Demokratlık mı? Zor zenaat!

İnsanî değerlerin Doğu ve Batıdaki ortaya çıkış süreçleri ile kazandıkları mânâlar ne kadar farklı değil mi? Doğu medeniyeti için “doğuş, zuhur veya iniş” tabirlerini kullanırken, Batı medeniyeti için “terakki, tekâmül, deneme-yanılma veya laboratuvar” kelimelerini kullanıyorum. Tekâmüle dayanan aklî medeniyetler hâlâ dağvarî dalgalara dayanan ve milyonlarca canlıyı sırtında taşıyan Nuh’un (as) gemisini anlayamadıkları gibi, tüm ordusuyla havada seyreden Süleyman’ın (as) askerî harekâtını da anlayabilmiş değil.

İlk tekerlek ile uzay mekiği arasındaki sürecin binlerce sene olduğunu çocukken öğrendik. Peygamberlerin rehberlik yaptığı Doğu medeniyeti direk zirvelere iniş yaparken, fen ve felsefenin ayağıyla yürüyen Batı medeniyeti zirvelerdeki ışıklardan istifade ile derelerden zirvelerin eteklerine yöneliyor. Ah, insanlık! Zirveler karşısındaki acz ve fakrını kabullenerek, bu medeniyetin üstadlarını keşke dinleyebilseydi… Sivrisineğin darbesiyle yıkılan Firavunlar gibi, sineklere bile ulaşamayan filolarına güvenip isyan etmeseydi. Hem insanların, hem de sineklerin rahatını kaçırmasaydı…

Fennî tekâmüldeki süreçler sosyal tekâmül için de geçerli değil mi? Dünyaya hak-hukuk dersi verme iddiasındaki Avrupa’nın, (maddî terakkide üstadları yine Endülüs ve Sicilya Müslümanları olduğu halde) son bin senelik terakki sürecinde karşılaştığı musibetleri, düştüğü yangınları ve kaybettiği evlâdlarını da söz konusu prensip ve Üstadlarından gaflete bağlıyoruz. Asya’da insanî değerler zirvede zuhur ederken, Avrupa’nın derelerden eteklere tutunarak zirvelere yönelmesi de kaderin bir başka cilvesi olsa gerek.

Medine’de, yardımlaşma, emniyet ve hukukta ortaya çıkan zirvelerine hâlâ inanamayan Avrupa’ya, meşhur Fransız ihtilâliyle Kopenhag arasındaki yürüyüşün insanlık adına henüz iftihar edilerek bir başarı olmadığını, ancak Asya’da ortaya çıkacak “demokratlık” anlatabilecek. Mescitte, devletin tüm idarecileriyle diz dize oturan bedevinin, en celallî halifeyi korkusuzca sorgulamasının ne kadar uzağında bulunduğunu, korumasız ve bekçisiz mağazalardaki emniyet ile nefislerini mütemadiyen birbirilerine menfaatlerde tercih eden dayanışmanın ne kadar uzağında bulunduğunu Avrupa merkezlerinde anlatacak “Asyalı demokrat ilim adamlarını”, insanlık adına yalnız Avrupa değil, dünya bekliyor…

Demokrat olmak veya Müslüman olmak… “Demokratlık” Müslümanın sosyal hayattaki asıl karakteri mi? İsimlerin değişmesiyle hakikat değişmez. Batı medeniyeti, ideal insana demokrat, bu insanın oluşturduğu toplumun idaresine de demokrasi diyorsa, kelimelere takılıp kalmamak lâzım… Yalnız İslâm alemindeki zirveleri müşahhaslaştırarak anlatmak, yanlış anlamaları izale eder kanaatindeyim. Zira, Asya’daki değerler semadan indiklerine göre, emekleyerek zirvelere yönelenlerin de dolaylı olarak aynı hedefe yürümek istediklerini kabullenmemiz lâzım. Yalnız birileri, akıl ilim ve fenlerle yukarıya tırmanırken, zirveleri mekân tutması lâzım gelenlerin tembelliği, hisleri akla tercih edişi ve nefislerinden doğan kötü ahlâkların sevkiyle aşağıya doğru yuvarlandıklarını görüyoruz. İşte mugalatanın asıl sebebi bu.

Okumak, düşünmek, tahlillerle güzeli başkalarından kapmak nefse zor geldiğinden; konuşmayı, hadiselere üstünkörü bakmayı ve Bektaşice kendisini savunmayı âdet edinen Asyalı çocukların bugünkü antidemokrat hallerinin İslâmla ilgisi olmadığını müdakkik/hakperest Batılılar da söylüyor. İstibdadın hislerden, demokrasinin akıl ve ilimden nebean ettiğini henüz çocuklarımıza öğretemedik. Demokrat olmanın, karakterlerle ilgisi olsa da; eğitim, bilgilenme ve hürriyetle alâkalı bir husus olduğunu, din, ırk, coğrafya ve milletle pek bağlantılı olmadığını da insanlarımıza izah edemedik. Tarafgir, hasûd, yalana meyilli, kaba ve temizliğe dikkat etmeyen bir Müslümandan demokrat olmayacağı gibi, mezkûr sıfatlara sahip, fakat Müslüman olmayanların demokrat olduklarına pekalâ rastlıyoruz.

Demokratlığın yalnızca bir hayat tarzı, slogan olmadığını bilmeyenler, bu hususu da istismar edebilirler. Hakperestliği ve herkese hürriyeti esas almadan, daha doğrusu demokrat olmayı nefsinde yaşamadan bu kelimeyi kullanmak da hoş değil. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında tebaa için kanun yapıp, kendilerini kanunlardan muaf tutanların bizi düşürdükleri sıkıntıları bildiğimizden, demokratlığın insanî bir tekâmül, ruhî bir olgunlaşma ve kötü ahlâkla köklü bir müdahale olduğunu da vurgulamakta fayda görüyoruz. Sosyal hayatın cenderesinde türlü türlü imtihanlarla terbiye olunmayı, insanî prensipleri çiğnememe yolunda yoksulluğu, dışlanmayı, sıkıntı ve musibetlere katlanmayı göze almak kolay olmadığından; menfaatin, korkunun ve riyakârlığın “dünyayı hoş yaşama” dürtüsü karşısında bu yolda sebat etmek zorlaşıyor.

Hele bir de “demokratlıkla” ilgisi olmayanların cehalet ve korku saikasıyla iltifat gördükleri bir cemiyette demokrat olmak hakikaten kolay değil. Cumhuriyette herkes inandığını söylüyor ve Müslüman olduğunu iddia ediyor. Şu mü’minlerin arasındaki Müslümanların oranını bize sorsalar… Sosyal veya siyasal kimliğine, “demokrat” yazdıranların içindeki “demokratların” nisbetini de merak ediyoruz, değil mi? Hele âhir zamanın nurlu saflarında, tıpkı Calut’un karşısındaki “Davut” gibi yasaklanmış sudan içmeden bayrağı dalgalandırmak, çetin mücadeleleri gerektiriyor. Fil eti yiyerek ve esasından gözbebekleriyle ihtilâlcileri ve komitacı diktatörleri protesto etmeden demokrat olunur mu?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*