AKP´nin AB imtihanı

En kötüyü emsal alarak derin güçlere tepkisini gösteren milletin iradesi, AKP’yi tek başına iktidara getirdi. Bu makul tepkiyi herkes az-çok bekliyordu, fakat dozajını tahmin etmemişti. Kanaatimce AKP’nin kendisi de.

Şimdi sıra siyasî iktidarın önünde duran dağ-vari meselelerin çözümünde. Acizane kendim, din, vatan ve millet uğrunda yapacağı hayırlı çalışmalarda başarılı olması için duâ ediyorum. Ancak bu dünya bildiğimiz gibi sebepler dünyası. Arzuların, emellerin ve hayallerin tahakkuku için sebeplerin ortaya gelmesi ve zeminin oluşması gerekiyor. Hikmet dünyası diye buna deniyor. Bu adeseden bakarak, hükümetin en önemli vazifelerinden olan Türkiye’nin AB’ye yönelmesiyle ilgili birkaç noktaya işaret etmek istiyorum.

Henüz hükümetin kurulmadığı, icraata başlanılmadığı bir dönemde—âcilen—Avrupa merkezlerine yapılan ziyaretin üslûbunu biz beğenmiş olsak da Avrupalılar yadırgadılar. Kopenhag kriterlerinden henüz uzak seyreden geminin görünen kaptanı yasaklı iken ve ülke gayri hukukî yüzlerce yasakla malûl iken “Biz hazırız” diyorsunuz. Düne kadar bolşevik Rusya’nın hegemonyasında perişan iken, bugün seksen senelik Cumhuriyet Türkiyesine fark atmış bir ülkenin hem hukukî reformlar, hem ekonomideki şeffaflık, hem de idarî düzenlemeler açısından gerisinde durarak AB’nin kapısını “Haydi, biz hazırız!” diye çalmak size de garip gelmiyor mu?

Dünyada siyasî, ekonomik ve stratejik menfaatlerinden dolayı Türkiye’nin AB ile entegrasyonunu istemeyen üç önemli ülkeden ikisi ABD ve İngiltere’dir. 28 Şubat sürecini müteakiben Türkiye ekonomisinde dehşet saçan tekelleşmenin uzantılarına baktığınızda durumu daha iyi kavrarsınız. Dinozorlarının istedikleri şekilde sömürdüğü bir ülkeyi elleriyle AB’ye teslim etmenin elbette mantıkla ilgisi yok. Peki, Prag’da Sezer’e üç dakika ayırarak “AB’ye girmeniz için büyük gayretler sarf ediyorum” diyen Bush ile, Erdoğan’ı yere-göğe sığdırmayan Blair’e ne dersiniz? Düz mantıktan “dessas mantığa” geçtiğinizde bu işte bir “hinlik” sezmiyor musunuz? Yani efkâr-ı ammemizin AB ümitlerini yele vermek…

Sayın Erdoğan’a şöyle bir üslûp yakışırdı: “Görüyorsunuz ki tek başımıza iktidar olduk. İstediğiniz düzenlemeler ve iyileşmeler için bize hiç olmazsa altı aylık bir süre verin. Biz de halkımızın yüzde yetmişi gibi AB’yi düşünüyoruz.” Ama maalesef Fischer’in de işaret ettiği gibi diplomasi lisanı yerine “siyasî halk üslûbu” kullanılmıştır.

AB’nin genişlemesinden sorumlu Verheugen daha önce de belirtmişti: “Evvela tatbikatı görmek istiyoruz.” Dinlerinin gereği olarak örttükleri başörtülerinden dolayı işlerinden ve okullarından uzaklaştırılmış yüz binlerce mağdurun AB merkezlerine ve Strazburg’a yöneldiğini herkes gibi Tayyip Bey de görüyor. On binlerce kız çocuğunun yine AB üniversitelerinde bin bir zorlukla gurbette okuduklarını bizden daha iyi biliyor. Ayrıca maaş ortalaması AB ülkelerinin on kat gerisinde seyreden bir ülkede benzinin Almanya’dan da pahalı olarak 1 euro 10 cente satıldığını da AKP biliyor. Hem hukuken, hem de ekonomik olarak müttefik iç ve dış güçlerce mengeneye sıkıştırılmış insanları rahatlatmadan “Efendim, bizi mutlaka almalısınız. Aksi takdirde AB de kaybeder” şeklindeki üslûp yanlıştır.

Bir de şu husus var: Katolik kilisesinin söz dinlettiremediği, zaman zaman tüm semavî dinlere taarruza geçen AB içindeki güçlere “Bizleri almazsanız AB Hıristiyan kulübü olur ha!“ tarzındaki serzenişler de çok eskidir. Hıristiyanlığın, din, kültür ve eğitim noktalarında sıkıntı çektiği bir birliğinin ne Hıristiyanlık, ne de Müslümanlık diye bir kaygısı yok artık. Burada vurgu insanlığa yapılarak, Avrupa kamuoyu kazanılabilir.

Kanaatimce Tayyip Beyin AB yolunda Türkiye’de ve dünyada seslendirmesi gereken önemli iki fikir var. Dışarıdaki dünyaya İslâmın demokrasiyle çelişmediğini; gerek Asr-ı Saadetteki tatbikatların, gerekse Kur’ân’ın günümüzdeki yorumlarının buna şahit olduğunu izah etmesi gerekiyor. Zira 11 Eylül’ün dünyaya yaydığı zehiri başka panzehir temizleyemez. Bu orijinal mesaj hem yankı bulur, hem de engelleri bertaraf eder.

Dahildeki geleneksel devletimize de “resmî ideoloji” ile Türkiye’nin dünya ile entegre olamayacağını izah etmesi gerekiyor. Rejimle ilgili yersiz korkulardan devletin dinamiklerini kurtardığı zaman tüm enerjisini memleketin hayrına sarf edebilir. Tüm AB kurumlarının Kemalizmi devlet ideolojisi olarak yüksek sesle tenkit ettikleri bir dönemde; iyi bir Atatürkçü olsanız da iyi bir Avrupalı olamıyorsunuz. İşte bu hususu makul ölçülerde, polemiğe girmeden ve devletin tepesinde bir kavgaya fırsat vermeden anlatabildiği zaman, hem devleti ve hem de milleti arkasında bulur. Kopenhag kriterleriyle ilke ve inkılâplar arasındaki tercihe Türkiye çoktan muhatap olmuştu. Fakat bu zor imtihan AKP’ye düştü. Rabbim onlara vatan, millet ve din yolunda muvaffakiyetler versin…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*