Toplumda iyi ve doğrunun ne olduğunun farkında olup ancak hiçbir işe karışmayıp, çevrelerinde meydana gelen kötülüklere göz yuman, sadece kendi çıkarını düşünen insanların sayısı oldukça fazladır. Bu kişiler şahsi menfaatlerini ön planda görüp, akıl ve vicdanlarını diğer insanların menfaati için kullanmak istemezler.
Toplum düzeninin gidişatı, ahlaki ve manevi değerlerin dejenere edilmek istenmesi, adaletsizlikler zavallı insanların maruz kaldıkları zalimane davranışları umursamazlar. Tüm bunlar karşısında son derece duyarsız kalmalarına rağmen bu konuda duyarlı davranan kişileri de eleştirmekten geri kalmazlar. Vicdanlarını rahatlatmak için birkaç göstermelik yardımda bulunurlar ancak rahatlarını ve keyiflerini kaçıracak hiçbir hayırlı faaliyete asla yanaşmazlar. Sadece dünyada kendi çıkarlarının en iyi şartlarda olması için çalışırlar. Ancak hiçbiri, maddi açıdan son derece üst seviyelere erişseler bile huzur ve rahatlığı elde edemezler.
Dünyada kısa bir süre kalacağını, bu süre içinde de malıyla ve canıyla imtihana tabi tutulacağını bilen bir müslüman ise asla böyle umursuz bir yaşamın peşinde değildir. Salih bir mümin Allah’ın dinini tebliğ etmeyi, Kuran ahlakının insanlar tarafından yaşanmasını herşeyden öncelikli görür. Toplum düzeninin korunması ve geliştirilmesi, huzurun ve güvenliğin sürekli olması ve herkesin refah içerisinde yaşaması için müslüman üzerine düşen sorumluluğun bilincindedir. Asla bir kenara çekilip kendi rahatının peşine düşmez. En başta bir müslümanın aklı ve vicdanı da böyle birşeye izin vermez.
Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki, Kuran ahlakının yaşanması, kötülerin ve kötülüklerin önüne geçip iyilerin çoğalması için gayret gösteren bir kişi bu mücadelesinde elbette kötüler tarafından el üstünde tutulmayacaktır. Kimi zaman hakaretler, kimi zaman iftiralar, tehditler ve daha başka türlü yöntemlerle onun bu haklı mücadelesi engellenmek istenecektir. Peygamber Efendimiz böyle şerefli bir yaşam içinde olan müslümanın üstünlüğünü şöyle anlatır:
“İnsanların arasına karışıp onların eziyetlerine sabreden müslüman, insanlarla hemhal olmayıp sıkıntılarına katlanmayan müslümandan daha hayırlıdır” (İbni Mace, Fiten 23)
Buraya kadar bir müslümanın sahip olması gereken üstün bazı özelliklerden söz ettim. Ancak şunu tekrar belirtmek isterim ki, bu konuların çok daha iyi anlaşılabilmesi için bu üstün ahlakı yaşayan insanların yaşamlarının incelenmesi gerekir. Ve bu konularda müslümanlar için güzel bir örnek teşkil eden çok sayıda İslam büyüğü vardır. İşte Bediüzzaman Said Nursi’nin yaşamı da, salih bir müminin dünyada Kuran hizmeti yolunda nasıl bir mücadele içinde olduğuna en güzel örneklerden biridir. Kargaşa ve zulmün artışı karşısında bir kenara çekilmeyi düşünen korku ve yılgınlık içindeki kişilere, salih bir müslümanın nasıl olması gerektiğini Bediüzzaman hayatıyla göstermiştir. Kınayanın kınamasından korkmayan, cesaretli, onurlu ve güçlü tavrı kendisine komplo ve tuzaklar kuran, Kuran hizmetinin önüne geçmek isteyen kişileri paniğe sürüklemiştir. Bu insanlar dört bir koldan nasıl tuzaklar kuracakları, Üstad’ı ve vatan millet için yaptığı hizmetlerini nasıl durdurabilecekleri arayışlarına girmişlerdir. Bu arayışlarının sonucunda Üstad, önceki yazılarımda söz ettiğim gibi Medrese-i Yusufiye’ye girmiştir.
Ancak ne hapishane ne sürgün, ne de suikast girişimleri onu hizmetinden geri bıraktırmamış aksine hizmetini ve şevkini her geçen gün daha da artırarak herkese örnek olmuştur. İçi Allah ve Resulullah sevgisi ile dolup taşan Üstad, başına gelen her türlü zorluk ve sıkıntının daha öncekilerin başına gelenlerle aynı olduğunun bilincinde bir insandı. Ve kendisine her zaman Peygamber Efendimiz’i örnek alıyordu.
Allah bir ayet-i kerimesinde müslümanların nasıl bir tevekkül anlayışına sahip olmaları gerektiğini şöyle bildirmektedir:
“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır. Mü’minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: “Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir.” Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı.” (Ahzab Suresi, 21-22)
Bediüzzaman da yukarıdaki ayetlerde haber verilen tevekkül anlayışı içinde yaşamını sürdürmüştür. Hayatının her döneminde bu üstün ahlakı görmek mümkündür. Nitekim her salih kişi gibi Üstad da, birçok zorluklarla, eziyetlerle, iftiralarla karşılaşmıştır. Üstelik kendisiyle beraber Kuran hizmetinde bulunan diğer müslümanlar da aynı ağır koşul ve şartlarda hizmetlerini sürdürmüş ve bunu kendileri için bir şeref olarak kabul etmişlerdir. Üstad’ın eğitiminden geçen müslümanlar bulundukları yer hapis, sürgün veya herhangi bir başka yer de olsa, şevklerinden ve gayretlerinden asla ödün vermemiş, kararlı bir şekilde hizmet etmeye devam etmişlerdir. Said Nursi’nin eğitimini almış diğer müslümanları görenler karşılarında Üstad’ın kararlılığını, şevkini, heyecanını ve sabrını gördüklerini çoğu kez ifade etmişlerdir.
İlim ve irfan sahibi Bediüzzaman Said Nursi, hak yolunda verdiği şerefli ve onurlu mücadelesinde gerçekleştirdiği tüm hizmetleri Allah rızası için yapmış, kimseden hiç bir karşılık beklemediğini ve amacının sadece insanları hak yola davet etmek olduğunu da sık sık dile getirmiştir. Bu yönüyle tüm müslümanlara örnek olan Üstad’ın çalışmaları yaşadığı dönemde birtakım “şer odakları” tarafından sakıncalı bulunmuştur. Bu kişiler onun kıymetli çalışmalarını engellemek, İslam ahlakının insanlar arasında yaygınlaşmasını önlemek için çareyi bu muhterem şahsiyeti hapse sokmakta ve ona türlü eziyetler uygulamakta bulmuşlardır. Suçunun ne olduğunu bile bilmeyen ve her mahkemesi beraatle sonuçlanan Üstad, haksız yere yaklaşık 30 yılını sürgünlerde ve memleketin bir çok yerindeki hapishanelerde geçirmiştir.
Ancak şer odaklarının tüm çabalarına rağmen bu olaylar her zaman inananların hayrına sonuçlar vermiştir. Herşeye hayır ve hikmet gözüyle bakan Üstad’ın yaşamına ve derin ilmine şahit olan veya sonradan öğrenen herkes derin bir hayranlıkla kendisini takdir etmiş ve örnek almıştır. Zor şartlarda kaleme aldığı Risale-i Nur Külliyatı, Kuran ayetlerinin hikmetli tefsiri olan bu önemli eser, yurdun her köşesinde vicdanlı insanların ellerinden düşmeyecek şekilde yaygınlaşmış ve takdir toplamıştır.
Kuşkusuz Bediüzzaman’ın derin ilminden en çok istifade edebilen insanlar, onunla birlikte çeşitli zorluklara göğüs germiş, yıllarca sadakatle Üstadlarına olan bağlılıklarını kanıtlamış Nur talebeleridir. Bu talebeler içinde en güzel örnekleri de Medrese-i Yusufiye’de Bediüzzaman’la birlikte bulunma şansı elde etmiş olanlarda görmek mümkündür. Nitekim Üstad da kendisiyle beraber Kuran hizmetinde bulunan ve aynı kendisi gibi Medrese-i Yusufiye’ye konan sadık ve vefakar dostlarını daima takdir etmiş ve diğer müslümanlara onların ihlaslarını örnek göstermiştir.
Medrese-i Yusufiye’de bulunan Nur talebeleri iki yönlü bir eğitim içinde bulunmanın sevinci ve gururunu taşımışlardır. Birincisi Üstad’ın kendisinden alınan eğitimdir, ikincisi ise bizzat kendilerinin burada kazandığı ve tecrübe ettikleri ahlaki ve manevi eğitimdir. Üstad, Medrese-i Yusufiye’de bulunan müminlerin kazandıkları manevi eğitimin son derece önemli ve değerli olduğunu bir çok kereler ifade etmiştir. Burada Allah rızası için sabredilen her saatin, her ayın, her senenin ahirette karşılarına sonsuz mükafatla çıkacağını müjdelemiştir. Mütevekkil olmalarını, burada geçirilen sürede hayırlı hizmetlerin daha da artırılması ve günlerin şevk ve heyecan dolu geçirilmesi tavsiyesinde bulunmuştur. Üstad, Medrese-i Yusufiye’de bulunan müminlerin birbirlerinin güzel ahlakından nasıl istifade etmeleri gerektiğini ve herşeyde hayır görmenin son derece önemli olduğunu bir mektubunda şöyle açıklar:
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Madem âhiret için, hayır için, ibadet ve sevab için, iman ve âhiret için Risale-i Nur ile bağlanmışsınız; elbette bu ağır şerait altında herbir saati yirmi saat ibadet hükmünde ve o yirmi saat ise Kur’an ve iman hizmetindeki mücahede-i maneviye haysiyetiyle yüz saat kadar kıymetdar ve yüz saat ise böyle herbiri yüz adam kadar ehemmiyetli olan hakikî mücahid kardeşler ile görüşmek ve akd-i uhuvvet etmek, kuvvet vermek ve almak ve teselli etmek ve müteselli olmak ve hakikî bir tesanüdle kudsî hizmete sebatkârane devam etmek ve güzel seciyelerinden istifade etmek ve Medreset-üz Zehra’nın şakirdliğine liyakat kazanmak için açılan bu imtihan meclisi olan şu Medrese-i Yusufiye’de tayinini ve kaderce takdir edilen kısmetini almak ve mukadder rızkını yemek ve o yemekte sevab kazanmak için buraya gelmenize şükretmek lâzımdır. Bütün sıkıntılara karşı mezkûr faideleri düşünüp, sabır ve tahammülle mukabele etmek gerektir. Said Nursî” (Şualar, sf.311)
Bediüzzaman, ayrıca müslümanların karşı karşıya geldikleri zorluklarda çok fazla hayır ve hikmetler olduğunu bu yüzden Medrese-i Yusufiye gibi önemli bir mekanda bulunan müslümanların sabretmeleri ve buranın faydaları üzerinde düşünmeleri gerektiğini de hatırlatmaktadır.
Bediüzzaman’ın işaret ettiği bu yönde tefekkür eden müminler en zor şartlarda dahi Allah’ın kendileri için yarattığı nimetleri görmekte, ahirette karşılarına çıkacağını umdukları güzellikleri anmakta, özlem duymakta ve Rablerine şükretmektedirler. Allah müslümanlara yaptıkları salih amellerin ve sabretmelerinin karşılığını ahirette sonsuz bir karşılıkla verecektir. Bu gerçeğin farkında ve bilincinde olan her mümin bunun neşesini ve huzurunu üzerinde taşır. Kuran hizmeti yolunda çekilen her zorluk ve çilenin süresini Cenab-ı Allah herşeyde olduğu gibi belirlemiştir. Sıkıntı ve eziyetlerin derecesi ve şiddeti müslümanların hem dünyada hem ahirette alacakları karşılıkla doğrudan ilgilidir. Bunun şuurunda olan bir müslüman mütevekkil bir şekilde Allah’ın kendisi için hazırladığı kadere tam bir teslimiyetle teslim olur. Ve Allah’ın tüm müslümanlara vaat ettiği müjdeyi diğer müslümanlarla paylaşır. Kuşkusuz tüm bunlar Bediüzzaman’ın yaşamında şahit olduğumuz, örnek olarak aldığımız ve kendi yaşamımızda da uygulama çabası içinde olduğumuz güzelliklerdir.
Allah’a ve ahirete inanmayan, yaşamının sadece kısa dünya hayatı ile sınırlı kalacağı zannında olan, insanları razı etme peşinde koşan, sadece kendi çıkarını elde etmek için her şeyi mübah gören insanlar her dönemde müslümanların samimiyetlerinin arkasında başka bir niyet aramışlardır. Ancak bu çabalarından dolayı daima kendileri küçük düşmüş ve hüsrana uğramışlardır. Herkesi kendileri gibi zanneden, boş emeller doğrultusunda yaşayan bu insanlar, içten samimi ve riyasız sevginin olabileceğine ihtimal vermemiş, yaşamlarını daima alacakları maddi karşılık ve menfaatler üzerine kurmuşlardır.
Bediüzzaman Said Nursi, bu maddi ve dünyevi çıkarların son derece yoğun propagandasının yapıldığı ve yaşandığı bir dönemde, söylediği sözler, samimiyeti, ihlası, ahlakı, fazileti, iman ve irfanı ilekalbinde iman pırıltısı olan kişilerin gönüllerinde taht kurmuştur. Tüm insanları, riyakarlıktan uzak durmaya, yaptıkları işlerde ve ibadetlerde hiç bir karşılık ve menfaati gaye etmemeye, sadece Allah’ın rızasını ve rahmetini gerçek gaye edinmeye davet etmiştir. Üstad’ın aşağıda yer alan kıymetli sözleri sadece Allah’ın rızasını gözetmenin ehemmiyetini ortaya koymaktadır:
“Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde, en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir duâ-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet ihlastır… Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlas ile kazanılır. Kesret-i etba’ ile ve fazla muvaffakiyet ile değildir. Çünkü onlar vazife-i İlâhiyyeye ait olduğu için istenilmez; belki bazan verilir. Evet, bazan bir tek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemmiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünkü, bazan bir tek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-yı İlâhîye medar olur. Hem, ihlas ve hakperestlik ise, müslümanların nereden ve kimden olursa olsun, istifadelerine taraftar olmaktır. Yoksa benden ders alıp sevap kazandırsınlar düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir.” (Lemalar, s. 152)
Her işte sadece Allah’ın rızasını kazanmayı hedefleyen, kimseden bir övgü ve takdir bekleyişi içinde olmayan Üstad ve talebeleri, bulundukları her yerde dini ve güzel ahlakı anlatmışlardır. Hiç bir şekilde makam ve mevki beklentisi içinde olmamışlardır. Üstad’ın “insan kendi vazifesine bakmalı ve Allah’ın çizdiği kadere karışmamalıdır” sözü de sahip olduğu bu üstün ahlakı ortaya koymuştur. Bu muhterem ve mümtaz şahsiyet, yanında fedakarane ve ihlasla hizmet eden, sahabe ahlakını kendilerine örnek alan salih müslümanlar ile birlikte ne denli samimi olduklarını yaşamları boyunca göstermişlerdir. Özellikle haksız yere senelerini geçirdikleri hapis hayatında mütevekkil bir tutum sergilemeleri, tüm sıkıntı ve zorluklara sabretmeleri ile sarsılmaz ihlaslarını gözler önüne sermişlerdir.
Allah için yaşamanın, O’nun için sabretmenin anlamının ne olduğunu bilmeyen, güzel ahlakın yayılmasının şiddetle karşısında duran çıkar odakları, hapise sokmakla Üstad’ın şevkinin kırılacağını, yanındakileri de türlü iftira ve tehditlerle korkutarak dağıtacakları düşüncesine kapılmışlardır. Oysa ki inkarcıların kurdukları tuzaklar Allah’ın Kuran’da da bildirdiği gibi gibi daima tersine dönmüştür ve dönmeye devam edecektir. Peygamberlerin yolundan giden, hak ve hakikatın tebliği konusunda kararlılıklarından en ufak bir taviz vermeyen Üstad ve arkadaşları takip, tutuklama, hapis, zindan, zehirleme, sürgün gibi yolların, ahirette karşılarını birer nimet olarak çıkacak güzelliklere döneceğinin farkındaydılar. Medrese-i Yusufiye’de geçen günler, bu güzel insanların manevi eğitimlerine katkı sağlamakta, her birini vatanına ve milletine daha fazla hizmet etme isteği ve heyecanı kaplamaktaydı.
Bediüzzaman Said Nursi’nin hak yoldaki mücadelesini ve manevi derinliğini kaleme alan bir talebesi onu bizlere şu sözlerle anlatmaktadır:
“…İşte Bediüzzaman, harikalar harikası bir inayete mazhar olan mübarek bir şahsiyettir. Ve bunun içindir ki, zindanlar ona bir gülistan olmuş; oradan ebediyetlerin nurlu ufuklarını görür… Oradan insanlığa ulvî bir gaye uğrunda sabır ve sebat, metanet ve celâdet dersleri verir. Hapishaneler birer Medrese-i Yusufiyyeye inkılâb eder. Oraya girerken, bir profesörün üniversiteye ders vermek için girdiği gibi girer. Zira oradakiler, onun feyz ve irşadına muhtaç olan talebeleridir. Hergün birkaç vatandaşın imanını kurtarmak ve cânileri melek gibi bir insan haline getirmek, onun için dünyalara değişilmez bir saadettir.
Böyle bir yüksek iman ve ihlâs şuuruna malik olan insan, hiç şüphesiz ki, zaman ve mekân mefhumlarının fâniler üzerinde bıraktığı yaldızlı tesirleri kesif madde âleminde bırakarak; ruhu ile mâneviyat âleminin pırıl pırıl nurlar saçan ufuklarına yükselmiş bir haldedir. (Tarihçe-i Hayat, sf 10)
Bu sözler insanlar arasında yeni bir dönem açan, aklıyla, vicdanıyla son nefesine kadar İslam’a hizmet eden Bediüzzaman’ı daha iyi tanımamıza vesile olmaktadır. Resulullah’ın sünnetine sımsıkı sarılıp, Kuran’ın yolundan gitmeyi kendilerine hedef edinen müslümanlar için Bediüzzaman gibi fazilet sahibi muhterem bir zatın hayatında çok güzel örnekler vardır. Önemli olan insanların bu güzel örnekleri görebilmesi ve yaşamaya çalışmasıdır.
Benzer konuda makaleler:
- Fikirleriyle yaşayan insan: Bediüzzaman
- Bu gece Urfa’da Bediüzzaman mevlidi okutulacak!
- Hz. Üstad Bediüzzaman bizden ne istiyor?
- Bediüzzaman hıfz ve zekada eşsiz
- Çocuklarımız için Üstad Bediüzzaman ve şaheseri
- Şahıs Devri Bitiyor
- Risale-i Nur’da duyguların kontrolü
- Bir “Cezaevi Risalesi” lâzım değil mi?
- Bediüzzaman’ın hedefleri eğitim merkezlidir
- Bediüzzaman ve Gençlik
İlk yorum yapan olun