Cübbe giymenin hikmeti nedir?

Cübbe vücudu baştan diz altına kadar örten bir dış giysidir. Bu giysi toplumda bir çok değişik sosyal tabaka tarafından kullanılmaktadır. İslam aleminde de yaygın olarak kullanılmıştır. Her ne kadar sünnet olduğu konusunda kesin bir bilgi olmasa da, Peygamberimizin(asm) cübbeye benzer dış giysiler giydiği sahih kaynaklarda yer almaktadır. Zaten o zamanki Arap coğrafyasında cübbeye benzer uzun bir giysi olan entari türü dış giysiler, günlük giysi olarak kullanılmakta ve böylece bu giysi bir ölçüde bölgenin örf ve adetlerini yansıtmaktadır. Ancak diğer İslam coğrafyalarında da benzer tarza giysiler kullanılmış ve bilhassa namazlarda cübbe tarzı giysi giymek bir gelenek haline gelmiş. Yani İslam ümmeti arasında cübbe bir ölçüde sembol bir giysi olarak öne çıkmış.

Cübbe giymek sadece İslam ümmetine ait bir gelenek değil elbette ki. Hristiyan rahipler ve Yahudi hahamların da benzer giysiler giydiğini görürsünüz. Her iki din mensupları da diz altına kadar inen uzun bir giysi giymektedirler. Renk olarak ise siyah bir ton seçilmiş. Bunu da belli bir maksat için seçtikleri açık.

Cübbeyi sadece din adamları mı seçmekte? Ya da sadece bir inanç sembolü olarak mı kullanılıyor? Elbette ki hayır. Zira cübbeye benzer giysiler diğer meslek grupları tarafından da tercih edilen bir giysi şekli. Mesela adalet camiası. Gerek savcı ve hakimler, gerekse savunma makamını temsil eden avukatlar da yine cübbeye benzer giysiler giymektedirler.

Üniversitedeki hocalar da yine resmi toplantılarda cübbe benzeri bir giysi giyerler. Diğer halk tabakaları da olayı anlamasın diye adına “biniş” demişler. “Biniş” ise sözlüklerde yüksek tabakadaki insanların giydikleri cübbe anlamına geliyor. Bu gelenek de sanki eski Yunan’dan alınmış. O zamanlarda da arsitokratlar ve bilim adamları “biniş” tarzı elbiseler giyerlermiş.

Yani cübbe insanlığın kullandığı ortak bir giysi şekli. Şekli ve adı bazı farklılıklar gösterse de insanlık bu tarz giysiyi severek tercih etmekte. Hatta pardesü tarzı uzun giyecekler de cübbeye benzemektedir.

Üstad Bediüzzaman’ın da Barla sonrası hayatındaki sembol bir giysidir cübbe. Zira Üstad her türlü işkence ve zorlamaya karşı cübbesini asla çıkarmamış ve ömrünün sonuna kadar da bu durum onun için bir alamet-i farika olarak kalmış.

Peki insanlığın mühim bir tabakasının ısrarla tercih ettiği cübbe giymenin hikmeti ne olabilir? Niçin böylesine bir tercih nedeni olabiliyor bu giysi? Bu gün İslam ümmeti bu güzel giyim geleneğini namazlarda niçin ısrarla devam ettirmeye çalışıyor?

Bu sualin, Hz. Adem’in(as) yaratılışından haşir meydanına kadar uzanan bir cevabı var gibi gözüküyor. Çünkü Hz. Adem’in(as) daha ilk yaratılışında üzerinde nurani bir elbise vardı. Kuran bize bunu haber veriyor. Hatta “yasak meyve” yenildikten sonra bu nurani elbisenin iptal ediliğini ve Hz. Adem ve Havva’nın çıplak kaldıkları da yine Kuran tarafından bize bildiriliyor. Demek ki, ilk atalarımız Cennetteki daha ilk yaratılışlarında vücutlarını örten nurani bir cübbe türü bir elbiseye sahip idiler. Zaten cübbe de bir ölçüde vücudu tepeden diz altına kadar örten bir örtü demek.

Bu husus Kuran’da şöyle anlatılır:

“Ey Âdem oğulları! Size mahrem yerlerinizi örtecek giysi, süsleneceğiniz elbise yarattık. Takvâ elbisesi, işte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki düşünüp öğüt alırlar.

Ey Âdemoğulları! Şeytan, anne babanızı ayıp yerlerini birbirine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları inanmayanların yoldaşları yaptık. (Araf Suresi, 26-27. ayet)

İşte insanlar, bilhassa semavi dinlere sahip olanlar, bilerek veya bilmeyerek Hz. Adem babamızın Cennetteki fıtri elbisesi olan “nurani cübbeyi” taklit ederek bu önemli geleneği dünya yüzünde de yaşatmaya çalışıyorlar.

Bu giysinin elbette ki haşir meydanına uzanan diğer bir yönü de var. Zira haşir meydanında insanlara fıtri bir elbise giydirileceği 28. Mektupta şöyle ifade edilmiş:

“Cenâb-ı Hak, insandan başka zîruh mahlûkatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi, meydan-ı haşirde sun’î libaslardan üryan olarak, fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm muktezasıdır. (Mektubat, s. 547)”

Muhtemelen bu elbise yine fıtri bir cübbe şeklinde olacak. Bilhassa bu cübbe bu dünyada iman ve ibadet gibi nurani atkılarla örülmüş ise, Kuran’da bildirilen “ Takvâ elbisesi” tarzında olacak ve bu da muhtemelen Hz. Adem babamızın ilk yaratılışında giydiği nurani bir cübbe şeklinde gözlere gözükecektir. Ve bu elbise ise Cehennem ateşine karşı müminlerin en büyük bir siperi olacaktır. Bu elbisenin mahiyetinin ise, “Cehennem ateşinin tesirini men edecek ve eman verecek iman gibi bir madde-i mâneviye, İslâmiyet gibi bir zırh olduğu misillü…” cümlesinden iman ve takva olduğunu anlıyoruz.

Hatta Cennet ehlinin de benzeri bir elbiseye sahip olacağını bize şu ifadeler haber veriyor:

“Cennetin herbir nev’inden birer mehâsini gösterecek bir tarz-ı libası, kendilerine ve hurilerine, rahmet-i İlâhiye tarafından giydirilecek. Ve o müteaddit hulleler bir cinsten, bir neviden olmadığına delil, şu mealdeki hadîstir ki: “Huriler yetmiş hulle giydikleri halde, bacaklarındaki ilikleri görünür, setretmiyor.”(Mektubat, s. 548)”

Evet, cübbe ile ilgili görüşlerimizi beyan ettik. Elbette ki, Kuran’da ve Risale-i Nurda geçen elbise ile ilgili hakikatlerin cübbe ile ilişkilendirilmesi bize ait bir görüştür. Bize ait görüşler ise her zaman tenkit ve tavsiyeye açıktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*