Bediüzzaman niçin her soruya cevap veriyordu?

Said Nursî’ye taze bir ruh üfleyecek, meşhur Bediüzzaman ünvanının verilemesini netice verdirerek hayatının en sıkıntılı, ama en kemal çağında Risale-i Nur Külliyatı’nın zuhurunu hazırlayacak fevkalâde meşhur ve mühim bir rüyayı, çok küçük yaşında iken görür.
Rüyasında, Kıyamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Hazret-i Peygamberi (asm) nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet Sırat Köprüsü’nün başına gidip durmak hatırına gelir. “Herkes oradan geçer, ben de orada beklerim” der. Peygamber Efendimiz’i (asm) orada görür ve ilim talebinde bulunur. Hazret-i Resul-i Ekrem (asm), ümmetinden sual sormamak şartıyla ilm-i Kur’ân verileceğini müjdeler. Aynen bu hakikat, hayatında tezahür etmiş; daha çocukluğunda iken bir allâme-i asır olarak tanınmış ve katiyyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan bütün suallere mutlaka cevap vermiştir.

Rüya bahsine bir pencere açarak şu suali soralım: Hazret-i Peygamberden (asm) şefaat değil de niçin ilim talebinde bulunur? Molla Said, bu rüyasını gördüğünde on iki yaşında idi. Niçin bu kadar acele bir ilim tahsili ve aşkı onun kalbinde parlamakta idi?

Sonraki tarihçelere kaynak olan Abdurrahman’ın şu tesbitiyle mütalâaya devam edelim: “…Ulemâ arasında mevkiini muhafaza etmek için her fenne dair bir iki metin hıfz etmek mecburiyetinde kaldı. Bilhassa din-i İslâm’a vârid şükûk ve şübehatı reddetmek için eserlerden kırk kadarını hıfzeyledi.”

Bu tesbit ve ifade kendi içinde tartışılabilir. Genç Molla Said, ulema arasında mevkiini niçin muhafaza etmek istesin ki? Bir hazırlığı mı var idi? Bir diğer konu olan ve özellikle Bitlis ve Van Valilerinin Konak ve Kütüphanelerindeki okumaları sanki sonraki hayatına bilgi malzemesi depolaması gayreti Risale-i Nur’un zuhurunu dâvet eden bir zemin oluşturma ihtimali var. Evet, ilmini isbat etmeli zira mevcut ilmi, ileride Risale-i Nur’un zuhuruna bir zemin hazırlayacak idi. Genç Said, sadık bir rüyada Ağrı Dağı’nın infilâk ettiğini görür. O dehşetli anda validesi yanındadır ve onu teselli eder. Bu esnada mühim bir Zat, kendisine emrederek Kur’ân’ın mu’cizeliğini göstermesini söyler. Sonraki zamanlarda büyük infilâk ve inkılâpların olacağını, Kur’ân’ın etrafındaki surlarının kırılacağını, doğrudan doğruya Kur’ân’ın kendini müdafaa edeceğini, Kur’ân’ın mu’cizeliği bir çelik zırh olup, o zırh, muhafazasındaki Kur’ân’ın i’cazının (mu’cizeliğinin) bu zamanda ortaya çıkarılacağını ve bu vazifeye namzet olduğunu ifade eder.

Bahse örnekler Külliyatta fazlasıyla mevcuttur. Ancak söz konusu Kur’ân’ın dellâllığı vazifesinin ifası için “Burada her müşkül halledilir, her suale cevap verilir, fakat sual sorulmaz.”, ilânı gerekli idi. Hatta Molla Said’i o yıllarda bu vazifeye tahriklerden biri olduğu bilinen İngiliz Müstemlekât Bakanının Müslümanları Kur’ân’dan uzaklaştırma politik manevrası olan “Bu Kur’ân İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız.”, hîlesine mukabil “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim,” kararlılığı bir vazifenin ifadesidir. Dolayısıyla herkesin sualine cevap vermesi onun hem tabiatı ve hem de hizmeti idi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*