5. Şuâ’daki Serasker: Mareşal Fevzi Çakmak Paşa

GÜNÜN TARİHİ: 24 Aralık 1918

Mareşal Fevzi Çakmak, 24 Aralık 1918’de ilk kez “Serasker” oldu.

Fevzi ÇakmakFevzi Çakmak Paşa’nın “Ferik/Korgeneral” rütbesiyle Serasker, yani Osmanlı Devleti’nde “Erkân-ı Harbiye Reisliği” ki, bugünkü Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunması, 14 Mayıs 1919’a kadar devam etti.

Fevzi Çakmak’ın âlim, akademisyen, asker, siyasetçi ve tarihçilerin çoğu tarafından bilinmeyen bir yönü, Üstad Bediüzzaman’ın ilk kez 1908’lerde telif etmiş olduğu “Beşinci Şuâ” isimli eserinde perdeli şekilde nazara veriliyor. O eserde, ondan “Süfyanın emrine/hizmetine girecek Serasker” diye bahsediliyor.

Rumûzat-ı Semâniye isimli eserin “4. Remiz”inde ise “Sûrî dindar ve bir derece iman sahibi” ifadesiyle Fevzi Paşa’dan ayrıca söz edilirken, Ebter Paşanın emri altındaki Süfyan Komitesi’nde yer alan “Zeki Sadrâzam”ın da İsmet Paşa olduğu “ilcaat-i zaman” ile vâzıh şekilde anlaşılır hale geldi.

Adı geçen bu iki eserde “tavr-ı aklın haricinde” görünen, dolayısıyla “müteşâbih” olan bilhassa Ahirzaman ile ilgili âyet ve hadislerin te’vili, yorumu yapılıyor.

Yaklaşık bir asırdır ilim-fikir meydanında olan bu eserler, muhakkik ehl-i vicdan nazarında da umumî kabul görmüştür; B. Doğu ve Sebilürreşâd gibi, siyâset noktasında kardeş olmadıklarımız müstesnâ…

Sadece Risâle-i Nur’dan görüp öğrenebildiğimiz bu orijinal bilgilerden sonra, şimdi de, “Süfyaniyetin (dindar görünümlü) üçüncü rüknü” olan Fevzi Paşa’nın az-çok bilinen biyografisinden kısaca söz edelim.

Toplam 25 yıl Serasker

Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yaklaşık 25 sene müddetle Genelkurmay Başkanlığı yapan Fevzi Çakmak, 1876’da İstanbul’da doğdu; 10 Nisan 1950’de yine İstanbul’da öldü.

Mezarı Eyüp Kabristanı’nda olup, tam da Yahudi asıllı iş adamı Üzeyir Garih’in öldürüldüğü yerdedir.

Bir asker çocuğu olan Mustafa Fevzi, askerî eğitimini tamamladıktan sonra mesleğe atıldı ve bu mesleğini bilhassa haricî saldırılara karşı (Balkan, I. Dünya ve İstiklâl Harpleri’nde) başarıyla icra etti.

İstanbul’un 16 Mart 1920’deki kanlı işgali üzerine Anadolu’ya geçti ve hiç tereddüt etmeden, kendisinden yaşça ve rütbece daha küçük olan M. Kemal Paşa’nın emri altına girdi. Aciptir ki, ölünceye kadar da onun emrinden hiç çıkmadı.

* * *

Askerî sahadaki bilgi ve kabiliyeti sayesinde, ordu kademesinin en üst basamağına kadar çıkarak Mareşal de olan Fevzi Paşa, ömrünün sonuna kadar, idareci siyasiler tarafından ne söylendiyse, ne emredildiyse, onu aynen yapmaya çalıştı.

Kendisi hemen hiç inisiyatif kullanmadı. Esasında, yakından tanıyanların ifadesine göre, onun karakteri zaten böyle idi: Üstündeki makamı sorgulama cihetine gitmediği gibi, baştakilerin dinli mi, dinsiz mi, dürüst mü sahte mi olduğu hususu da onu pek ilgilendirmezdi…

Onun tek bildiği ve hakkını verdiği şey, emri altında olduğu kişinin hemen her dediğini yapmak, her arzusunu yerine getirmekti.

İşte, onun bilhassa bu karakteristik özelliği sebebiyle, bir yandan mareşalliğe kadar yükselecek bir kabiliyeti sergiler iken, bir yandan da her emre âmade olan bir “emirber nefer” gibi siyasî otoriteye karşı itaatkâr davranmıştır.

* * *

Fevzi Paşa’nın hayret edilen bir yönü de şudur: Kendisi Nakşi tarikatının bir koluna mensup (Şeyh Hüseyin Küçük’ün müridi) olduğu ve emsâllerine nazaran dine bağlı bir komutan olarak bilindiği halde, vazife müddeti içinde din uğrunda ve dindarlar lehinde hemen hiç çalışmadı, zerrece olsun bir gayret göstermedi, hamiyetli bir tavır sergilemedi.

Dahası, dinin temelleri yıkılmaya ve dindarlara gâvur eziyeti çektirilmeye çalışıldığı zamanlarda bile, sesini hiç yükseltmedi, en ufak bir itirazda dahi bulunmadı. (Hilâfetin kaldırılması, medreselerin kapatılması, şapkanın dayatılması, Kurân’ın yasaklanması, ezanın susturulması esnasında kılını dahi kıpırdatmadı.) Aksine, dindarlara kan kusturanların direktifine uydu ve aynı emir doğrultusunda olmak üzere, kendi emir-komutası altındaki ordunun kuvvetini kullandı.

* * *

Fevzi Çakmak Paşa, 1922’den 1944’e kadar fiilen ve kesintisiz olarak Genelkurmay Başkanlığı yaptı…

İsmet Paşa’nın ardından, tam da Cumhurbaşkanı olmayı beklerken, 1944’te emekliye sevk edildi. 1946 seçimlerinde, DP listesinden bağımsız milletvekili olarak Meclis’e girdi. Aynı sene yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefet cephesinin adayı oldu.

1948’de, muhalefetteki DP’yi bölen Millet Partisi’ni kurdurdu. Bu partinin fahrî başkanı olarak Nisan 1950’de Trakya’da çıktığı seçim gezisi esnasında hastalandı ve 10 Nisan’da İstanbul’da öldü.

Siyaseten onu destekleyen Eşref Edib, Sebilürreşad’ta yazdığı yazıda, onun kalabalıklı cenaze merasimini Hz. Peygamber’in (asm) cenaze merasimindeki hüzün ve heyecan haliyle kıyaslayarak anlattı.

@salihoglulatif: Dinsizlik nâm-ı hesabına put, heykel, sanemi savunan, düşman da olsa harbî ve MERT kimsedir; aynı şeyleri savunan dindar ise, NÂMERDin önde gidenidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*