Ağlanacak hallerine gülenler

Gün be gün tükenen ömür ve arkasından gelecek muhasebe üzerine bir kaç cümle yazacağım, ama lütfen yarası olanlar gücenmesin. Daha doğrusu hepimizin irili, ufaklı yaralarımız vardır.

Sıcak bir yaz günü adamın biri buz satıyor, bir yandan da bağırıyordu:

–Sermayesi tükenen adama yardım edin! diye.

Adam bu sözünde haklıydı. Zira buz durmadan eriyip yok oluyordu.

Oradan geçen Allâh dostu Cüneyd BAĞDADÎ, bu sözleri duyunca, bir an durakladı ve bir adama ve bir de önünde, gerçekten eriyen buza baktı. Ve bir düşüncedir aldı Bağdadî’yi; yavaş yavaş benzi sarardı ve olduğu yerde yığıldı, kaldı.

Etrafına insanlar toplandı ve bir süre sonra, Cüneyd kendine geldi. Başında toplananlar:

–Ne oldu sana böyle, dediler. O cevap verdi:

–Tükenmekte olan adamın bahsettiği buz değil, benim ömrümdür. Dedi.

Yine bu manaya yakın bir olay cereyan eder:

Hz. Ömer bir gün yolda giderken, birinin yüksek bir ses ve coşkuyla Kur’an okuduğunu duydu. O kadar güzel bir nağamatla okuyordu ki; o sesin cazibesine kapıldı ve durup dinlemeye başladı. Okunan “Tur” suresi idi. Vakta ki, “Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır.” Âyetini işitince Ömer; büyük hesap günü ve verilecek hesabın ve vaki olacak azabın şiddetinden ve heybetinden olacak ki; aynen, Bağdadî gibi benzi sararır ve bayılarak bineğinden düşer, yere kapanır. O’nu evine kaldırırlar ve günlerce bu âyetin etkisinde kalan Hz. Ömer, evinden günlerce dışarı çıkamaz.

Hz. Ömer’den söz açılmışken, şu kısacık bilgiyi de müsaadenizle nakledeyim: O’nun zamanında Diyarbakır fethedilmiş ve bu günkü İran’nın Pers İmparatorluğu yıkılmış, İslam topraklarına katılmıştı. Bundan dolayı, İranlılar ekseriyetle O’ndan nefret ederler, hatta hıyanetle itham ederler. O’nun dönemindeki İslâm coğrafyası, bu günkü Türkiye’nin, en az 10 misli kadardı.

İşte bu koca Ömer, ölmek üzere hasta yatağında yatmaktadır. Çocuklarına şu vasiyeti yaptığını görüyoruz; “Ben öldüğümde, kefenimi temin edecek kadar dirhemimiz (paramız) varsa, oradan temin edin. Şayet yoksa, kefenimi Sa’d bin Ebi Vakkas tedarik etsin.” buyurdu. Bu nokta üzerinde derin derin düşünmemiz ve ibret almamız gerekir. Böylesi bir devletin reisinin ölüsünü sarabilecek kadar bir kefenin parası yoktur. Akıl, havsala almıyor, değil mi?

İnsanlar her şeyin tükendiğini, eridiğini, şekil değiştirdiğini sık sık görürler, ama çoğu zaman ömürlerinin tükenmeye yüz tuttuğunu, bir buz gibi eriyip gittiğini düşünüp de, ona göre hal ve hareketlerine dikkat etmez ve gerekli tedbirleri almazlar. Etraflarında olup bitenleri düşünmezler, ibret ve dersler çıkarmazlar, günlerini gün etmeye çalışırlar. Sarhoşcasına nefsanî duygularını tatmin etmeye koyulurlar.

Burada asıl olan, her gün bir tuğlası düşen, virane olmuş bir bina misali insanın tükenen ömrü yanında, ayrıca dünyada yaşamı boyunca yaptıklarından dolayı, daha muhasebeye çekilmeden evvel; hesabını, kitabını, muvazenesini kurabilmektir. İşte o zaman; insan mahlukatın en şerefli makamını ihraz etmiş olacaktır.

Ve sevgili Peygamberimiz; “Eğer benim bildiklerimi siz bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” buyurmuştur.

Hakikaten Hz. Peygamberin bildiklerini bizler bilseydik; hırsızlar, haramilikten vazgeçerdi. Rüşvet alıp yolsuzluk yapanlar doğru yola gelirdi. Zalimler, zulümlerinden vazgeçip, merhamete gelirlerdi. İnsanlar husumetten muhabbete dönerlerdi. Nefret yerine, kucaklaşmayı tercih ederlerdi. Yine insanlar, gerçek bir insanın; insanlık şeref ve payesini idrak eder, dünya gül gülistanlık olurdu. Hep beraber, dünyada cennet hayatının güzelliğini ve saadetini huzurla yaşardık. Ama, maalesef durum hiç de öyle değil, hatta şu anda dünya, tam da bunun tersine dönüyor diyebiliriz.

İstikamet ve doğruluğun en önemli dayanağı; Allâh’tan korkmak ve kuldan da utanmaktır, haya etmektir. Bu iki insanî duyguyu kaybeden, her şeyini kaybetmiş, her türlü haramı ve kötülüğü yapmaya, irtikap etmeye müsait bir duruma, gelmiş demektir.

Allâh ve Resulü, çalışanı sever ve meşru yoldan zengin olmayı da teşvik ederler. Bildiğiniz gibi Hz. Peygamber, “Veren el, alan elden üstündür” demiştir.

Gayr-i meşru, haram yollardan gelir elde etmek, kul hakkına girmek, hem din’en ve hem de insaniyeten kapalıdır.

İnsana, hele hele Müslümana hırsızlık yapmak, kul hakkına girmek, hiç ama hiç yakışmaz. Zira haramdır, ayıptır, büyük günahtır, ateştir.

“El harisu, haibün hasir” yani doyumsuz, aç gözlü, kanaatsız insanlar, hep kaybetmeye, hüsrana uğramaya mahkumdurlar sözü, darb-ı mesel, yani ata sözü hükmüne geçmiştir.

Haramdan, haramilikten nemalanıp da, huzurla ve gönül rahatlığı ile öleni hiç gördünüz mü?

Daha huzurlu, daha mutlu, daha sürurlu bir yaşam umuduyla;

Selâm ve muhabbetlerimle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*