28 Şubat’ın 16. yılında din ve kin tartışması

28 Şubat’ın 15. yılını da geride bıraktığımız şu gün itibarıyla Türkiye, o sürecin toplum bünyesinde yol açtığı büyük tahribatı hâlâ tam olarak tamir edememiş olmanın derin ikilem ve sancılarını yaşıyor.

Bu 15 yılın yaklaşık 10 senesi, milletin büyük çoğunluğunun desteğini arkasında bulunduran AKP’nin tek başına iktidarıyla geçtiği halde…

Evet, üniversitelerin önemli bir kısmında öğrenciler için başörtüsü yasağı nihayet kalktı, ama öğretim üyeleri başta olmak üzere kamu görevlileri açısından hâlâ değişen birşey yok. Ve başörtüsüne özgürlük konusunda halen 28 Şubat öncesindeki duruma dönebilmiş değiliz.

O zaman öğretmenler, öğretim üyeleri, diğer kamu görevlileri başörtüleriyle çalışabiliyordu…

İmam hatiplerin önünü kesmek için getirilen ve onlarla birlikte tüm meslek liselileri mağdur eden katsayı uygulamasına son verilmesi için ise geçen yıla kadar beklemek zorunda kalındı.

Ve şimdi, zorunlu eğitimi kesintisiz olarak 8 yıla çıkaran 28 Şubat yasasının yerine, süreyi 4 yıl uzatan, ama kesintisiz yerine 4+4+4 formülünü öngören yeni bir kanun teklifi gündemde.

Ama teklifi veren hükümet değil, AKP.
Böylece, tam da 28 Şubat’ın 15. yıldönümü arefesinde böyle bir teklifle, kamuoyuna “Bakın, bu işi de halletmeye çalışıyoruz” mesajı vermek; ama gerçekte bu girişimin, bilhassa mâlûm adreslerin direnişine ve çıkaracağı engellere takılacağı hesap edilerek, bu konuda da yine “Yapmak istedik, ama gördünüz, yaptırmadılar” manevrası için kapıyı aralık tutmak mı isteniyor?

Nitekim ilk tepkiler üzerine konunun alt komisyona havale edilmesi bunun bir işareti gibi.
Eğer iktidar bu meseleyi gerçekten sonuca ulaştırmak isteseydi, söz konusu düzenlemeyi parti teklifi olarak değil, hükümet tasarısı olarak gündeme getirir, kısa süre önce şike ve MİT yasalarında yaptığı gibi bir çırpıda neticelendirirdi

Bu konunun, önce “Dindar nesiller yetiştireceğiz,” ardından Necip Fazıl’ın Gençliğe Hitabe’sinden okunan cümledeki “kininin dâvâcısı bir gençlik” çıkışlarıyla kızıştırılan polemikler sürerken ortaya atılması da bir diğer handikap.

“Meğer dindar nesilden kast ettikleri şey kindar gençlikmiş” ithamlarına çanak tutup zemin hazırlamanın mantıklı bir gerekçesi olabilir mi?

Bir defa “dindar nesil yetiştirmek” söyleminin, hele iktidarı elinde tutan bir siyasetçiden sâdır olması başlı başına sıkıntılı bir durum. Ve “Dindar nesil yetiştirmek devletin değil, ailelerin ve toplumun işidir” diyen İslâmî hassasiyete sahip kesimlerin itiraz ve eleştirilerine de konu oldu.

İkincisi, M. Kemal’in Gençliğe Hitabe’sine nazire ve nisbet yaparcasına, aynı başlıkla Necip Fazıl’a atfedilen bir metinden o “kin”li cümlenin okunması da ayrı bir sıkıntı kaynağı oluşturdu.

“Efendim, oradaki kinin hedefi, din ve millet karşıtları, işgalci ve istilâcı düşmanlar” şeklindeki izah ve savunma çabaları ise, hele şu ortamda tekellüflü teviller olmaktan öte gitmedi.

Hatırlanacağı gibi, 28 Şubat sürecinde Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe de içinde kin ve nefret sözlerinin bolca geçtiği hissî bir konuşması sebebiyle yaylım ateşine tutulmuştu.

Bir 10 Kasım günü “Bu törenlere içimiz kan ağlayarak katılıyoruz” dediği o konuşmasında Müslümanlara “İçinizdeki bu kini, bu nefreti, bu öfkeyi hiçbir zaman eksik etmeyin” çağrısı yaptığı için görevinden olmuş ve 312’den yargılanıp mahkûm edilerek siyasî hayatı bitirilmişti.

Eğer Allah göstermesin, aynı ortam ve şartlar bugün olsa, Erdoğan’a karşı da sırf o “kin”li cümleyi okuduğu için aynı mekanizmaları işletmek için tetikte bekleyenlerin varlığından kimsenin en ufak bir şüphe ve tereddüdü olmamalı.

Bu bir tarafa, İslâm ahlâkında kin ve intikam gibi hislerin yeri yokken, “dindar” siyasetçilerin her fırsatta kinden dem vurmalarının izahı ne?

“Kininin dâvâcısı bir gençlik” isteyen bir “Üstad” yerine, “Biz muhabbet fedaileriyiz” diyen bir Üstadı rehber alsalardı böyle yaparlar mıydı?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*