Zindanda Ramazan

Güzün serinliğinden kışın soğuğuna geçen gün ve gecelerde, oruç tutmanın ve sahura kalkmanın meşakkatini daha ziyade sıkıntı ve yoksulluk çekenler bilir. Sobaya atacağı odun ve kömürün kilosunu hesaplarken, soğuk geceleri—varsa—kalın giysilerine veya yorganlarına sarılarak geçirmeyi tercih edenlerin halini biz bilemeyiz.

Kaloriferli dairelerinde, mutfakları ve dolapları yiyeceklerle dolu olan bizler yalnızca konuşuruz.

Bir de şu Ramazan’ı nâhak yere, yalnızca takdir-i İlâhî olarak hapishanelerde geçirenlerin hali… Kendilerine bu haksızlığı reva görenlere arkasını dönüp yalnızca Allah’a yönelen mazlum ve masum insanların Ramazanlarını düşünüyorum. Zindanın zahmet ve meşakkatini konuşuruz da tasvir edemeyiz. Genellikle gırtlağımızdan yukarı cereyan eder bu duygularımız. Zira biz, sevdiklerimizle birlikte davulcunun nostaljik sesiyle cıvıl cıvıl odalarından sahur sofralarına koşan çocuklarımızla ne soğuktan titreyen el ve dizleri, ne de sessizliğin keskin kılıçlarca dünya ile ilişkileri kestiği gecelerdeki düşünceli insanları anlayamayız. Ana kucağından, baba ocağından ırak, vatanî görevlerini zor şartlarda yapan Anadolulu Mehmetleri de bu arada anmak istiyorum.

Bediüzzaman Hazretleri Ramazan orucu için “büyük şeair” tabirini kullanıyor. Ülkenin, milletin ve coğrafyanın “kimliğini” teşkil eden büyük unsurlardan biri… Bizim için ezan başörtüsü, minare, bayrak ve bin küsur senelik kültürümüzü ifade eden dilimiz gibi hususlar. Şeair denilince, onları—zaafa uğratıldığı dönemlerde—senelerce Bab-ı Ali’de müdafaa etmiş ve çizgisindeki “tavizsizliği” başkalarınca “eksiklik” kabul edilmiş Mehmet Kutlular hatırıma geldi. 17 Ağustos felâketinin Rabbimizden bize bir ihtar ve ikaz olduğunu ifade etmesi, onu şeair karşıtlarının hışmına uğratmıştı. Oysa Kutlular yalnızca Kur’ân ve hadisteki bazı mânâları bu vesileyle tekrar etmişti. Bütün “suç”u buydu…

Evet, Mehmet Kutlular bu Ramazan’ı, ilerlemiş yaşlarında, ameliyatlı kalbiyle zindanda geçiriyor.

28 Şubat öncesinde dine hizmet yolunda “mutantan ve şâşaalı” hayatlarıyla Müslümanlara örnek olmaya soyunanların aniden susmasıyla yalnızca Yeni Asya’nın ve Kutlular’ın sesi duyuldu. Keşke susulmasaydı… Tüm dinî cemaat ileri gelenleri konuşmaya devam etselerdi… Bugün Kutlular’la birlikte zindanlarda ve mahkemelerde dâvâlarını müdafaa etmeleri dışarıda çektikleri zilletten daha hayırlı olmaz mıydı? Pahalı arabalarda şoför ve korumalarıyla mükellef iftar sofraları ne onlara izzet getirir, ne de Müslümanların nifak ile düşürüldükleri zilleti giderir. Onlardan yalnızca elli önde gelen isim bugün demir parmakların ardında bedel ödemiş olsaydı, dışarıdaki avam-ı mü’minînin duâları hem onları ve hem de Türkiye’yi bu zilletten kurtarmaya yeter ve artardı.

Fakat olmadı. Zindandan vazgeçtik, “susma tercihi” kullanıldı. Hz. Meryem’in orucuna niyet edilerek jest ve mimiklerle anlaşma yoluna gidildi. Müslümanların zekât ve fitreleriyle oluşturulan müesseseler şeair karşıtlarının hizmetine sunulmaya devam ediliyor. Halbuki avam-ı mü’minin şu mübarek gecelerde “ferec” için ellerini açmış bekliyor. Üniversite kapılarında, kamuda itilip kakılan mağdurların çilesinin bitmesi için gözyaşı döküyor. Alem-i İslâmın pişdarı bir milletin şu son zilletinin bitmesi ve şeairin tekrar dalgalanması için yakarıyor.

Arz ettiğimiz gibi, dinî cemaatlerde temayüz etmiş elli kişi zindanı göze alsaydı, duâlar hem kendilerinin, hem Türkiye’nin ve hem de âlem-i İslâmın kurtuluşuna vesile olurdu. Biz de Batılı insanlar gibi hürriyet içinde temel hak ve hürriyetlerimizi yaşama imkânı bulurduk.

Rabbimizin kudreti herşeye yeter. Kutlular’ın zindandaki oruç ve duâsı inşaallah şu milletin sıkıntılarından kurtuluşuna bir vesile teşkil eder. Zira o, Risâle-i Nur’dan aldığı dersle, bazılarının yaptığı haksız işler yüzünden; hiçbir zaman devletine, milletine ve ülkenin adalet sistemine küsmedi. Onu ziyaret edenler, bu istikamette tam bir şevk ve moralle Vize’den dönüyorlar.

Zindanın meşakkati, fukaranın boş tenceresi ve titreyen elleri ile çetin kış şartlarındaki Mehmet’in nöbeti inşaallah rahmet kapılarını açar ve inşaallah biz dışardakiler de jest ve mimiklerle konuşmayı terk edip izzetliler sınıfına geçeriz. Hafiye korkusuyla haksızlığa ve zulme tepki göstermeyenlerin hiçbirisi bu musibetlerden kurtulamadı ve kurtulamaz. Sahibi olduğumuzu zannettiğimiz maddî imkânları kaybetmeme endişesi, bu gidişle bizi her iki hayatta da perişan edeceğe benziyor.

Din namına bu ehl-i dünyadan dünya saadeti beklemenin mantıksızlığını inşaallah şu Ramazan-ı Şerif bize ihsas eder.

Kendimce kurtuluşu, acıkmayan ve harareti olmayan bir mideyle sım sıcak ve yumuşak köşelerde sevdiklerimizin arasında tuttuğumuz oruçlarda ve yaptığımız duâlarda değil; zindanların, aşsız ve ateşsiz hanelerin ve sahur öncesi-sonrası nöbetlerin nurlu karanlıklarındaki kırık, buruk ve garip kalplerden çıkan duâlarda arıyorum ve bu Ramazan’ın tüm gece ve gündüzlerinde, onların duâlarına riyasız gözyaşlarımı katmak istiyorum. Başka birşey de elimden gelmiyor ki…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*