Eski hal muhal… Ya AB veya yeni hal…

Farkına varmadan bazan tekrara düşebiliyoruz. Bazan da hadiseler uzun süre bir gergefin etrafında cereyan edince bilmecburiye tekrara dönüyoruz.
Türkiye’nin 12 Eylül’le düşürüldüğü çıkmaz sokaktaki yıllarımız ülkeyi fukaralığa, ahlâkî tereddîye, haricî zaafa, anarşi ve çözümsüzlüğe mahkûm edince, “kasap tıynetli” bilgisiz cerrahlar iki-üç yılda bir zavallı memleketi ameliyat masasına yatırdılar.

Dünya şartlarından, bilimsellikten ve hatta geleneksellikten mahrum reçetelerle işte bugüne geldik. Sokaktaki insanın ümitlerini bitirircesine gelinen noktada bakışlar sorularla yüklü: Şimdi n’olcak?

Söz konusu millî irade gaspından önce “kısmî bir demokrasi” ile tamamen bozulmamış bir sistemde kör-topal bir yerlere gitmeye çalışıyorduk. “Halâskâran-ı Cumhuriyet”in haricî desteklerle tahakkuk ettirdikleri 12 Eylül’den sonra milletin tamamen devreden çıkarıldığını, önce temel hak ve hürriyetlerin, sonra da ekmeğin rafa kalktığını halk gecikmeli gördü. Truva atına çevrilmiş Özal ve beraberindeki dindar bakan ve yüksek bürokratlar, halkın feryadımızı duymasına maalesef mani oldu. O zamanlar yangın taze idi. Milleti alev ve renkli korlarıyla eğlendiriyorlardı. Selanikliler hanedanının tahakkümü ve Halk Partisinin dışlamasıyla “belli noktalara” yaklaştırılmamış Anadolu insanı, kendisini bazı mevkilerde görünce “derin oyunu” fark edemedi.

Bugün ülkenin üzerinde genizleri yakan korkunç siyah dumanlar yükseliyor. Yirmi küsûr yılın açık-kapalı yangınları, tek bir müessesenin bile sağlam kalmadığı, özel sektörün iflâs ettiği, misyonlarımızın dışarda konuşamadığı, sokakların “Ekmek! Ekmek!” diye inlediği bir dünyaya getirdi bizi. Sanki zaman tüneli…
Türkiye’nin düşman ilân ettiği ülkelerin idarelerinin bile bize yapamayacağı kötülüklerin içinde kendimizi bulduk. Kanun, nizam, prensip ve örf hak getire… Her yer Deli Dumrul’un köprüsü… Övündüğü bankacılığın nasıl yerlerde süründüğünü TC Ziraat Bankasına giden herkes gözleriyle görecek. Şayet banka bile oturacak sandalyesini ve duvardaki badanasını temin edemiyorsa devletin sair müesseselerini varın siz düşünün.
Doğrusu başta ihtilâlciler olmak üzere Türkiye’yi 1930’lu yıllara tekrar götürmek üzere yüksek gayret sarf eden “halkçı ve ırkçılar” madalyayı çoktan hak ettiler.

Yukarıdaki manzaranın aksini iddia eden olmadığına göre Türkiye’nin bu felâketten kurtuluşu ne ile olacak, sorusuna “Ya AB veya yeni hal” demekten başka cevabımız yok. Yeni halden maksadımız, değerlerimiz arasında bulunan hak ve hürriyetlerin âcilen öne çıkarılması. Devletle millet arasındaki kapalı damarların açılması. Başta rüşvet olmak üzere tüm ahlâksızlığın, kaynağını baskıcı ve dayatmacı zihniyette bulduğunu sokaktaki simitçi de biliyor.

Nüfus memurundan başbakana kadar tüm “devletlülere” olan güvenini kaybetmiş şu milletin güvenini sağlamanın yolu da “açık rejim” dediğimiz milletin ortaklığı değil mi?
AB prensiplerinin esası hak ve hürriyetlerin toplumun her ferdince kullanılması ve kontrol edilmesi olduğundan, milletin yüzde doksanının AB’ye taraf olmasının sebebi de bu olsa gerek. Yoksa milletin AB kriterlerinden haberi bile yok. Hem Asya’ya, hem de Avrupa’ya misal teşkil edecek sistemi kendi değerlerimiz arasında inşa etme imkânımız olduğu halde halkımızın AB’ye göz dikmesinin sebebi, başındaki idarecilerden ümidini kesmesi değilse ne olabilir?

İnsanlığın inkişaf ettiği Batıdaki hayatı medyada takip edenler de “ehven-i şerri” ihtiyar ettiklerinin farkında.
11 Eylül’den sonra, Türkiye’nin maddeten ve mânen ne kadar geri kaldığını hadiseler ortaya koydu. Dinî değerleriyle, millî hasletleriyle ve kitabıyla ters düşen Türkiye, karşısında başta Hıristiyanlık ve Müslümanlık olmak üzere dine sarılmış, insanî değerleri öne çıkarmakta olan ve Kur’ân’a yönelen bir Batıyı buldu.

Doğrusu Türkiye açısından maddî ve mânevî çürümenin son durağı, bu “halkçı ve ırkçı “hükümetin gidebileceği yerdir. Bunu kendileri de bildiklerinden, bir “hareket ve düşünme” özürlüsünü yerinde tutmanın büyük mücadelesini veriyorlar. “Batılılaşma” namı altında girilen yolun, yine “Batılılarca “kesileceğini belki onlar da hesap edememişlerdir. Fakat yeni hali Asya’da inşa etmeyi esas kabul edenler, bir asır öncesinden bu hadiseyi haber vermişlerdi.
Türkiye bugün AB ile yeni hal arasında tercihini yapmak zorunda. Zira, Avrupa ve Amerika dağınık, çürümüş ve başkalarına peyk olmuş bir Türkiye istemiyor. Zira onlar da menfaatlerinin hür, hakperest, düzenli, kanunlara dayalı ve âlem-i İslâma pişdar bir Türkiye’de olduğunu artık gizlemiyorlar. 11 Eylül Batıdaki “emperyalist ve yıkıcı cereyanları” vurduğu gibi, Türkiye’deki ikiyüzlülük ve takiyyeyi de bitirecek. Hak ve hürriyetler artık geriye gitmeyecek. Yalnızca insanların yaratılışına uygun olarak yeniden düzenlenecek. İkiz kuleler hayvanî hürriyeti esas alan materyalist Avrupa’nın tepesine yıkıldı. Bunu zamanla beraber müşahede edeceğiz… İnşaallah….

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*