Bitmeyen 28 Şubat senfonisi ve 24 Haziran

24 Haziran seçiminin analizini yaparken toplumun da nabzını tutmaya çalıştık; hile, şaibe, dedikodular bir tarafa, milyonlarca seçmenin iktidara oy verdiği gerçeği göz ardı edilmemeli.

24 Haziran seçiminin analizini yaparken toplumun da nabzını tutmaya çalıştık; hile, şaibe, dedikodular bir tarafa, milyonlarca seçmenin iktidara oy verdiği gerçeği göz ardı edilmemeli.

Peki nasıl oluyor da bir yüzükten trilyonlarca mal varlığına, gemiciklere, kaçak saraylara, yüzbinlerce hukuksuzluğa, zulme, ayrımcılığa ve magandalığa rağmen bu yüzdelik, bu vazgeçmemezlik, bu tercih neyin göstergesi? Siyasal stratejist ve analizcilerin bile çözemediği de facto bir durumla karşı karşıyayız.

Bizde anlamaya çalışalım..

AKP’ye oy veren; dindar, milliyetçi-muhafazakâr, hatta ehl-i dünya taraftarları olduğu gibi içinde, seküler hayattan yana seçmen de var. Tarikatlar, cemaatlerden tutun da radikal kesimlere kadar AKP’yi yerden yere vurmasına rağmen, “Dünya bizi istemiyor” millî saikiyle oy verenler var.

Kısaca Milli Görüş goncasından, dış yapraklara doğru farklı, ancak din ortak paydasında, koruyucu yeşillik ve diken harmonisinde buluşanlarla kuşatılmış bir sarmal.

Diğer tarafta ise homojen olmayıp, her parti içinde bile farklı görüşleri olan; kemalist, solcu, kürtçü, belki ateist ya da deist, dindar, demokrat, Nur Talebesi gibi çok geniş bir yelpaze, hatta diğer tarafta MHP olmasına rağmen, bazı ülkücü kökenliler…

Bu kadar karmaşık bir tablo içinde asıl olan neydi ve neydi bunca dağılmışlık arasında ikiye bölünen, millî!, hain! ayırımında gösterilen bir milletin evlâtları?

Çok az sayıda ateist olduğunu düşündüğümüz bu heterojen toplum; Yaratıcısı bir, kitabı bir, dini bir, kıblesi bir, vatanı, memleketi, belki milliyeti bir, birlerden teşekkül etmemiş miydi?

Yedi düveli biz kovmamış mıydık, memleketi istilâcılardan, dün Kıbrıs’ta beraber değil miydik?

Bazı çevreler ve askerî rütbelilerden başka aynı mağduriyetleri yaşamamış mıydık; 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubatlarda?

15 Temmuz’da biz değil miydik 250 şehit, binlerce gazi, her bölge insanından?

Ve biz değil miydik terör belâsına yüzbinlerle şehit veren; Kürt, Türk, Arap, Çerkez, Laz…

Bir tarafta ateist, deist, solcu diğer taraftan dindar, milliyetçi muhafazakâr ancak entellektüel kesimlerin adalet ve hakkaniyet asgarî müştereklerin bir araya getirdiği millet ittifakı ve “Hayır”cılar ile, dindar, koyu milliyetçi, düzenin nimetlerinden bolca istifade eden, kısmen devletçi, kısmen hürriyetçi olmalarına rağmen daha çok az okuyan kesimlerin bir araya geldiği cumhur ittifakı ve tek adam rejimine “Evet” diyenlerimiz..

Son bir asırdır böyle karışık, böyle kitlesi belli olmayan bir gruplaşma yaşamamıştı bu memleket. Dün sağ-sol, milliyetçi-muhafazakâr, katı devletçi-kemalist bloklaşmanın yerini, bu defa partiler üstü bir konsensüs yakalandı; zulüm, adaletsizlik ve anti-demokratik devlet yapılanması karşısında..

Neden böyle keşmekeş, darmadağın, adresleri karıştırmıştı millet ve neydi toplumu yeniden mühendisler tarafından dizayn eden sebepler?

28 ŞUBAT BİN YIL SÜRECEK

Türkiye ihtilâller ülkesi oldu maalesef.

Demokrasinin memleketimizde yeşermesi olan Meşrûtiyetin ilânından beri gün yüzü görmedi Cumhuriyetimiz. Eskideki Bizans entrikaları, saray var diye çok dikkat çekmiyordu belkide. Ancak “hâkimiyet milletindir” denildikten sonra, sanki o nazenin hürriyet istenmiyordu, karanlıktan beslenen yarasa tıynetli dışı medenî, içi dışına çevrilse kurt, ayı, yılan ve maymun ruhlu sahte hamiyetfurüşlular canibinden.

Ne yazık ki, Cumhuriyet’i kendi menhûs emellerine alet eden ve bu safîyane milleti aldatabilen, maskeli Cumhuriyetçiler türedi, hürriyetin tadına varılmadan, gafil avlanarak.

Her hürriyet dâvetinde tepesine balyoz gibi yumruk indirilip sersem ettirildi ihtilâl kabadayılığında. Gâh Demokrat etrafında toplanmak, gâh postal altında geldi gitti hürriyet âşıkları.

Her fasit daire med-cezirlerinde ümidini kaybetmeyen millete, bu defa post-modern darbe dedikleri, şeytanın dahi aklına gelmeyen milenyum hokkabazlıkları sürüldü sahneye.

28 Şubat bin yıl sürecek pervasızlığına gülüp geçiyordu millet, yek-vücud direniyordu kahramancasına bu postal sevdalarına. Bu ittihad karşısında bin tane ihtilâl de gelse bir kıl koparamaz deniyordu, zulüm ve gözyaşına inat.

Ancak ofsayta düşmüştük bu yeni ve bilmediğimiz oyunlardan, detone olmuştuk bu bitmeyen senfonilerden. Zira merdane oynardık oyunları, kulağımız yabaniydi bu major-minör seslerine. Ve…

Yeni Dünya, başka bir gezegendi artık.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*