Bilindiği gibi zamanın da, çevrenin de; insanın ruh, akıl, kalp ve his dünyasında büyük tesiri vardır.
İnsanların tavır ve hareketlerini değerlendirirken, kim olursa olsun, şu önemli unsurları hedeflemek gerekir:
1- Her ferdin ayrı bir fıtratta yaratıldığını kabul etmek.
2- Her ferdin her bir hareketinin her bir ayrı olay ve zamanla İslâma ve hukuka göre değerlendirilip sorgulanması gerektiğini unutmamak.
3- Her ferdin toptancı bir zihniyetle değil, sadece kendi yaptıklarıyla değerlendirmeye tâbi tutulması gerektiğini kabul etmek.
4- Her ferdin genel değerlendirilmesinde, içinde bulunduğu şartların, çevrenin, zaman ve zeminin de çok iyi dikkate alınması gerektiğini unutmamak.
İşte bu yazımızda tahlil edip nazara vermek istediğimiz nokta, dördüncü maddedeki, bir insanın “içinde bulunduğu şartların” da kalp, ruh ve his dünyasında çok etkili olduğunun dikkate alınması hususudur. İnsan olarak her ferdin kendi özel farklılıkları vardır. Aynı zamanda her bir ferdin, bir başka şahsa göre; aynı ve farklı şartlarda gösterebileceği farklı tepki ve düşünceler de vardır. Bu tavır ve davranışların, insan yaratılışındaki farklılıklar dikkate alınarak sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde çok yanlış anlamalar, zan, gıybet, itham, iftira ve haksızlıklar yanında manevî mes’uliyetlerimiz de artar Allah korusun!
İnsanlığın hak ve hukuku aradığı bir devirde Müslüman bir ferde düşen, inandığı manevî değerlerin gereğini yerine getirmek ve İslâmî yaşantıyı bizzat şahsında yaşamak olmalıdır.
Bu değerlendirmede de tabiî ki en başta İslâmî kanunlar ve düsturların yanında İslâmın reddetmeyip kabul ettiği, hukukî kurallar ve sorumlulukların da asla göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
Günlük hayatta, toplumda yaşanan çok çeşitli olaylarda normal insanların yaptığını “Müslüman kimlikli” insanların da rahatlıkla yapabildiği müşahede ediyoruz. Aslında kişiyi çok büyük sorumluluklara götüren, çok ucuz ve basit hataları maalesef rahatlıkla yapabiliyor ve “toptancılıkla” hareket ederek çok manevî günahları netice verecek itham ve gıybetlerde bulunabiliyoruz. Şeriat, kanun, akıl, mantık, insaf, vicdan, meşrûiyet, hak ve hukukun gerekliliği ve prensipleri yerine; tarafgirane, nefsî, haksız, dayanaksız, fevrî ve toptancılık kokan kararlar ve hükümler verebiliyoruz. Manevî mesuliyetlerimizi azaltmak ve toplum dinamiklerini yerinde sabit tutup sağlamlaştırmak için, insan olarak hukukun, Müslüman olarak da Kur’ân’ın ve Sünnetullah’ın tarzına uygun hareket etmemiz gerekiyor.
Peki, kaçınma gayretimize rağmen çoğumuzun yaptığı bu hatalardan korunmanın, en azından azaltmanın ve insafla davranıp makul bir seviyeye çekmenin yolu var mıdır? Bu soruya karşı; “Evet vardır ve Risâle-i Nur Külliyatı’ndadır!” diyebiliriz.
Risâle-i Nur’a muhatap olanlarca malûmdur ki, bu konuda ellerinde çok iyi bir rehber ve yol haritası var. Külliyatın kendisi ve Lâhikalar ile müdafaalar.
Üstad Bediüzzaman birçok eserinde, özellikle Lâhika ve müdafaalarında bu konuların geniş, derin ve etkili tahlillerini yapıp insanlığın önüne koymuştur. Bu bölümlerde, değil sadece kendi etrafındaki talebeleri, belki ehl-i insaf, ehl-i idare, ehl-i adalet ve o zamanki medyayı ve hocaları büyük bir manevî mesuliyetten kurtarmak için kendine, dâvâsına, talebe ve kardeşlerine yapılan birçok haksızlık ve zulmü; “ahirzamanın” özelliğinden ve dehşetinden kaynaklanan hallere vermiştir.
İşte bu çalışmamızda Risâle-i Nur Külliyatı’nın çeşitli eserlerinde geçen, “âhirzamanın dehşetine” işaret eden bazı ifadelere dikkat çekmek istedik. “Ahirzamanın” dehşetli şartlarının insan ruhu, aklı ve kalbi üzerinde meydana getirdiği tahribat, etki, değişim ve baskıya dikkat edelim. İslâmiyetin esası olan, millet ve insanlık için vazgeçilmezlerimizden olan kardeşlik ve uhuvvetimizin sarsılmaması için nelere dikkat etmemiz gerektiğini anlamaya çalışalım. Toplum, millet ve cemaat hayatını temelden sarsacak “zan, gıybet, itham, dışlama, tarafgirlik ve ayırımcılık” gibi menfî tavır ve hareketlerin en asgarî seviyeye indirilmesi için bir karşı müsbet hareketi destekleyip uygulamaya geçirelim. Bu baptaki her türlü olumsuzluktan uzak durmaya çalışalım. Toplum hayatının dinamiği olan manevî hayatımız olmak üzere, camianın, ülkenin, İslâm âleminin ve insanlığın mahvedicisi olan bu kötü hareket ve düşüncelere karşı manevî bir cihad başlatalım inşâallah.
Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin, toplumun fertlerini manevî sorumluluklardan kurtarmak için bulduğu ve yaşadığı müddetçe tatbik ettiği yepyeni ve meşrû bir yol olan bu insaflı, semeradar, müsamahalı ve müsbet tarzı tatbik etmenin önemini kavramaya çalışalım.
Benzer konuda makaleler:
- Ahir zaman gerçeği ve insan olmanın gereği
- Bu asrın dehşeti mi, insan olmanın zaafiyeti mi? (2)
- Kur’ân’ı ancak yüksek bir heyet tefsir edebilir
- İnsan tipleri ve ihlâs
- Meleklerin ve ruhların sür’ati
- Çağın iman hizmeti metodu
- Evlatları geleceğe hazırlamak
- Ortak değerlerimiz mi, farklı fay hatları mı?
- İnsan, aile ve toplum hayatının gerekleri
- Toplum ve yığın
İlk yorum yapan olun