Cehalete karşı eğitim cihadı

Ülkenin eğitimle uğraşan temayüz etmiş kişilerinin, millet olarak kapıldığımız cehaletin boyutlarını az çok keşfetmeleri bizi sevindiriyor.

İnsanı hayatın merkezinden kaçırarak teknolojiyi ve teknolojinin alet edildiği israfı, sefahet ve boşboğazlığı yerleştiren dinsiz Avrupa Medeniyeti’nin sarmalındaki Türkiye’mizin haline dışarıdan bakanlar, daha çok kahrediyorlardır, kanaatindeyiz.

Teknoloji kullanımının tahripçi ve dinsizlerce yer yer ele geçirilmesi, bütün insanlık için bir şanssızlıktı. Avrupa’nın; ilimle aldığı sosyal mesafeler, oradaki insanî inkişaflar insan ve çevre hukukunun öne çıkması gibi hususlar tahribatçı dinsiz felsefenin batıya ettiği kötülükleri bizdeki gibi göstermiyor. Hatta önceki yazımızda belirttiğimiz birinci ve ikinci Avrupaların dâhili mücadeleleri, çoğu kez insanlığın lehinde sonuçlanabiliyor. Dinsizlik ve sefahetin zararlarını tecrübe ile yaşayan Rusya, İsveç, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde son zamanlarda alınan tedbirlere Türkiye’deki dindar yöneticilerimizin hayretlerini de müşahede ediyoruz. Zira maalesef Türkiye’miz müsbet ahlâk ve insanî yaşayışın kurumsallaşmasında, yukarıda sözünü ettiğimiz Batılı ülkelerin çok gerisinde…

Marksist ve Kemalist devrimcilerin Osmanlı sonrasındaki Türkiye’de çıkardıkları maddî manevî yangınların hâlâ devam etmesi siyasal İslâmcılarımızda bir ülfet oluşturmuş gibi. Yani, insanlık adına karşı çıktığımız yanlışlıkların geçmişten bu yana böyle geldiğini gizleyerek; hem ülfetlerini, hem de ufuksuzluklarını ve hem de yeislerini ilân ediyorlar. Avrupa’nın deney yoluyla yakalamaya çalıştığı fıtratın millî geleneklerimizde, dini kitaplarımızda ve köklerimizde olduğunu gündemlerine almayan yetkililerin Avrupa kapısında dilenci kılığında sosyal hayatı düzeltecek yeni tarzları beklemesi hakikaten cehaletin izzetini parçaladığından olsa gerek.

CEHALETİN MİLLETE HEDİYE ETTİĞİ MEDENİYET ANLAYIŞI…

İlim ile cehalet arasındaki açıyı teorik bilgi ve ilgililerin beyanından çıkaramayız. Pratiğin bizi doğruya götüreceğine inanıyoruz. İlimle uygarlaşan Avrupa’nın; çevre, mimarî ve insan telakkilerinin yansımalarını bizdekilerle karşılaştırmak lazım. İnşa alanı çok kısıtlı olan Avrupa’nın şehirlerini, evler arasındaki yeşili, şehrin hayatî deveranını sağlayan yol ve caddeleri, kaos ve yumağa dönüşmüş şehirlerimizle karşılaştırdığımızda, ilim ile cehalet arasındaki fark ortaya çıkıyor. Modern Avrupa’da apartmanların yüksekliğini çınarlar ve selviler belirliyor. Ağaçların arasına gömülen şehrin yemyeşil görünmesinin sırrı, ilimle keşfedilmiş fıtri şehirleşmede yatıyor.

AB ülkelerinin yüzyıllardır ilimle ulaştıkları mertebeden habersizce onlarla alay etmenin hamakatini maalesef yalnızca biz yaşıyoruz. İnsanı saha dışına fırlatan gökdelenleri, milletin ticarî teşebbüsünü yok eden AVM’ler, Latin Amerika metropollerine dönüşmüş İstanbul’a bir İstanbul daha sığdırma sevdaları, bizim hangi bilimsel anlayışla idare edildiğimizi gösterdiğinden, hâkim iradenin ilim ve cehaletten neler anladığı üzerinde durmayacağız.

EVVELA CEHALETİ TANIMAK…

1910 yılının yazında Şarkın şehir ve teknolojisiyle tanışamamış Bedevi göçerleriyle sohbet eden Bediüzzaman, onlara “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret(fukaralık) ve ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı marifet, san’at ve ittifakla cihad edeceğiz” diyor. Sübhan ve Cudi eteklerindeki göçerlerin cehaleti iltiyam bulur, giderilir…Ya bizim modern cehaletimiz… Digital medyanın Bakanlık eliyle okul sınıflarına sokulduğu ve cehaletin ilim ile tamamen yer değiştirdiği Türkiye’mizin cehaletiyle nasıl baş edeceğiz? Google amcamızın rahle-i tedrisine oturmuş, magazin kültürle beyinleri sulanmış, altı yöne mütemadiyen bakmaktan dünyaları paramparça olmuş insanlarımızın cehaletini konuşuyoruz. Üç-dört yaşındaki çocuğun kullandığı yüksek teknolojiye baktığımızda, belki de o yumurcaklara deha gözüyle bakacağız. Fakat o masumların büyüklerinin düşünmekten, yazmaktan, tahlilden, insanî davranışlardan ve gerçek hayattan kopuşlarını izlediğimizde cehaletin yüksek teknolojinin kucağında nasıl canavarlaştığını teessür içinde takip ediyorsunuz. Kompleks, bağımlılık, benlik, hodenilik ve hayalperestlik gibi hastalıklar yüzünden, yüksek teknolojiyi kullanmak, üretmekle eş görülmeye başlandı. Almanya’nın lüks otomobiline binmiş, Amerika ve Finlandiya’nın çok boyutlu telefonlarıyla canlı bağlantılarla yaşayan ve Ataşehir’deki gökdelenin 50. katında oturan tüketici gencimiz, ilimle cehalet arasındaki korkunç mesafeyi nereden bilsin ki? Belki de evvela fıtratı ve sonra da hayatı yeniden tanımlamamız gerekiyor. İstanbul trafiğinden daha ölümcül zihni kargaşayı giderebilmemiz için hayatımızın tüm unsurlarını yeni baştan tarif etmek lâzım değil mi? Ancak bu da ilmi, âlimleri ve saçlarını ilimle beyazlatmış bilginleri gerektiriyor. Resmî ideoloji denilen nifak ve deli gömleğini giymiş, demokrasi kalesine hücum eden ihtilâlcilerin açtıkları dehlizlerden yararlanarak iktidara gelmiş ve Avrupa karşısında kompleks sıtmasına tutulmuş kadrolarla bu cihadın yapılabilineceğinden şüphem var. Önce hürriyet ve demokrasi… Sonra fıtratı ölçü alacak bilginler ve idareciler… O zaman, belki…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*