Hayat hiçte arzu ettiğimiz gibi gitmez.
Bediüzzaman bir gün talebesi merhum Zübeyir Gündüzalp’e sorar:
“Zübeyir benden önce mi, sonramı vefat etmek istersin?”
Boynunu büken Zübeyir Gündüzalp:
“Üstadım sizden evvel ben vefat edeyim. Sizden sonra ben nasıl yaşarım?”
“Hayır benden sonra yaşayacaksın ve çile çekeceksin”
Ve çilleler çekmiştir.
Baharı beklerken, hep aklımdan bir çok fırtınalar geçer.
Ömrümüzün baharı, tabiatımızın baharı, kâinatın baharı….
İhtiyarladığımız an kuru ve uyuşmuş kış çiçeği gibi, belimizin büküldüğü anları…
O zaman :
“Bahar gelmiş neyime?”
Dediğimiz zamanlar yaşarız.
Mevsimlerin insanların üzerinde büyük tesirleri olur.
“Ne güzel“ dediğimiz zaman çirkinleştiğimiz zamanları…
Bir çiçekten, bir böcekten dersler alırız.
Bütün aşk nağmelerinde firak elemini çeken biçareleri görürsünüz.
Yaşarken ölenlerimi sorarsınız, ölse de yaşayanları mı?
Hayatını günlük hay-huy ile geçiren avareleri mi?
Her insanın bu manada hayat halleri vardır.
Duygularını aşk ve şevklerini yitiren insanları derin gaflet uykusundan bir türlü uyaramazsınız.
Yaşadığı bahar hallerinden dersler çıkaramayanlar o zaman bunalımların pençesine kapılırlar.
Gençlerin bahar halleri bunlara benzer.
İfratkâr nefis ve hevalarını kontrol altına alamayan delikanlıların zor imtihanları vardır.
İnsanın bedeni ihtiyarlarda, enaniyet, benlik ve arzuları hiç ihtiyarlamaz.
Hep bahar halleri yaşar iç âlemleri, hayat böylesine akıp gider…
Anne ve babalar bu bahar zerafetinde ki yavrularına her şeylerini feda ederler.
Sonra bir bir hanelerden uçup giderler…
Bir bahar evlâda derken, diğer bahar halleri yeni ve geniş aileler de yeşermeye başlar.
Bu bahar halleri ilk insan Adem Peyganberden başlayarak günümüze kadar geldi.
Ve kıyamete kadar devam edecek…
Mevsim bahar iken hayatın çekilmez halleri, çekip size kış manzaraları yaşatır.
İşte hayat böyledir…
Hayatın lezzetini hep başka şeylerde aradık.
Ancak iman ile onu süslendirdik ve muhafaza ettik.
Pozitif hayatı biz satırlarda bulduk.
Kitabın sahifeleri bizi alıp gerçek âlemlere ve baharlara götürdü.
O zaman gözümüzü açıp baktık ki, her şey bir mâna ve önem kazanmıştı.
Biz her şeyi bildiğimizi zannediyorduk.
Halbuki o zaman her şey kapalı ve zifiri karanlıktı.
Biz ancak gözümüzü açmak ile görebildik her şeyi.
Semeresiz meşakkatlerden, verimli, meşakkatli baharlara kanat açtık.
Mertliğin ve yiğitliğin esaslarını O’ndan öğrendik.
O zaman her şeyin iyi ve sevimli cihetlerini müşahede ettik.
Meşakkatler ve hicranlı haller bile musıkînin nağmeleri gibi gelmeye başladı bize.
Çevremizdeki insanlarda bizden hoşlanmaya başladı.
Tebessümün bile bir sadaka olduğunu anladık.
Çiçekler açtı…
Ağaçlar meyve vermeye başladı.
Hayatı ve baharı bir kitap gibi okumaya başladık,
Her gün bir sahifesini hafızamıza aldık, bir sinekten bile dersler almaya başladık.
Bu güzel hasletlerimizi kendimizde çevremize taşımaya başladık.
Bizdeki bu hallere bazıları bir mâna veremedi.
Halbuki her şey açık ve belli idi.
Bu kâinatın san’atkârı kendini sevdirmek istiyor.
Bu manzaralar bir ilânname olarak görünüyor.
O zaman işlerimiz de bile bahar halleri yaşanmaya başladı.
Evlerimiz de cennet misal manzaralar görüldü.
Kızımız, oğlumuz, annemiz, babamız ve bütün aile…
Bayram havası yaşanmaya başladı.
Alan olmayı beklemedik, veren olmayı benimsedik.
Tebessüm simamızdan hiç eksik olmadı.
Zifiri karanlıkta olanların elinden tutup aydınlığa çıkardık.
“Bak! Sen başıboş olmadığın gibi yaşanılan bu hadiselerde başı boş değildir” sözleri kulaklarımızı çınlattı.
Baharı böyle yaşadık.
O bizi anlamaya, biz de onu anlamaya başladık.
Benzer konuda makaleler:
- O’nu tanıyarak; O’nun yolunda…
- Bahar da yakın…
- Bahar ola, hayrola!
- Baharı beklerken
- Konya’da genç olmak…
- Ondan ayrılalı 50 yıl oldu
- Avrupa baharına Nur’un katkısı
- Bâkî baharı beklerken fani baharla söyleşi
- Bir bahar inkılâbı daha
- Bahara veda ederken
İlk yorum yapan olun