Arap Baharı ve Nurcular

Image
Sloganların fikirleri uçurduğu fırtınalı bir mevsimi yaşıyoruz. Şiddetli rüzgârlara kapılmamak için doğrular, başlarını siperlerden bile çıkarmamayı tercih ediyorlar.

Bu fırtınalı zemin ve kasırgalı mevsimde, kurtuluşun yine Kur’ânî sütunlara sarılmak ve Peygamberî hâlâtlara bağlanmakta olduğunu bilenler, Kur’ân’ı ve Resulullah’ı zamana aktaran ve hâdiseleri o açıdan tahlil eden Bediüzzaman’ı okuyorlar ve içine düştükleri problemlerin çözümlerini oralarda arıyorlar.

Arap Baharı denilen hâdiseyi tetikleyenlerin Müslüman mı, saldırgan Avrupalı mı veya Asyalı münafıklar mı tesbitini yapmadan Wikileaks rüzgârlarına yelken açan çoğu dindarların, yelkenlerinin arzuladıkları limana yönelmemelerinden fevkalâde muzdarip görünüyorlar.

Devlet-i Âliye’nin tepesine üşüşenlere karşı Osmanlı’yı son demine kadar müdafaa eden Bediüzzaman Hazretleri, dini siyasete âlet eden yanlışçılara; “Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta  müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim [hipnoz] ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammane [sağırcasına] tahribimizde eser-i telkini icra ederiz.” diyor. 1919’dan 2011’e kadar durum ne kadar değişti ki? Neoliberal ve Neocon’ların programlarını Türkiye’de en az yirmi kanaldan vizyona sokan mevcut iktidar ile birlikte “Arap Baharını” alkışlayanlar dönüp Risâle-i Nur’a bakma ihtiyacı duymadılar.

Said Nursî kadar hürriyetçi, onun kadar diktatörlerle mücadele etmiş ve onun ulaştığı zafere ulaşabilmiş birisini son asırda gösterme imkânınız var mı? Kemalizm’in tam yirmi sekiz sene zindan, menfa ve çileye mahkûm ettiği âhir zaman müceddidinin mücadele metodunu incelemeden, onun “Müsbet Hareket” üslûbunu öğrenmeden ve yine onun dış müdahalecilere karşı tavrını araştırmadan Neocon ve Neoliberallerin tetiklediği “Arap Baharı” rüzgârına kapılan dindar basınımızın, Kuzey Afrika’da, Hint kıyılarında ve Suriye’de akan masumların kanlarına alkış tutmalarını, arkadan gelecek Müslüman araştırmacılar hüzün cümleleriyle tarihe kaydedeceklerdir.

Nur Talebeleri kadar hürriyetperver, onlar kadar demokrat ve yine onlar kadar hukukun üstünlüğünü zindan ve işkenceye rağmen savunabilmiş cemaatlerin sayısı fazla değildir. Avrupa’nın rüşvetlerle yirmiden fazla kanalla efkâr-ı âmmeye boca ettiği yanlışları sütunlarında alkışlayarak destekleyen birçok siyasal İslâmcı aydınımızın hâlâ gırtlağında Kaddafi’nin lokmasının olduğunu biliyorsunuz. Ahir zamanın dinsiz cereyanlarınca Kral İdris’in yerine Ankara üzerinden Libya’ya taşıttırılan Muhammed Kaddafiye’ye ilk karşı çıkan Nurculardır. Tıpkı Baas’ın beyni Kahire’de oluşurken Kral Faruk’un devrilmesinde olduğu gibi… Netice Cemal Abdünnasır idi… İki yanlıştan bir doğru çıkmamıştı. Kaddafi’yi İslâm Devrimcisi, safsatalarını da yeşil kitap diyerek İmam-Hatipler’de alkışlayanların bugün başka bir felâkete alkış tutmalarını hüzün ile seyrediyoruz. Zaten yolun sonuna gelmiş ve mutlaka demokrasiye geçmeleri gereken eski dikdatörleri bahane ederek kendilerine yeni saha açan dinsiz Avrupalıları alkışlamalarının İslâm’ın izzetine ne denli ters düştüğünü ancak Nur Talebeleri anladılar.

1930’larda Boğazlar meselesinde acemi Kemalistleri sıkıştıran Avrupa’nın yardım teklifini yüzlerine kırbaç gibi vuran Üstad Hazretleri: “Biz ferec ve ferah ve sürur isteriz—fakat kâfirlerin kılıncıyla değil! Kâfirlerin kılınçları başlarını yesin; kılınçlarından gelen fayda bize lâzım değil” (Lem’alar, s. 155) diyor. Sarkozy’nin bombalarıyla Libya’ya hürriyetin geleceğini bekleyenler Bediüzzaman’ı anlayamadılar. Türkiye ile entegreye tam gaz giden Suriye’deki fitne ateşini de düşmanlarımız yaktı. Ülkemize tam seksen senedir tökezleyerek gelmeye çalışan parlamenter rejimimizin hâl-i pürmelâli ortada iken Beşşar’da dünden yarına demokrasi isteyenlere kan revan içindeki Kerbelâ ile kanlı Kandahar’ı göstermek zorundayız.

Bediüzzaman dıştan gelecek saldırıyı devletin nizamî kuvvetlerine havale ederken, dahilde kuvvet kullanmaya kesinlikle izin vermemiştir. Dahildeki savaşta; Müslümanların çoluk çocuklarına esir muamelesi yapılmayacağını ve mallarının da ganimet olmayacağını belirtiyor. Dünya tarihinin en münafıkane istibdadıyla mücadele ederken bir tek talebesinin burnunu kanattırmayan ve mücadelesinde de başarıya ulaşan bir Bediüzzaman’ı okumamanın ve siyasî menfaatlerden dolayı dinlememenin faturasını inşâallah-–bizler de dahil—Müslümanlar daha da pahalıya ödemezler. Bediüzzaman’ın “Müsbet hareket metodu’’nu yalnızca Anadolu ile sınırlı görüp; İslâm coğrafyasını dışta tutanların haklı veya mantıklı hiçbir dayanakları yok kanaatindeyiz. İçimizdeki bazı ahmakların yüzünden baharlarımızın geçici zemherirlerle yer değiştirmemesi için duâya devam edelim.

Image

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Sayın Yazarı tebrik ediyorum.
    Çoğunluğun bir sele kapılıp, efsunlanmış gibi kurtulmaya da çalışmadığı bir dönemde, Yeni Asya?nın gerçek misyonuna uygun olarak, bir vizyon göstermesi elbette tebrik edilmelidir.
    Uzun zaman geçmemiş olan Irak tecrübesine rağmen, insanların gerçekleri görememesi ne acı!.
    Irak?a demokrasi gelecek, bu demokrasiyi ABD getirecek diyenlerin benzerlerini, hatta kopyalarını şimdi Suriye, Libya, Mısır için görüyoruz. Libya?da bugüne kadar 30.000 kişinin öldüğü yazılıyor. Mısır?da ne olduğunu, Suriye ve Irak?ta neler yaşandığını bilmiyoruz. El yordamı ile öğrenmeye çalışıyoruz. El Cezire gibi yakın zaman önce ORTADOĞU?ya yerleştirilen bir TV kanalının haberleri hemen hemen tek kaynak. Bugün de samimi olarak hak, hukuk, demokrasi diyenlere 1990-2000 yılları arası basınını taramalarını, o dönemi bilenlerle konuşmalarını, IRAK?ı ve bugünkü durumunu, neler kazanıp, neler kaybettiğini araştırmalarını tavsiye ediyoruz. Bütün bu olayların Filistin ve İsrail ile bağlantısının iyi takip edilmesi gerek. BM?de Filistin Devleti konusunun görüşülmesi ve sonraki gelişmeler dikkatle takip edilmeli, uyanık olunmalı, hiç değilse yanlış dua edilmemelidir.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*