Sadeleştirme üzerine

Her nedense son zamanlarda, zamanımızın en büyük mu’cizevî bir Kur’ân tefsiri olan “Risâle-i Nur”u sadeleştirme diye bir fikir ortaya atılmış. Peki, yaklaşık doksan seneden beri dünyanın her tarafında milyonlarca insanın takdirle okuduğu, elli dolayında dünya dillerine tercüme edilen (tarihte bir benzerini görmüyoruz) bu muazzam tefsir külliyatının sadeleştirilmesi fikri nereden çıktı? Şimdiye kadar böyle bir ihtiyaç duyulmamışken, şimdi neden ihtiyaç duyuldu? Bu fikri ortaya atanların asıl gayesi nedir?

Risâle-i Nur’un daha iyi anlaşılması ve insanların daha çok istifade etmesi mi? Böyle düşünenler, bu hususta asıl vazifeli olan müellifi muhteremi Bediüzzaman Said Nursî’den daha mı çok gayretliler? O, yazdığı eserlerin hangi türde bir ifadeyle daha çok faydalı olacağını bilmiyor muydu? Şimdiye kadar anlaşılmadan boşuna mı okunuyordu? Eğer öyleyse, çok geç kalmış olunmadı mı (?!)

Bu sorular çoğaltılabilir… Fakat asıl olan hakikat neyse onu savunmaktır. Hakikat şu ki, bir asra yakın zaman içerisinde, milyonlarca insanın hidayete ermesine, imanını kurtarmasına veya kuvvetlenmesine sebep olan bu mu’cizevi Kur’ân tefsiri, diğer bütün tefsirlerden ayrı özelliklere sahiptir. En başta diğer tefsirler gibi, müellifinin düşünce ve planlamasına göre değil de, zamanın ihtiyacına göre ilham eseri olarak yazdırılmış bir tefsirdir. Bu husus Risâle-i Nur’un müteaddit yerlerinde, bizzat müellifi muhteremi tarafından çeşitli ifadelerle belirtilir. Buna bir örnek: “…..İşte, bunun gibi, ben de sesim yetişse bütün Küre-i Arza bağırarak derim ki, Sözler (Risâle-i Nur Külliyatı) güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildirler; Kur’ân-ı Kerim’in hakaikından telemmu’ etmiş (parıldamış) şuâlardır (ışıklardır)”…….bilmecburiye (mecbur olarak) ilân ediyorum ki, ihtiyarımız ve haberimiz olmadan, Birisi bizi istihdam ediyor; biz bilmeyerek bizi mühim işlerde çalıştırıyor. Delilimiz de şudur ki, şuurumuz ve ihtiyarımızdan hariç bir kısım inayata (manevî yardımlara) ve teshilata (kolaylıklara) mazhar oluyoruz.” (Mektubat, s: 358 – 359, Yeni Asya Yayınları, İst.- 2008)  Bunun gibi çok örnekler var. Yani, demek oluyor ki Risâle-i Nur’un aslî şekline dokunmak, asliyetini bozmaktır, dolayısıyla cinayettir!..

Bana göre sadeleştirme fikrinin esas kaynağı, en başta bu eserlerin yazılmasına ve yayılmasına engel olmak isteyenlerdir. Onlar, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri gibi, hayatını bütün insanlığın Dünya ve Ahiret saadetine vakfeden güzide ve muhterem bir insanı öldürmek için, yıllarca ağırceza mahkemelerinde idamla yargıladılar ve muhtelif tarihlerde 19 defa yüksek dozajlı zehirle zehirlediler. Fakat, hiçbir şekilde öldürmeye muvaffak olamadıkları için, bu defa eserlerini yasakladılar, çeşitli iftiralarda bulundular ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi, hayatının sonuna kadar hücre hapsinde ve sürgünde bulundurdular. Ayrıca, Okuyanları da (Nur Talebelerini) yıllarca hapisle cezalandırıp türlü türlü eziyetlerle inlettiler. Bu vaziyet 1985 yılına kadar sürmüştür. Bu gün de hâlâ orduda, devlet daireleri ve bazı çevrelerde Risâle-i Nur’a karşı psikolojik baskı hâlâ devam etmektedir. Netice olarak, bütün bu engellemelere karşı Risâle-i Nur, bu gün dünyanın dört bir tarafında çeşitli dillerde milyonlarca insan tarafından okunmakta ve faydalanılmaktadır. Risâle-i Nur’u etkisiz kılmak isteyenler, dün olduğu gibi, bu gün de, gelecekte de emellerine nail olamayacaklar ve hüsrana uğrayacaklardır! Çünkü, muhterem müellifinin ifadesiyle; “Risâle-i Nur, Kur’ân semasının yıldızlarıyla bağlıdır. Kimin haddi var ki Onu oradan söküp yere atsın!”

NOT: 25 Şubat 2012 Cumartesi, saat 15.30’da, Vakıf‘ta, Araştırmacı – Yazar Latif Salihoğlu “Risâle-i Nur’un Sade Lisanı” konulu bir seminer verecektir. 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*