Selahaddin, vatanî görevinin bir kısmını Kastamonu’da tamamladı ve 1936 yılında terhis oldu. Bu sırada Bediüzzaman Hazretleri de buraya sürgüne gönderilmişti. Selahaddin; terhis olduğu zaman şehre âlim bir zatın sürgün geldiğini, bir karakol karşısında yapayalnız yaşadığını, kendisi yüzünden kimseye zarar gelmesin diye insanlarla görüşmediğini öğrenir.
İnebolu’ya geldikten sonra durumu babasına anlatır. Babası hemen Bediüzzaman’ı hatırlar ve 1908 yılından beri tanıdığını ifade eder. Ayrıca, o tarihlerde İnebolu’ya geldiğini, yörenin büyük âlimlerinden olan Hacı Ziya Efendi ile birlikte şehri gezdiklerini, camide abdest alırken büyük bir kalabalığın kendilerini ilgiyle izlemiş olduğunu, İstanbul gazetelerinden yazılarını okuduğunu sözlerine ekler ve “Yarın Kastamonu’ya gidip ziyaret edeceğim” der. (Necmeddin Şahiner; Son Şahitler, 2. C. s. 106).
Selahaddin’in babası Ahmet Nazif ertesi gün Kastamonu’ya gider ve döndüğünde beraberinde dördüncü şuâ’yı getirir. Eldeki nüshayı çoğaltarak bir tanesini de oğluna verir. Daha sonra babası Selahaddin’i Kastamonu’ya yollar ve Bediüzzaman’ı nasıl bulacağını da tarif eder. Kastamonu’ya giden Selahaddin, Ahmed Kuzu’yu bulur ve oğlu Selahaddin ile birlikte Bediüzzaman’ın kaldığı eve giderler. Ancak evde yoktur. Bunun üzerine İnebolu’lu büyük Selahaddin adaşının küçük olması sebebiyle sadece yolu tarif etmesini ve yalnız gideceğini söyleyerek yola koyulur. Karadağ’ın tepesinde bulunan bir ağacın dibinde namaz kılan Bediüzzaman Hazretleri ile ilk defa karşılaşmış olur.
Selahaddin, babasının çoğalttığı eseri Bediüzzaman’a verdi. Bediüzzaman yazılan eseri dikkatle okuyarak düzeltmeleri yaptı. Selahaddin’e yazı yazmayı bilip bilmediğini sordu. Evet, cevabını alınca bir cümle yazdırdı. Yazısının güzel olduğunu görünce; “Maşaallah… Keçeli güzel yazıyorsun, sana bir Risâle vereceğim, yazar mısın?” diye sordu. Selahaddin büyük bir memnuniyetle kabul etti. Bunun üzerine Bediüzzaman Hazretleri birden dokuza kadar olan “Küçük Sözler”i yazıp çoğaltması için kendisine verdi. Böylece hem Bediüzzaman ile tanışmış hem de Risâle-i Nur hizmetine hemen başlamış oldu (age. s. 107). Ayrıca bu vesile ile İnebolu da Risâle-i Nurla tanışmış oluyordu.
Risâle-i Nur ve iman hizmetine kalemiyle katılan Selahaddin babası ile birlikte büyük hizmetlere vesile ve aracı oldu. İstanbul’a yaptığı bir seyahat esnasında bir ticarethanede teksir makinesini gördü. Dakikada yüz sayfayı bastığını öğrenince hemen satın alıp İnebolu’ya getirdi. Babası ile birlikte Ayetü’l-Kübra Risâlesi’ni teksir makinesi ile çoğalttı. İlk nüshayı da Bediüzzaman Hazretlerine götürdü. Duruma çok sevinen Bediüzzaman; “Ya Rabbi! bir kalemle beş yüz nüsha yazan Nazif Çelebi ve mübarek yardımcılarını Cennetü’l-Firdevste mes’ûd kıl.” (age. s. 108) Demek suretiyle duâ ve duygularını dile getirdi.
Selahaddin Çelebi 1942 yılında Kars Gümrük Muhafaza Teşkilâtı’na girdi. Ardından kurs için Ankara’ya gönderildi. Kursu devam ederken Lütfü Karapınar Paşa tarafından çağrıldı ve hemen tutuklandı. Eşyaları müsadere edildi. Kaldığı otel odasında arama yapıldı. Bu arada kendisine de hiçbir bilgi verilmediği gibi ne aradıklarını söylememekte idiler. Selahaddin ne aradıklarını sorunca, Risâle-i Nurları aradıkları cevabını aldı. Bunun üzerine, niçin kendisine söylemediklerini ve boşuna yorulduklarını, aradıkları kitapların gardıropta olduğunu ifade etti.
Tutuklanan Selahaddin birkaç gün sorguya çekildi. Kimlerle görüştüğü ve eserleri kimlere verdiği öğrenilmeye çalışıldı. Bu arada birçok kişi de takibata uğrayarak rahatsız edildi. Yine bu tarihlerde Bediüzzaman Hazretleri de Ankara’ya getirilerek gözetim altına alınmıştı. Otele yerleştirilirken burada çalışanlar uzaklaştırılıp yerlerine sivil polisler ve güvenlik görevlileri yerleştirildi. Daha sonra Selahaddin ile Birinci Şube Müdürlüğü’nde görüştürüldüler. Bu görüşme sırasında Bediüzzaman Hazretleri Müdüre; bunların vatan evlâdı olduğunu, imana hizmet ettiklerini, emniyet ve asayişe zarar vermediklerini, aksine muhafaza ettiklerini söyledi. Selahaddin’e de dönerek korkmamasını tembihledi.
Selahaddin Çelebi Bediüzzamanla görüştürüldüğü gün belediyeye gelen Vali Nevzat Tandoğan’ın huzuruna da çıkarıldı. Vali, kendisini yanına çağırdı ve omzundan sarsarak, “‘Nasıl olur, sen Cumhuriyet çocuğusun. Böyle kimsenin peşine takılırsın? Bunun gayelerini bilmez misin?” diye bağırdı. Kendisi de, “l936 senesinden beri Kastamonu’da ziyaretine giderim. Eserlerinden okudum ve neşrine çalıştım. Bu eserler imanî ve İslâmî’dir. Siyasî ve menfi milliyetçilik yoktur. Milletimizin ve devletimizin aleyhinde en ufak bir kelime görseydim ve kendisinden menfi bir düşünceyi hissetseydim, ihbar eder ve herkesten önce ben düşman kesilirdim. Tamamıyla yanlış bir kanaate sahipsiniz. Eserleri imanîdir. Kur’ân-ı Azimüşşanın bazı âyetlerinin tefsirlerinden ibarettir. Kastamonu’da herkes ziyaret ediyor. Polis karakolunun karşısında bir evde oturuyor. Polisler her gün giren çıkanı görüyorlar.” dedi. İnsanlarla görüşmesinden rahatsız olan Tandoğan, Kastamonu valisine de kızdı.
Ankara’daki bu sorgulamanın ardından İnebolu’ya sevk edilen Selahaddin Çelebi İnebolu Cezaevi’ne kondu. Daha sonra Denizli’ye sevk edildi. Birçok nur talebesi tutuklanıp zulmen hapse atılırken, cezaevinde bulunan birçok insanın imanının kurtulmasına vesile oldular. Birçok mahkûm yaptıklarından tövbe edip ibadet etmeye başladılar. Kısa zamanda hapishane “Medrese-i Yusufiye” hükmüne geçti. Bu arada Bediüzzaman Hazretleri de kibrit kutularına yazdığı notlarla talebelerine haber göndermekte idi. Bediüzzaman’ı gören birçok mahkûm tövbekâr oldu. Bir süre sonra Bediüzzaman ile birlikte bütün talebeleri hakkında beraat kararı çıktı ve böylece hapishaneden çıktılar.
Hapisten kurtulan Selahaddin İnebolu’ya gitmek üzere yola çıktı ve önce Ankara’ya uğradı. Zamanın Diyanet İşleri Başkanı olan Şerafettin Yaltkaya ile görüştü. Beraat ettiklerini ve Risâle-i Nurun neşredilmesini istedi. Bediüzzaman’ın selâm ve taleplerini iletti. Başkan, “‘Diyanet Riyaseti Kur’ân ve hadisten başka hiçbir eserle ilgilenmez.”diyerek talebi geri çevirdi.
Uzun yıllar iman ve İslâm hizmetinde bulunan Selahaddin Çelebi 9 Ocak 1977 tarihinde vefat etti. Babası gibi kendisi de Risâle-i Nurda ismi sık zikredilen simalardandır. Bediüzzaman hem kendisi hem de babası için, “Nurun kahraman şakirtleri” (26. Lem’a) ifadesini kullandı. Kastamonu Lâhikasında, (Otuz bir, otuz ikinci âyetlerin Risâle-i Nur’a işaretlerini istihrac etmeye muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salahâddin, Risâle-i Nur’un ehemmiyetli şakirtlerinden olduğundan, Salâhaddin’in şu fıkrası, Yirmi Yedinci Mektubun fıkraları içine girmeye lâyıktır.) başlıklı mektubu yer almaktadır.
Benzer konuda makaleler:
- İstanbul’da Nur mekânına seyahat
- Baba oğul Çelebiler
- Seyredilmesi gereken insan
- İçimde kanayan bir yara var
- Üstad’ın Sarıyer’deki menziline bir seyahat
- Said Nursi, Şeyh Said’i vazgeçirmeye çalıştı
- İbrahim Fakazlı (1912-2003)
- Altıok’tan Tandoğan’a…
- Sarıyer’de bir ev vardır
- ..Ve Nurlar parlamıştı
İlk yorum yapan olun