Batı demokrasilerini Müslümanlarla yıkmak

Bu başlık demokrasiyi, Müslümanlar başta olmak üzere, Batı’daki yabancı unsurları ve onları kullanarak demokrasileri yıkmaya çalışan global sivil Marksistleri ihtiva etmeye çalışacak.

Konuyu kendimce hazmedememiş olabilirim. Zira henüz farkına varmaya başladığımızı düşünüyorum. Avrupa’daki münafık Marksist “YEŞİL HAREKETİNİ” incelerken, uzaktan uzağa hissetmiştik. Daha sonra 2019 Amerikan seçimlerinde kullanılan zenciler, Müslümanlar ve göçmenler ittifakının, Neoliberal sermaye elinde, Amerikan Demokrasisine karşı nasıl kullanıldığını seyretmiştik. Ve şimdi Almanya’daki “siyasî partilerin” genel manzarasını tahlil ederken, global hegemonya peşindeki dinsiz demokrasi karşıtların çalışmalarının, dikkatli araştırmacılara görünecek seviyeye ulaştığını bildiğimizden, okuyucularımızın hoş görülerine dayanarak bu konuyu ele almaya çalışacağız.

Birilerinin bunu komplo kabul etmelerini, siz de normal karşılarsınız elbette. Çünkü olayların örgüsü olabildiğince komplikasyonlarla dolu. Yap-bozun parçalarından da girift ve karışık. Demokrasiye nefes aldırmak istemeyen belli bir kapital çevresi, küresel modern Bolşevizm ile iş birliğine gitmiş. Ve örgüsünde; her türlü entrikalı yaklaşımı, nifakı, millî renk-desenleri, zahiren dinî sembolleri ve ırkçılığı o denli iç içe kullanıyorlar ki; çoğu cephelerde hem iktidarı ve hem de muhalefeti idare ediyorlar. Almanya’da olduğu gibi… Merkel ve ekibiyle Hıristiyan Demokratları ve bazı komünist SPD’lilerle sosyal demokratları idare ettikleri gibi, karşılarına da aynı kaptan beslenen Yeşillerle AfD Partisi’ni çıkarıyorlar. Bu konularla alâkalı, arşivimizde bilgi-belgeye dayalı çok yazılarımız olduğundan, yukardaki ifadelerimize kuvvet verecek şeyler yazmayı, şimdilik gerekli görmüyoruz. “YEŞİL NİFAK” başlığı altındaki yazılarımız ile Soros-Merkel ortaklığında kurulan PEGİDA hareketinin hikâyelerini anlatan yazılarımıza kadar… Bu günkü köşemizde, Avrupa ve Amerika demokrasilerinde “KOÇBAŞI” olarak kullanılan “MÜSLÜMAN SEÇMENLERDEN” bahsetmek istiyoruz.

Kırk senedir, seyircisi olarak yoğunca yaşadığımız Almanya sosyal/siyasal hayatımızdaki müşahedelerimiz, araştırmalarımız ve tarihî mukayeselerimiz sayesinde, Birinci Dünya Savaşı öncesi/sonrasında Almanya üzerinden tüm Avrupa’yı işgal etmek isteyen Marksistlerin, 1970’lerden itibaren bu coğrafyada “DERİN BİR MÜNAFIKLIĞA” giriştiklerine şahit olduk. Alman sosyalizminin katili Willy Brand’tan sonra şirazesi bozulan Almanya Demokrasisi, Neoliberallerin tetikçisi Helmuth Kohl ile derin yaralar almaya başladı. Ve hepimizin bildiği üzere hem AB’nin ve hem de Alman milletinin taliini tersine çevirmeye uğraşan Angela Merkel ile bu bozulma doruğa erişmiş görünüyor. Bu düşüşü dünya şartlarıyla birlikte değerlendirmek zorundayız. Bu yılları bir bütün halinde tahlil etmeksizin söylenecek her şeyin yanlış ve eksik kalacağını düşünüyoruz.

Siyasette zemin ve şartlar çok önemlidir. Zemini bulamadıktan sonra, siyasî dehalar da başarısız kalırlar. Elbette, yukarda bahsettiğimiz “Yeşiller Hareketi” ile Pegida ve benzeri sosyal yapılanmalara, Hıristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratların yol açtıkları yanlışlar yol verecekti.  Müslümanlara, göçmenlere ve ırk olarak Avrupalı olmayanlara karşı yaptıkları hatalar, demokrasi karşıtı oldukları halde “SİYASÎ PARTİ KOSTÜMLERİYLE” sahneye çıkan “KURTARICI PARTİLERE” zemin hazırladığını, dikkatli araştırmacılar çalışmalarıyla ortaya koyuyorlar.

Müslümanlarla diğer yabancı unsurların, global sivil Marksistlerce Amerika ve Avrupa demokrasilerine karşı kullanılmasında, kısmen Batı Demokrasisinin sağlıklı gelişmemesine de bağlayabiliriz. Temel insanî haklarındaki yavaş ilerlemeler, yabancılara karşı çifte standartlar, dinî hürriyetlerdeki kısıtlamalar (yine Marksistlerin teşvikiyle), ırkçılığın perdeli bir şekilde sivil Marksistlerce desteklenmesi, yine aynı merkezlerin malî desteğiyle harekete geçirilen örgütler (aşırı sağcı kimliğiyle) ve demokrasi karşıtı hâkim medyanın menfî propagandaları; söz konusu kitlenin büyük partilerden tuzak küçük partilere kaçışını gerçekleştirmiştir. Müslümanların Yeşiller Hareketi veya bir başka marjinal partiye (Die Linke veya AfD gibi) partilere rey vermesinin mantıkî bir izahını bulamazsınız. Yabancılarla birlikte, kimlik olarak kendilerini henüz Avrupalı hissedemeyenleri, entegrasyon karşıtı olarak şikâyet edenler de Marksistler değiller mi?

Yukarıda ifadeye çalıştığımız doğruların sağlamasını istiyorsanız, demokrasi ile mücadele eden partilerin seçim propagandasındaki malzeme, bilgi ve sloganlarla karşılaştırabilirsiniz. Donald Trump’a karşı vitrine çıkan Kamala Haris ve ekibinin içinde bulundukları çok renklilik ve kültürlülük, başörtülü hanımlar ve siyahîler size çok şey anlatacaktır. Aynı mukayeseyi Almanya Solu ile Yeşilleri için de yapabilirsiniz. Alman halkı Cem Özdemir’i ve onlarca yabancı kökenli siyasetçiyi, henüz taşıyacak olgunlukta olmadığını herkes biliyor. Buradaki maksadın; yabancılarla birlikte Müslümanları da ekseriyetin konumlandığı büyük partilerden uzak tutmak değil mi? Yani demokratikleşmeyi engelleyerek sivil Marksistlere alan açmak…

Sivil Marksizm’in demokrasi düşmanı, insanî değerler karşıtı, yaratılış kanunlarıyla mücadele halinde ve dünya hegemonyası peşinde olduğunu kabul ettiğimizde, yap-bozun tüm parçaları yerlerini bulmuş oluyor. Zira demokrasi kapitali 1832’lerde Amerika’da mağlûp ettiği gibi tekrar yenecek olursa, dünya milletleri, ekonomileri, fukara zümreler ve çevre derin bir “Ohhh!” çekecekler.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*