oradaki sohbetlere katıldım. Şerafettin Kartal, mütebessim çehresi ve mütevazi hali ile sohbetlere devam etmemizde etkili oldu. Arkadaş çevremiz ve sözünü ettiğim hocaların da katkıları ile Risale-i Nurlar’ı okumaya devam ettim.

Bediüzzaman’ın kimliği ile ilgili bir hayli tesbit yapılabilir. Bu uzun bir araştırma ve incelemenin konusudur. Hakkındaki kitaplar okunmakla ancak onu tanımak mümkündür. Ancak burada kısaca şunu ifade etmek mümkün:

Said Nursî, 20. Asrı çalkalayan, topyekûn uluhiyete olduğu kadar özelde de İslâm, Kur’ân’ın ve Hz. Muhammed (asm) için mücadele etmiştir. 20. asır materyalist cereyanların zirve yaptığı bir dönemdir. Allah’a ve bütün dinî değerlere savaş açan inkârcı materyalist cereyanların fikirlerine karşı, Said Nursî, Tevhid, Nübüvvet, Kur’ân’ın Allah kelâmı olması, tekrar dirilişin anlaşılması ve ubudiyetin zihinlerde tahkimi için hayatını ortaya koyan bir şahsiyettir. O iman ve İslâm esaslarının ifade edilmesi için çalışan bir İslâm âlimidir. Bu meselelere zihin yoran diğer emsallerine göre en önemli farkı, Said Nursî, hayatını tamamen bu işe hasretmiştir. Çünkü, belirli dönemlerde bazı yöneticiler tarafından devletin bütün imkânlarının dinî ve manevî değerleri tahrip etmek için kullanıldığı bir döneme şahitlik etmiştir. Bu dehşetli sel ve afete karşı, o, iman esaslarını akıl ve mantık mizanları ile yoğurduğu kitaplar neşretmek, bunları okuyan kişilerle samimî ve yakın bir ilişki içinde olmak (cemaat oluşturmak), bu cemaatlerin günlük, sosyal ve siyasî konularda da zamana, ortama ve içinde bulundukları şartlara göre, İslâmî hizmeti devam ettirebilmek için, dikkatli adım atmaları konusunda Kur’ân ve Sünnetten süzülen ilkeleri Lâhika mektupları halinde neşrettiği kitaplarla ifade etmiştir. Yakın geçmişte emsali az bulunur bir tarzda, okuma ve müzakere etme üzerine kurulu metodu ile bir çığır açmıştır. Bu çığır Kur’ân ve İslâmın temelini teşkil eden iman esaslarını, çağdaş inkârcı zihniyetlerin gündeme getirdikleri ve İslâmın ve Kur’ân’ın İlâhî gerçekliğini reddetmeye yönelik sorularına karşı, itikadî konuları anlama ve anlatma üzerine bina edilmiştir.

Zamanımıza damgasını vuran Said Nursî gerek şahsî tutum ve davranışı ve gerekse te’lif ettiği Risale-i Nurlar’la ne yapmak istemiş, neyi gerçekleştirmeye çalışmıştır?

Mustafa Bey bu tesbit benim çok ağır, sorunun muhtevası çok geniş, cevabın da ihata edilmesi ve anlatılması bir hayli müşkilâtlıdır. Kendisi hakkında onlarca ulusal ve uluslar arası boyutta konferans, sempozyum ve panellerin gerçekleştirildiği bir kişiyi bir soru ve cevabına sığdırmak mümkün değildir… Ancak benim burada ifade edeceğim “elkatratü tedüllü ala’l bahri” kabilinden yazılabilir.

iman esasları

Merhum Said Nursî’nin kitapları 50-60 civarında dünya diline tercüme edilmiş, belki de onlarca farklı ırk ve dil mensupları arasında cemaatler halinde okunuyor. Hatta Hıristiyan mütefekkirlerden Risaleleri okuyup, sekülerleşme afetine, manevî değerleri ve uluhiyeti inkâr edenlere karşı Risalelerin muhtevası hakkında sitayişkâr ifadeler kullananların varlığı biliniyor. Basına yansıyan bir araştırmada Avrupa’da Risaleleri okuyarak İslâmiyeti tercih edenlerin yüzde 33 civarında olduğu bilgisi veriliyordu. Günümüzde de bu tür haberler sosyal medyadan eksik olmuyor. Daha geçtiğimiz günlerde, sosyal medyaya düşen bir videoda seyrettim. Rusya’da bir Nur Talebesi stüdyoda çekim için Rus spikerlere Risale okuturken, bu kişilerden birisi bir müddet sonra iman ederek İslâmiyeti tercih etmişti. Said Nursî iman esaslarının inkâr edildiği bir dönemde, imanın rükünlerini, Kur’ân âyetlerinin ışığı altında, akıl, mantık ve ilim ölçülerine göre anlatmıştır. Dolayısıyla en büyük hedefi Kur’ân’ın getirdiği temel esasların anlaşılması olmuştur.

Risale-i Nur Külliyatı Türkiye için yaklaşık 30 yıl fetret sayılacak bir devirde dini hizmete devam etmiştir. O dönem itibari ile dinin ve dini hayatın devamı için gayret edenler arasında Said Nursî ve eserlerinin rolü önemli bir yere sahiptir.

Eserlerinde, ilim ile imanı imtizaç ettirerek, insanlığa vermek istediği Kur’ânî mesaj, sizce nasıl bir önem arz etmektedir?

Bir çok dini bütün kişiler ve hatta nüfuzlu âlimlerin, ya hicreti ya da münzevî bir hayatı tercih ettikleri dönemlerde, Said Nursî tarassut altında, tevkifhanelerde, hapishane köşelerinde, hatta tecrid-i mutlak hayatında bile Risale yazmış; çevresinde bir iki kişi ile paylaşmış, onlar aracılığı ile yazılan Risalelerini dışardaki dostlarına göndermiştir. Türkiye’nin bir döneminde bu azim ve gayret o boyuta gelmiştir ki, Osman Yüksel Serdengeçti, bir makalesinde Risaleleri el ile çoğaltanların azmini, “İman tekniğe meydan okudu” cümlesi ile ifade etmiştir. 6000 sahife Risale, el ile çoğaltılarak insanların, İslâm ile, Kur’ân’la, Hz. Muhammed (asm) ile ve dinî şeairle ilgi ve irtibatını sürdürmeye hizmet etmiştir. Dedelerimiz, hatta babalarımızdan Kur’ânların yakıldığı, toplandığı, imha edilgi dönemlerin hikâyesini çok dinledik. İşte Said Nursî bu dönemin âlimidir.

Said Nursî, öğrencilerine ve sevenlerine bir taraftan imanla ilgili konuların ayrıntılarını anlatan parçalar göndermiş, bir taraftan da o ortamda devletin yanlış uygulamalarına karşı, emniyet ve asayişi bozacak hiçbir harekete tevessül etmemeleri yolunda tavsiyeler göndermiş, fiilen de örnek olmuştur. Çünkü, o dönem Türkiye’sinde dinî neşriyat yapan ve tebliğ ve irşad faaliyeti yürütenlerin, kanun ve nizama aykırı görülen küçük bir hareketi bile hapishaneye gönderilmekle bitiyordu. Nursî, müsbet hareket modeli ile yaklaşık 13-14 cilt eserin yayılması ve okunmasını temin etmiştir. O, bu hususta, gönüller üzerinde etkili olmuş, istiğna, iktisat, ihlâs, uhuvvet, hasbilik, sadâkat, teslimiyet gibi duyguları uyarmak suretiyle cemiyetin içinde İslâm ve Kur’ân namına hareket eden bir ilgi odağı olmuştur.

Nursî’nin ne yapmak istediğini, içinde bulunduğu ortamı dikkate almadan anlamak mümkün değildir. Şu andaki âlimler, hocalar, ilim erbabı, araştırmacılar… çok rahat bir ortamda bulunmaktayız. Allah eksik etmesin, onların hali ile bizim durumumuz arasında dağlar kadar fark vardır. Yırtıcı canavarlar ile mücadele eden bir insana, senin boynunda neden kıravat yok denilmez. Sel ve fırtınadan evlâdını kurtarmak için çırpınan bir anneye neden şu işi yapmadan koştun…gibi bir soru abestir. Said Nursî, İmamı Rabbani ve İmamı Gazzali gibi içinde bulunduğu devri okuyup, İslâmın önceliklerini ele almış bir kişidir. O da bir beşerdir, hata ve kusuru olabilir; ancak bütün bunlar kendi şartlarına göre incelenmelidir.

Bediüzzaman’ın en önemli gayelerinden birisi de, eğitimdir. Bunun içinde din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulmasını arzu etmiştir. Bu konuyu değerlendirir misiniz?

Said Nursî’nin eğitimle ilgili hedefleri yüz yıllık bir projektördür. O, bu planın uygulanması için payitahta gitmiş, orada padişahla görüşmek için İstanbul’a gelmiştir. Abdülhamid’in eğitime verdiği  önem o dönemde Anadolu’da açılan mekteplerden bilinmektedir. Ancak Said Nursî Şarkın hassas bir bölge olduğu şuuru ile ap ayrı bir proje ile İstanbul’a gelmiştir: Medresetüzzehra. Şarktan gelip bu teklifle Sultana çıkmak, İstanbuldaki âlim ve büyük zatların bulunduğu bir yerde akla zarar işlerdir! Nitekim kendisi bu fevkalâde işler sebebi ile padişahın da ihsanını reddetmesi sonucu, cinnetle suçlanmış, doktora sevk edilmiştir. Ancak doktor, Said Nursî’de cinnet eseri olduğu kabul edilirse, bütün insanların deli sayılması gerektiği yolunda rapor vermiştir. Şu durum onun eğitime öğretime ne denli düşkün, bunun için hayatı hakir gördüğünün bir işaretidir.

Said Nursî, ülkemiz ve doğu bölgeleri için, en büyük tehlikenin cehalet, zaruret (fakirlik) ihtilâf olduğunu yüzyılın başında dile getirmiştir. 45 yıldır Türkiye’nin başına dolanan terör belâsının ardında da cehalet ve fakirliğin önemli bir payının bulunması, bunun açık göstergesidir. Vatan, din, insanlık ancak eğitimle ayakta durabilir. Eğitim, Türkiye’nin şu anda da halledilmiş bir problemi değildir. Özellikle doğudaki medrese ve modern okullar arasındaki ilişki günümüzde de çalışmalara konu olmaktadır. Üniversitelerin sayısı artmıştır. Ancak muhteva ve nitelik konusunda şikâyetler bitmemiştir… Said Nursî’nin o gün ortaya attığı dinî ve müsbet ilimlerin beraber okutulması düşüncesi gecikmiş olmakla birlikte belki kısmen İHL liseleri ile uygulamaya kondu denebilir. İHL’lerin proje okulu niteliğinde olanlarının bu manaya daha yakın olduklarını ifade edebiliriz. Ancak bu fikir üniversite seviyesinde henüz hakkı ile uygulanmaya konmuş değildir diye düşünüyorum.

Risale-i Nur Külliyatı yazıldığı dönem itibari ile Kelâm İlmi geleneğinde Yeni İlm-i Kelâm Dönemi diye adlandırılan, 20. Asır’da Kelâm ilminin yeni şartlara göre tekrar oluşturulması gerektiği ihtiyacının dile getirildiği bir dönemle ilgilidir.

Risalelerde materyalist cereyanlara karşı uluhiyet, nübüvvet, haşir, melaike gibi iman esasları ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Kur’ân’ın Allah kelâmı oluşunun Kur’ân âyetleri ve aklî deliller ile açıklaması geniş şekilde yer almıştır. Nübüvvetle ilgili geleneksel deliller ve modern deliller kullanılmıştır. Kelâm âlimlerinin çoğunun kabul ettikleri hissî mu’cizelere yer verilmiştir. Özellikle de Allah’ın sıfatları konusunda diğer eserlere göre farklı bir yol ortaya konmuştur. Kader ve kulların fiilleri konusu Allah’ın sıfatları ile birlikte ele alınarak dengeli bir sonuç ortaya konmaya çalışılmıştır. Kelâm ilminin ilgi alanına giren, rızık, hayatın anlamı, ölüm sonrası hayat gibi fertlerin mutlu olmasına yol açan konular çok zengin mukayeseler (hidayet ve dalâlet mukayeseleri) halinde incelenmiştir.

Said Nursî ile ilgili konuşulacak noktalar, şüphesiz bunlardan ibaret değildir. Ancak dar zamanda ancak bu kadarını ifade ederek, meraklıların, müellifin bizzat kendi kitapları.

Çok teşekkür ederim sayın hocam.

RÖPORTAJ: MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ

Veysel Kasar kimdir?

Manisa ili Gördes ilçesi Yaka Köyü’nde dünyaya geldi. İlkokulu köyde, liseyi Demirci İHL’de, üniversite’yi Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde bitirdi. 1985-1992 yılları arasında Yeni Asya Gazetesi’nde bir yıl aile ve 3-4 yıl da dini yazıların toplandığı sahifeleri yönetti. Bu sürede aile ve dinî konularda yazılar yazdı. Bir yıl da Meşveret adlı köşeyi yazdı. Bu süreçten sonra gittiği Şanlıurfa’dan da, gazetenin Hasbihal adlı köşesinde bir yıla yakın haftalık yazılar yazdı. 1992’de Şanlıurfa’da 1.5 yıl MEB’de öğretmenlik yaptı. 1994’de Harran Üniversitesi Rektörlüğü bünyesinde okutman olarak vazife aldı. 1996 yılında Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne öğretim görevlisi olarak geçti. Halen bu fakültenin Temel İslâm Bilimleri Bilim Dalı, Kelâm Anabilim Dalı’nda Doçent doktor öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Kardelen yayınlarında çıkan Kelâm ilmiyle ilgili Halimi’den İslâm İnancının Analizi: Şuabu’l İman, ayrıca İlk Dönem Kelâmında Allah’ın Kudret Sıfatı Etrafındaki Tartışmalar adlı iki eseri, ulusal ve uluslar arası dergilerde yayınlanmış çok sayıda makaleleri ve ilmî toplantılara sunduğu tebliğleri bulunmaktadır. Kasar’ın ayrıca Risale-i Nur Külliyatı ve genel İslâmî konularla ilgili Köprü Dergisi’nin muhtelif sayılarında araştırma ve makaleleri yer almıştır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*