Soru işâretleri…

“Terörle ortak mücadele” ekseninde Başbakan Erdoğan’ın Amerikan Başkanı Obama’yla görüşmesinin yankıları devam ediyor.

Erdoğan’ın Kanada’da, PKK’nın Kuzey Irak’ta belli bir bölgeye konuşlanarak yönettiğini belirtmesi ve Obama üzerinden NATO’ya “Müttefik Türkiye’ye ile PKK ile mücadele görevdir” çağrısı, beraberinde bazı soru işaretlerini getiriyor.

Türkiye’nin Müslüman komşu Irak’ın “toprak bütünlüğü” temel tezini vurgulayan Erdoğan’ın “Nerede toprak bütünlüğü?” serzenişiyle öncelikle ABD’nin Irak ve Türkiye arasındaki üçlü mekanizmanın daha işlevsel kullanılmasını istemesi, terör örgütünü tasfiyede Irak’ın ve kuzeyindeki yerel yönetiminin başarısızlığının açık ifadesi.

Erdoğan’ın, “Kuzey Irak’ta coğrafî yapısı itibariyle şu anda yerel yönetimin egemenliği yok. Bölücü terör örgütünün böyle bir yeri ele geçirmiş olması, bir ülkenin hem bir taraftan toprak bütünlüğünü konuşacak, ama toprak bütünlüğünü konuşurken birileri orada bir paylaşım gerçekleştirmiş olacak” yakınması, bu konudaki istifhamları ve Ankara’nın güvensizliğini deşifre ediyor.

“Irak merkezi yönetimin görevini yerine getirmesi lâzım veya yerel yönetimin görevini yerine getirmesi lâzım…” talebi, terör örgütüyle mücadelede ABD ve kontrolündeki Kuzey Irak cephesinin vaziyetini ortaya koyuyor. (İnternethaber; Hürriyet, Razi Canikliğil, 29.6.2010)

YETERLİ DESTEK YOK…

Anlaşılan o ki, Başbakan da Türkiye’nin baştan beri Irak’taki işgaline her türlü desteği verdiği, her türlü silâh, mühimmat ve savaş malzemesinin nakil ve dağıtımı için üslerini, havaalanlarını ve limanlarını açtığı ve Afganistan’daki egemenlik ve çıkarları uğruna askerî birlik gönderdiği ABD’nin, güdümündeki Irak’ta ve bilhassa Kuzey Irak’ta konuşlanan terör örgütünü tasfiyede yeterli desteği vermediği kanaatinde.

Keza daha üç hafta önce Ankara’da devlet töreniyle karşıladığı Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başbakanı Barzani’nin taahhüdüne rağmen uhdesindeki bölgede yuvalanan teröristlerle etkin ve sonuç alıcı bir mücadele etmediğine kâni…

Bundandır ki, Obama’ya, Bush’tan bu yana Washington’un PKK’yı “terör örgütü” tanımlayıp” “terörle ortak mücadele” teminatını hatırlatıyor. Barzani’ye “Kuzey Irak topraklarının komşu ülkelere saldırı amaçlı kullandırtılmayacağı” sözüne göndermede bulunuyor.

“Üçlü mekânizmanın istihbarat paylaşımından öte bazı işlevlerinin olması gerekiyor” diye “stratejik müttefik”-“model ortak” ABD’yi, Irak hükûmetini ve kuzeydeki yerel yönetimini, verdiği vaadler çerçevesinde “görevini yapmaya” davet ediyor.

Aslında, Bağdat yönetimi de bu hususta Ankara ile aynı görüşte. Irak’ın—işgalle—içinde bulunduğu zor şartların bazı teröristler gruplarca istismar edilerek komşu ülkelere saldırılar düzenlenmesinin bölgede büyük bir sorun teşkil ettiğini belirten Irak Başbakanı Nuri El-Mâliki’nin, “Çözüm, komşu ülkelerin güvenliğini hedef alan teröristlerin ötesinden gelmekten geçiyor” cümlesi, bunun ikrarı…

PKK KARTINI KOZ KULLANMA…

Gerçek şu ki, verilen onca vaade rağmen, terör örgütünün işgali altındaki Irak’tan ve Kuzey Irak’tan bir türlü tasfiye edil(e)memesi, uydularla, termal kameralarla bölgeyi sürekli taradığı halde son askerî birlik saldırılarını “anlık istihbarat paylaşımı” gereği Türkiye’ye vermemesi, “üçlü mutâbakat”la birlikte, ABD’nin terörle mücadeledeki gizli niyetini ve samimîyetini sorguluyor.

Bu sorgulamadan, Türkiye’nin Kandil ve diğer terörist kamplara karadan ve hatta havadan operasyonlarına onay vermeyen Amerikan yönetiminin, terörün bitmesi için PKK’nın darbe yemesi, dağdan indirilmesi ve dağıtılmasına pek yanaşmadığı politik tutumunu su yüzüne çıkarıyor.

Toronto’daki görüşmenin analizlerinde Obama’nın soğuk ve donuk durduğu, Erdoğan’ı bir saat beklettiği yorumları, işin ayrıntısı. Ancak belli ki ABD, ikili oynuyor. “Üçlü mekânizma”, “terörle mücadele”, “anlık istihbarat paylaşımı”, “PKK’yı düşman ilân etme” ve “ortak mücadelenin devam ettiği” gibi söylemlerle ve kâğıt üzerindeki anlaşmalarla Ankara’yı oyalarken, PKK kartını elinde tutarak Türkiye’ye karşı örtülü bir biçime koz olarak kullanıyor…

Ve ABD’nin bu tutuk tavrı ve 2007 Kasım’ından bu yana süreç içinde bâriz bir biçimde ortaya çıkan “istihbarat aksamaları”, PKK’nın Kandil’de kollanıp palazlanmasına sebebiyet veriyor. Faturayı, Türkiye ödüyor…

Bu durumda, Başbakan’ın ve Dışişleri Bakanı’nın Şemdinli saldırısı sonrası terör örgütü için sıkça telâffuz ettikleri, “taşeron” tabiri dikkat çekici. PKK “taşeron”sa hangi küresel gücün, uluslar arası mihrakların taşeronu?” sorusunun cevabı, önem kazanıyor…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*