Şimdiye uğrayarak geçmişe giden ben

Bir ömür boyu gayret ederek geleceğe bir adım, bir hazırlık yapabileyim derken geçmişe kaydığımı, ayan beyan görüyorum, şu ilerleyen yaşımda.

Bütün hedef ve plânlamalarımı biraz daha rahat yaşayayım evlâdlarım yokluk görmesinler, ‘ben çektim, onlar çekmesinler’ diye ayarlamış ve o duyguyla gittikçe artan bir gayretle beslemiştim, ümidimi.

Uzattığım her elime geçen imkân; uyandığım her sabah; güne başlarken gelen ilk rızık; gün içerisinde bir sonrakine ulaşmak, yakalamak için gösterdiğim sabır, gayret ve azim; bütün bunları da Allah’ın ihsanı olan aklımı kullanmam, diğer akıllılardan istifade etmem ve nihayet bu tecrübelerle yatağa giriyor, şükrediyor ve ertesi sabaha yeni bir azim ile uyanmak üzere uyuyorum.

Yeni gün aynı, ama biraz daha fazla duygu, düşünce ve gayretle başlıyor, devam ediyor, bir sonraki gün aynı, bir sonrası da… Lâkin ben yine huzursuzum içten içe. Benim, dediğim o dağ gibi yüce zannettiğim gençliğin gidişini, saç ve sakalımdaki beyazlar ihtar etti evvelâ. Bu bilek, bu güç, bu akıl, bu gayret bende varken, yarınlar benim olacaktı. Kazandım, sahip oldum, işte mal, işte evlâd…

Kazandım, dediklerime baktım ki eğrelti duruyorlarmış. Doğumhânenin kapısında bin bir duâlarla beklediğim evlâd ve torunlar, kısa süreliğine benimle olan beraberliği sonunda onlar yoluna, ben yoluma gidince, o beraberliğin şimdiki zaman kadar kısa, geçici olduğunu, yaşayınca anladım.

Ey şimdiki zaman! Dur hele, seninle muhasebem var! diye seslendim, ama bu nidalarım da hemencecik geçmişe kaymış, yerinde yeller eser. Bir “an-ı seyyale”, derler ya işte onun gibi aktı gitti.

Şimdi; tam, şimdiki zaman noktasındayım, artık. Sol yanım gelecek, sağ yanım geçmiş yahut arka tarafım mazi, ön tarafım istikbal. Adımımı attığım an, şimdiki zaman, ama ansızın maziye kaydı, artık hakkalyakîn anladım. Tıpkı yazıyı okumaya başladığınız an şimdiki, okuduklarınız geçmiş, okuyacaklarınız gelecek, derken ayağımın altındaki kayıyormuş, akıyormuş meğer.

İş bu hakikat, muhtevasında sakladığı mahiyeti, dikkatimi çekiyor doğrusu. Hastalandığım anda, o hâlimde ortaya çıkanlar; âcizliğim, gayretim, yardım istemem, duâ talebim, şifa aramam, ıztırabım, daha neler ve neler bütün bunlar o an zuhur eden hakikatler değil mi?

Bu hakikatler, bir kaynaktan gelmeli. Bu gerçeklik, bir asıl ile bağı olmalı. Elçideki güç ve kuvvet, onda tecelli eden azamet, ona ait olmadığı, efendisine ait olduğu ve o efendisindeki özellik ve sıfatların, elçide kısmen sembolize edildiği, görünen bir gerçektir.

İşte ben; şimdiki zamanda emaneten duran, o elçi olduğumu keşfettim, artık. Elimdeki, yüzümdeki, içimdeki dışımdaki, sırtımdaki ve dahi uhdemdeki her ne var ise hepsi ile, şimdiki zaman sahnesinde, karşımda bulunan İlâhî nazara-kameraya duruş sergilercesine- takdim ettiğim tavırlar olmalı.

Zaman zaman, en geniş hür alanım olan hayalimle zamanı bükerek, geçmişime gidiyor, geleceğime seyahat ediyorum. Başkaları, özellikle bilim adamları zamanı bükmeyi kurgulaya dursunlar ben çoktan yapıyorum bile. İşte, biraz önce şimdiki zamanda olan, şu yukarıda yazdıklarımı hatırlayarak beraberce zamanı bükelim mi? İsterseniz bu bükmeyi özelleştirebilirsiniz, ben artık zamanı durdurdum, sizi bekliyorum. Siz mazinizin en derin yerlerine gidin, gelin, bekliyorum. Geldiğinizde yaşanmışlardan alınan dersler, çıkarılan ibretleri naklederken akan zamanı durdurduğumuza değdiğini anlayacaksınız. Şimdi de bu derslerle gelin bir de geleceğe gidelim. Defalarca tekrarladığımız hataları artık yapmamaya dikkat edercesine yapılan hareketlerimizi görebiliyor musunuz, geleceği bükerken?

Zaman, artık dilediği gibi aksın gitsin, hem de sormadan, ben artık, hayalimde hürüm! Derken, sağ yanımdan bir ses geldi;

– Mehmet Bey! Yine daldın gittin. Nerelerdesin?

– Buradayım Sultanım! İşte burada, dedim, ama gördüklerimin hepsi yine gidivermiş…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*