Allahuekber… Allahuekber… Allahuekber

“Yok olmaya mahkûm olan, hakikî güzel olamaz: Güzel değil batmakla gâib olan bir mahbub. Çünkü: Zevale mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve âyine-i Sâmed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli”

Bediüzzaman Said Nursî

Cenâb-ı Hak insanları ve cinleri kendine ibadet etsinler diye yaratmıştır. Ne var ki; Âdem Aleyhisselâm’dan beridir, bir çok insan fıtratının aksine davranmış; yer-gök ve bunların içinde bulunan mahlukâtın Hâlık’ı olan Yüce Yaratıcı’yı bırakarak elleri ile yapmış oldukları putlara tapmışlardır. İşlemiş oldukları büyük günaha rağmen, Rahman ve Rahîm olan Rabbimiz, bu insanları kendi hallerine bırakmamış; onlara doğru yola göstersin diye kendi içlerinden birini seçerek peygamberlikle görevlendirmiştir.

Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’i (as) Nemrud’un hüküm sürdüğü ve insanların sapıklık içinde putlara taptığı bir zamanda peygamberlikle görevlendirmişti. Putperest kavmi hidayete çağırma yolunda kendine delil olabilmesi ve Rabbinin azamet ve kudretini görüp tahkîkî bir iman sahibi olması için, Hz. İbrahim’e (as) gökyüzüne bakmasını vahyetti.

“Böylece, kesin inanç sahibi olsun diye İbrahim’e göklerin ve yerin hükümranlığını gösteriyorduk” (En’am 75. âyet)

Gecenin karanlığında göğe bakan Hz. İbrahim (as), ışıl ışıl parlayan bir yıldızı görünce, “İşte Rabbim budur” dedi. Yıldız kayıp gidince, kaybolmaya mahkûm olan benim rabbim olamaz anlamında “Lâ uhibbul âfilîn” dedi. Bu sefer gökteki bir başka parlak şey olan “Ay”a baktı. Ay kaybolup giden yıldızdan daha büyüktü. “İşte Rabbim budur” dedi. Ama, Hz. İbrahim’in içindeki bir ses “Bak göreceksin Ay da kaybolup gidecek” diyordu. Hakikaten de, gece yavaş yavaş elbisesini toplayınca Ay da koybolmuştu. Karanlık gecede göğü aydınlatan muazzam bir lamba olan Ay’ın kaybolması üzerine, Hz. İbrahim (as) “Rabbim beni hidayete erdirmese idi, şüphesiz ki yolunu kaybetmiş sapık kavimden olacaktım” dedi. (En’am 77. âyet)

Bu arada yavaş yavaş gün ağarmaya başlamıştı. O da ne! Gökyüzünde bir başka varlık belirmişti. Ah ne kadar da güzeldi! Kızıl rengi göz kamaştırıyordu. Güneş denilen bu varlık bütün ihtişamıyla gökteki yerini almıştı. Güneş’in büyüklüğünden çok etkilenen Hz. İbrahim (as) “İşte bu! Bu hepsinden büyük; benim Rabbim budur” dedi. Ama güneşte yıldız gibi, ay gibi Hz. İbrahim’i (as) aldatmıştı. Gündüz nöbetini geceye devretmek üzere çekilmeye başlayınca, Güneş yavaş yavaş Batıya doğru süzülmüş ve gurupta kaybolmuştu.

Bu manzarayı gören Hz. İbrahim (as), “Olamaz! Kaybolmaya mahkûm olan benim Rabbim olamaz! Ey halkım! Haberiniz olsun ki ben sizin (Alah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben hanif olarak yalnız hakka eğilip, yüzümü, gökleri ve yeri yaratan Yaratıcıya çevirdim. Ben (Allah’a) şirk koşanlardan değilim” dedi. (Enâm 78- 79)

Hz. İbrahim’in (as) yüzünü Mahbûb-u Bâki’ye çevirme hadisesini Üstad Bediüzzaman gayet vecîz olan şu sözlerle tasvir ediyor:

“Bir matlub ki, gurubda gaybubet etmeye mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merakına değmiyor. Âmâle merci olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki kalb ona perestiş etsin ve ona bağlansın kalsın.

“Bir maksud ki, fenada mahvoluyor; o maksudu istemem. Çünki fâniyim, fâni olanı istemem; neyleyeyim?..

“Bir ma’bud ki, zevâlde defnoluyor; onu çağırmam, ona ilticâ etmem. Çünkü nihayetsiz muhtacım ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük derdlerime deva bulamaz. Ebedî yaralarıma merhem süremez. Zevalden kendini kurtaramayan nasıl mâbud olur?” (Sözler, 17. Söz’ün ikinci makamı)

*****

Bugün Kurban Bayramın’ın ikinci günü. Nefsin bağlandığı şeyler olan mal, evlâd, mevkî ve daha nice mecâzi mahbublara sırt dönüp Mekke-i Mükereme’ye gelen yaklaşık 4 milyon insan, Mahbûb-u Ezelî olan Cenâb-ı Hakk’ın emri üzerine “Hac” vazifelerini yerine getiriyorlar.

“İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Kâbe’ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin.” (Hacc 27-28)

Dünyevî elbiseleri çıkarıp takva elbisesine bürünen ırkları, dilleri ve renkleri farklı olan yüzbinlerce insan, bıkıp usanmadan “Lebbeyk Allâhmümme Lebbeyk. Lebbeyke lâşerîke Leke lebbeyk. İnnelhamde ve’n-ni’mete Leke vel mülk. Lâ şerîke Lek” diyerek yeri göğü çınlatıyorlar. Onların bu haline melekler dahi gıpta ediyorlar. Çünkü, Hadis-i Şerifte bildirildiği üzere, Cenâb-ı Hak, mahşer gününü anımsatan Arafat günü bu insanlarla gurur duyduğunu ve onları günahlardan arındırdığını meleklerine bildirmiştir.

Allahuekber… Allahuekber… Allahuekber. Yıllarca mecâzi aşklar peşinde koşup onlara hizmet etmekten bîtab düşen, sonunda Allah’ın yol göstermesi ile Mahbûb-u Hakikiyi bulan bir insan için, Onun sevgisine ve affına nâil olmaktan başka büyük bir nimet olabilir mi?

İşte bu yüzden, hacca gidemeyen yüz milyonlarca mü’min, nâil oldukları bu büyük nimet için hacı kardeşlerine gıpta edip, “Mebrûk, elfi elfi mebrûk, Ya Hüccâc-ı Beytü’l-Atîk! Haccen mebrûren, zemben mağfûren!” diyerek onları binlerce defa tebrik ediyorlar.

Not: Muhterem okuyucularımın mübârek Kurban Bayramlarını tebrik ediyor, şu mübârek günlerde salih duâlarını bekliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*