“Allah Güzeldir, güzelliği sever”

BİR HADİS,BİR YORUM

“Güzelce giyinip kuşanınız; kılık kıyafetinizi düzeltiniz. Tâ ki insanlar arasında siyah üzerindeki beyaz gibi görünesiniz.”

(Camiüssağir, s.100)

Güzel ve temiz giyinmek İslâmiyetin önemli tavsiyelerinden birisidir. Mü’min ahlâkı güzel, yaşayışı düzgün olan kimse olduğu gibi elbiseleri de temiz ve güzel olan kimsedir. Bu pahalı ve markalı giyinmek demek değildir. Bugün insanlarda bir “marka” düşkünlüğü var. İmkânına göre insanın giydiği şeyin temiz, düzgün görünümlü olması demektir. Burada önemli olan insanın giyim kuşam dolayısıyla kibir ve gurura kapılmamasıdır. Birgün Peygamberimiz (asm), “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan bir kişi Cennete giremez” buyurduğunda, ashabtan bazıları, “İnsan elbisesinin, ayakkabısının güzel olmasını sever” deyince, Resulullah (asm) da şöyle buyurmuşlardı:

“Allah Cemîl’dir, Güzeldir, güzelliği sever. Kibir hakkı beğenmemek, şımarmak ve insanları küçümsemektir.” (Kenzü’l-Ummal, 3: 528)

Burada tehlikeli olan; insanın, kılık kıyafeti bir üstünlük vasıtası olarak değerledirmesidir. Bazı kadın ve erkekler vardır, özellikle giydikleri elbiselerin, ayakkabıların markalarını insanlara söyleyip dikkat çekerek onunla diğerlerinden daha zengin olduklarını ima ederler ve giydikleri ile övünürler. Halbuki bu bir övünme meselesi olmamalıdır. Çünkü Allah insanların ne giydiğine bakmaz. Allah insanların kalbine, niyetine ve takvasına bakar. Allah katında üstünlük takva iledir, elbise ile, kılık kıyafet ile değildir. Peygamberimiz (asm), “Allah kibirli kibirli elbisesini çekiştirip duran kişinin yüzüne bakmaz. O elbise ister helâl yoldan, ister haram yoldan temin edimiş olsun” buyurmaktadır. (Kenzü’l-Ummal, 3: 536)

Diğer taraftan güzel giyinmek, tertipli düzenli olmak israf etmek değildir. Kimileri kendisine yetenden çok daha fazlasını alıp bir giydiğini bir daha giymeyerek büyük bir israfın içine sürükleniyor. Allah, yemede içmede olduğu gibi giyinmede de israflı olanları sevmez.

Yazının başına aldığımız hadiste kastedilen; dindar olarak bilinen insanların davranışlarıyla olduğu gibi giyimleriyle de itici olmamaları ve sempatik olmalarıdır. Ama kılık kıyafetin sadece bir araç olduğunu unutmamak gerekir. Onu bir amaç haline getirdiğimizde, ahlâk, fazilet, takva gibi insanı gerçekten insan yapan değerleri küçümser ve değer ölçüsü olarak giyilen elbisenin, ya da ayakkabının “markasını” alırız.

Halbuki Cenâb-ı Hakk’ın bize güzel bir elbise giymeyi nasip etmesinden dolayı O’na şükredersek kulluk görevimizi yerine getirmiş oluruz. Bu anlamda, güzel giyinmek, “Allah, verdiği nimetin eserini kulunun üzerinde görmek ister” hadisinde anlatılan hakikate de uygun hareket etmek demektir.

İnsanın yüksek, ulvî bir amacı olmazsa zihni hep şekil üzerinde döner durur. Kendisinin ve başkasının elbiseleriyle, giyim kuşamlarıyla ilgilenir. Bunu aşmak için yüksek bir gaye için çalışmak gerekir. Bu yüksek gaye de İslâma ve Kur’ân’a herkesin kabiliyeti ölçüsünde hizmet etmesidir.

“Allah’Im, dünyada da İyİlİk ver, ahİrette de”

BİR ÂYET BİR YORUM

“İnsanlardan öyleleri var ki, ‘Ey Rabbimiz bize dünyada ver’ derler. Böyle isteyenlerin ahiretten hiç nasipleri yoktur. Onlardan bir kısmı da ‘Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, ahirette de iyilik ver. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Bakara Sûresi: 2/200-201)

İnsan çok aceleci olarak yaratılmıştır. Bir şeyi hemen elde etmeyi sever. Peşin bir gramlık bir lezzeti, ileride alacağı bir ton lezzete tercih eder. Bu yüzden bir âyet-i kerimede “Yestehibbûne’l-hayâteddünya, alelahireti” denmektedir. Yani insanlar, dünya hayatını ahirete tercih ederler. Bu yüzden etrafımızdaki insanlardan bir kısmının sadece dünya malı, mülkü, mevkii için duâ ettiğini ve çabaladığını görürüz. Allah insana neyi isterse onu verir. Âyette sadece dünya hayatı için Allah’tan talepte bulunanların ahirette bir nasipleri olmayacağı belirtiliyor. Kur’ân, sadece fani dünya için duâ etmenin doğru olmadığını bildiriyor ve doğru talebin nasıl olacağını da gösteriyor. Bu talepte sadece ahiret yok. Ahiretin yanında dünya da var. Hatta dünya önce talep ediliyor. Kur’ân’ın bu âyete göre insanın taleplerine realist yaklaştığını görüyoruz. Buna göre insan, “Ya Rabbi bize dünya da hasene ver, ahirette de hasene ver” diye duâ etmeli.

Burada dünyanın öne alınması, insanın geçici de olsa bu dünyada yaşadığı gerçeğinden hareket edildiğini gösteriyor. İnsan bu dünyada yaşıyor. Ve Allah’a muhatap olmuş bir varlık. İslâm dini bu varlığın dünyevî ve uhrevî isteklerini dengede tutuyor. Şu anda dünyada yaşadığımız için dünyaya da öncelik veriyor. Ama bu talepte sadece dünyaya bağlanmak yok. Ahiret için de çalışmak var. Çünkü sadece kavli duâ ile buna erişmek mümkün değil. Duâ insanın iyilik yapmasına, Allah’ın istediği gibi bir kul olmasına sebep olur. İnsanın iyiliğe olan eğilimini kuvvetlendirir. Rivayetlere göre Peygamberimizin (asm) en fazla yaptığı duâlarının başında bu duâ âyeti geliyormuş.

Bu âyette “hasene” tâbirinden ne kastedildiği bildirilmemiştir. Bununla insanın gönlünden geçen her meşrû isteğin kastedilmesi mümkündür. Nitekim tefsirlerimizde “Ya Rabbi bize dünyada iyilik ver” âyeti şu şekillerde açıklanıyor: Sağlık, âfiyet, salih bir eş, geniş rızık, faydalı ilim, amel-i salih, güzel bir binek, iyi dostlar, hayırlı evlâtlar vs. “Ya Rabbi bize ahirette de hasene ver” âyetindeki “hasene” ise, “Cennete girmek, arasattaki büyük korkudan emin olmak, Allah huzurunda hesabın kolay olması” şeklinde açıklanıyor.

Diğer taraftan ateşten korunmanın gereklerini de bu dünyada yapmak gerekiyor. Bunlar da Allah haram kıldığı şeylerden kaçınmak ve emredilenleri yapmaktır. Şükreden bir kalbe, zikreden bir dile ve sabreden bir bedene sahip olmak dünyada haseneye kavuşmaktır. Ahiretteki hasene de ateş azabından korunmaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*