Demokratikleşme neden yavaşladı?

Gazeteci-yazar Ali Bayramoğlu Yeni Asya’nın sorularını cevaplandırdı: “Asker kışlada, ses çıkaramıyor. İstihbarat hükümetin eline geçti. Polisle ittifak mükemmel. Akademide ses yok. Hükümete biat eden basın anlayışı hakim olmaya başladı. İşadamları hükümetin önünde gönüllü eğiliyor. Siyasî muhalefet yok. Bu durum iktidarın demokratikleşme ihtiyacını bitirdi mi, azalttı mı?”

DEMOKRATİKLEŞME NEDEN YAVAŞLADI?

Türkiye değişiyor, dönüşüyor eskiye oranla demokratikleşiyor, özgürleşiyor. Demokrasiyi savunan insanlar hükümetin asker karşısındaki güçsüzlüğünü göz önüne alarak bazı olumsuz durumlara göz yumdu. Ya şimdi…AKP hükümeti yargıda, akademide, basında eski Kemalist muhalefetle gereksiz yere mücadele etmek zorunda değil, çünkü yapı değişti. Peki demokratikleşme adımları ne durumda? Biz de Türkiye’nin halini Ali Bayramoğlu’na sorduk…
ASKERLE İKTİDAR KAVGASI HÂLÂ SÜRÜYOR
28 Şubat’tan sonraki ara dönemi saymazsak Türkiye ağır aksakta olsa bir demokratikleşme süreci içine girdi. Gelinen noktada bir geri dönüş mü yoksa enerji kaybı mı var?

Şahsen bir geri dönüş göremiyorum, fakat enerji kaybı olduğunu söyleyebiliriz. Belki daha fazlası; değişim sürecinin yönetimiyle ilgili ciddî aksaklıklarla karşı karşıyayız. Fakat demokrasi ve otoriterlik gibi iki kutup arasında meseleye bakarsak gerçekçi yorumlar yapamayabiliriz. Türkiye’deki değişim süreci uzun süre demokratik verilerin önde olmasıyla seyretti. Gelinen noktada demokratikleşme trendi düştü, kimi uygulamalarda demokrasinin aksine sorunlar çıkmaya başladı. Türkiye 2000’li yılların başından itibaren iktidar mücadelesi ve demokratikleşme olmak üzere iki süreci birden yaşadı. Eski düzenin aktörlerine karşı yeni ortaya çıkan aktörlerin giriştikleri iktidar mücadelesinin bizatihi kendisinin demokratik hamle olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü askerî ve daha merkeziyetçi, vesayetçi düzen karşısında toplumdan gücünü alan, daha mağdur kişilerin kendileri için de olsa attıkları sivil adımlar söz konusuydu.

27 Nisan muhtırasına daha bugün soruşturma açılmasını nasıl okuyorsunuz?
İşte demin bahsettiğim iktidar mücadelesini çok iyi anlatıyor. 27 Nisan’la ilgili daha yeni dâvâ açılabiliyorsa kavga sürüyor demektir. 1997 yılında 28 Şubat oldu. 28 Şubatçılar beş sene içinde istediklerini alamadılar. 2002 yılında nefret ettikleri siyasî düşüncenin farklı kanadının iktidara geldiğini gördüler. O andan itibaren bu siyasî görüşü de itip kakmaya, YAŞ’ta hakaret etmeye, kendi gazeteleri üzerinden baskı yapmaya başladılar, hatta darbe girişimlerinde bulundular. Balyoz, Sarıkız, Ayışığı gibi darbe girişimleri 2005 yılına giden süreçte yaşandı. Ortalık diner gibi oldu, ancak bu sefer cumhurbaşkanlığı seçimleri çerçevesinde müdahale havası doğdu. Cumhuriyet mitingleri yapıldı, cinayetler işlendi, kapatma dâvâları açıldı. Yani 28 Şubat’tan 27 Nisan’a kadar ortada bir süreklilik var.

TÜRKİYE’DE GERÇEK ENTELEKTÜEL BİR KAÇ KİŞİYİ GEÇMEZ

Darbe girişimlerindeki süreklilik karşısında siviller ne yaptı?
Bu meydan okuma karşısında hükümet de başka bir meydan okumaya geçti. Yasal değişikliklerinin ötesinde politik yargısal hamleler başladı. Ergenekon Dâvâsı türevleri çerçevesinde darbeyle ilgili kim varsa hukuka uygun ya da değil bizi bazen tedirgin eder şekilde toplanıldı. Bu bir iktidar kavgası! Kavga bitmiş de değil. Bu kavganın alt yapısında demokratikleşme hamleleri vardı. İktidar kavgası bir askerin yerine başka askerin geçmesi şeklinde olmadı. Hak ve özgürlüklerin alanını genişleten yasal, anayasal, kurumsal değişiklikler oldu. 2010 yılına gelindiğinde yeni sorular ortaya çıktı.

Nedir bu yeni sorular?
Asker kışlada, ses çıkaramıyor. İstihbarat hükümetin eline geçti. Polisle ittifak mükemmel. Akademide ses yok. Hükümete biat eden basın anlayışı hakim olmaya başladı. İş adamları hükümetin önünde gönüllü eğiliyor. Siyasî muhalefet yok. Entelektüel muhalefet zaten Türkiye’de birkaç kişiyi hiçbir zaman geçmez. Böylece her şeyi iktidarın kontrolünde olan kamusal alan karşımızda demektir. İşte bu durum iktidarın demokratikleşme ihtiyacını bitirdi mi, azalttı mı gibi sorular meşrû sorular olarak belirmeye başladı. Ak Parti’nin daha az demokrasiye ihtiyaç duyduğu, özgüveninin çok yükseldiği bir dönem…

HÜKÜMET, KÜRT SORUNUNDA ASAYİŞ GÜNLERİNE GERİ DÖNDÜ

Acaba bazı katı refleksler sorunların çözümsüzlüğe gömülmeye başlamasından mı yoksa sizin söylediğiniz gibi özgüvenden mi kaynaklanıyor?

Bir entelektüel olarak değil, aynı zamanda gazeteci olarak konuşuyorum. Değişimi sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’yu, hatta bütün Akdeniz’i etkileyecek düzeyde varsayan bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız. Şahsen aşırı özgüven nedeniyle muhalefete tahammülsüzlüğün yüksek olduğunu düşünüyorum. İktidar mücadelesinde demokratikleşmeye ihtiyaç azaldığı oranda otoriter araçların ortaya çıktığını görüyorum. Meselâ Kürt meselesinde hükümet elinden geleni kendince yaptı, birden sonra siyaseti bıraktı. Asayiş günlerine geri döndü. Siyasetle şiddet arasında ayrım yapmayan, teröre destek vermekle uç fikir üretmek arasında ayrım gözetmeyen, Kürt sorunu ve Kürt hareketi arasındaki bağları koparmak için doğal destek verdiğini düşündüğü entelektüel ve basın alanını tahrip etmekten geri durmayan bir anlayışa teslim oldu. Kürt siyasî alanında ne avukat, ne siyasetçi, ne basın, ne sendikacı bırakıldı. Bütün bu alanların KCK operasyonlarına uğraması siyasetin terki anlamına geliyor. Bunların ötesinde bu insanlarla temas halindeki gazeteciler tutuklanmaya başlandı. Başbakan basınla buluşup telkinler, brifingler veriyor.

GAZETECİLERİ SİGAYA ÇEKMEK OTORİTER BİR TAVIR

Basın özgürlüğü açısından baktığınızda 28 Şubat’ta Genelkurmayın gazetecilere verdiği telkinlerle başbakanın verdiği telkinler arasında baskı açısından ne fark var?

Hiçbir fark yok. Sıfır! Zaten sorun burada. Otoriter eğilim lâfları zaten buradan çıkıyor. İster üniformalı, ister üniformasız ol, topluma dayak atıyorsan, dayak atıyorsundur. Gazeteciyi sigaya çekme, talimat verme, bazı otoriter davranışlar sergileme siyasetsizlikten üredi. KCK, Ergenekon, Balyoz türevi dâvâlarda hukuka uygun davranılıp davranılmadığı soruları artıyor. Bunun yanına bazı insanların tutuksuz yargılanıp yargılanamayacağı, sadece Ergenekon sürecini eleştirdikleri için mi yargılandıkları gibi sorular da ekleniyor. Hukuk kurallarından çok otoriter yöntemlerin öne çıkmaya başlaması değişim sürecinde fazla göze batmaya başladı.

Dördüncü güç olan basının bu tartışmalardaki tutumunu nasıl buluyorsunuz?
Basın ne zaman Ak Parti’nin üçüncü dönemde iktidar olacağını gördü, blok halinde biat ve itaat başladı. 2010 yılına kadar basın daha sesliydi. Bu iş bitti. Özelleştirme süreçlerinde Ak Parti’ye yakın kuruluşlar medyada hakim olmaya başladı. Bu son derece meşrûdur. Fakat tek blok medyanın ortaya çıkması kabul edilemez. Bireysel olarak konuşma hakkımız var, ancak ne olacağı belli değil. Ya işinden olursun ya da hiçbir şey olmaz.

YENİ DÜZENİ KURAMIYORUZ

Bir köşe yazarının koca devleti
rahatsız etmesi, devletin güçsüzlüğünü göstermez mi?
Fikir adamları her zaman iktidarı ve hükümetleri rahatsız etmişlerdir. Üç ya da beş kişi her zaman hedef alınmıştır. 12 Eylül’de, 12 Mart’ta, 28 Şubat’ta da böyle olmuştur. Bu bir zihniyetin dışa vurumu. Başbakanın tek tek yazarlara cevap vermesinin biraz kişiliğiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin geldiği nokta, çok güzel değişiyoruz, eski düzeni yıktık, ancak yeni düzeni kuramıyoruz.

12 Eylül Anayasası kurumlarıyla ve ideolojisiyle dururken eski düzeni yıktık demek doğru mu ?
TSK’nın Türkiye siyasî hayatı üzerinde artık etkisi yok. Bu darbe sonrası liberal Özal dönemindeki gibi değil, sigaya çekilerek yok edildi. Günay dışında diğer bakanlarının eşlerinin başörtülü olması, Türkiye’deki elit yapısının değişiyor olması bir makyajdan ibaret değil, bazı tabuların yıkılıyor olduğunu gösterir. Hatta asker içinde bile demokrat subay fikrinin doğmaya başladığını düşünüyorum. Demokratikleşme süreçlerinin çok uzun ve meşakkatli süreçler olduğunu unutmamak gerekir. Arjantin’de demokratikleşme süreci otuz yıl sürmüştür, hâlâ da tam olarak geçmişler diyemeyiz. Askerî zihniyet alanının tek referansı olarak TSK’yı göstermek de doğru olmaz. Onun dışında koskoca tarihimiz var. Toplumsal olarak da baktığımda değişimi görüyorum; Ermeni meselesinde, Dersim konusunda, Kürt meselesinde tartışmaların çeşitlenmesini değerli buluyorum. Tüm bunların neticesinde devletin iç yapılanmalarında Kemalist dilin bir çırpıda değişmesini bekleyemeyiz. Eski düzen tamamen yıkıldı demek fazla olabilir, ancak yeni düzenin tesis edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kurucu demokratikleşme ihtiyacına cevap veremiyoruz. Bozan, dağıtan demokratikleşme süreci yaşadık, artık kuran demokratikleşme sürecine ihtiyacımız var.

SİVİL VESAYET DOĞDUĞUNA İNANMIYORUM

Eğer biz siviller demokratik bir anayasa ve hukuk zemini hazırlayamazsak askerlerin geri dönme riski var mı?
Askerler tabiî dönebilir. Askerler geri dönmeden bizler faşist bir devlet de kurabiliriz. Bunların hepsi mümkün… Demokratikleşme sürecinde çıkış yerimiz, yaşadıklarımız iyiydi, bugün yavaşladık. Bunun nedeni ise iktidarın siyasetsizlik ateşinin içine düşmesi, Ergenekoncuların geri dönme korkusunun baskı yöntemlerini tabiî hale getirmesi gibi nedenler. Demokratikleşme adımlarının durması uygulama aksaklığından çok sistem aksaklığı sorularını gündeme getiriyor. Bununla birlikte sivil vesayetin doğduğunu düşünmüyorum. Bunları söylemek çok haksızlık olur. Evet, şu an ben de tutuklanabilirim, tutuklanırsam hiç şüphesiz faşizm geldi diyeceğim. Ama hayat benden ibaret değil!

Toplumsal dinamikler otoriterleşmeye müsaade etmez diyebiliyor musunuz?
Ben o kadar liberal değilim. Toplumun değiştiğini düşünüyorum, fakat bu otoriter eğilimlerin değiştiği anlamına gelmez. Belli bir ideolojiye hapsedilmiş, kendini çarpık gösteren aynada görmeye zorlanmış toplumun artık başka aynaları keşfetmesi sürecini yaşıyoruz. Tarihi, Kemalizm dışında bir hayatı keşfediyorlar. Ama bu bire bir siyaseti üretmez. Bazen siyasî aktörler o kadar önemlidir ki, toplum susar kalır. Asker elinde silâhla döndüğünde değişen toplum için yapacak bir şey yoktur. Ben siyasî aktörlerin önemine inanıyorum.

KEMALİSTLERİN YAPTIĞI ZULÜM KENDİLERİNE YAPILMIYOR

Bazı yazarlar, eskiden Kemalistlerin yaptıklarını artık bizim onlara yaptığımızı yazmış. Sizce bu yorum yerinde mi?
O kadar da değil. Kuralsız bir kavga var, hukuksuz işler yapılıyor, ancak Kemalistlerin başına önceden diğer toplum kesimlerinin başına gelenler gelmiyor. Kemalistler eskiye nazaran etkin yerlerde değiller. Ergenekon ve benzeri dâvâlarda uygulananlar otoriterlik yorumlarını arttırıyor. Polislerin savcıları, yargıçları yönlendirdiklerini görüyoruz. İstihbarat dairelerinde politika belirlenmeye başladığını müşahede ediyoruz. Hükümetin asker karşısında polisle sorunlu alanlar ürettiğine tanık oluyoruz. Ancak bunlar Kemalistlerin dindarlara ve solculara davrandığı gibi kendilerine geri dönmedi.

YENİ ELİTLERİN TAVRI ÇOK ÖNEMLİ

Ordunun hükümete yaklaşması nedeniyle Genelkurmay hakkındaki suç duyurusunun hükümete yakın medyada yeterince yer almadığı yorumlarına ne dersiniz?

Doğrudur, ama tayin edici değil. Bir kere ordunun gücü azaldı. Artık Genelkurmay beyanat verince sistem hasta olmuyor. Genelkurmay’ın açıklamaları kendiliğinden sönümleniyor. Hükümetin kavgasını açık yürütme ve farklı kesimlerden destek alma ihtiyacı azaldı. Ben başbakanın yakınlarıyla Genelkurmay’a siyasî konulara girmemesi gerektiğini belirten haberler uçurduğunu biliyorum. Hükümet açıktan kavga etmek yerine başka ilişkiler kuruyor. Zaten Ak Parti’nin antimilitarist bir yapısı yok. Vesayetçi rejime karşıdır, ancak orduyu sever. Ak Parti güçlendikçe ittifak artıyor. Türkiye’de artık bunların ötesinde daha belirleyici olanın Ak Parti’nin yeni elitleridir. Yurtdışında eğitim almış, doktoralı yeni elitin denetlediği büyük bir devlet alanı var. Bu alanla ilgili gelişmeler daha önemli. Bu arkadaşların demokrasiye bakışları beni daha çok ilgilendiriyor Asker gündemden düştü, fakat yarın gelirse yine kıyamet kopar! Ancak eski düzene dönülemez.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*