Doğru yol pusulası

İnsanı, diğer canlılardan (hayvanat) ayıran onun manevi mâhiyetidır. Diğer bir ifadeyle onun vucûdu, bedenî, fizikî yapısı değil; manevi varlığını teşkil eden yönleri duyguları ve melekeleridir. Bunlar başlıca; akıl, kalp, ruh, vicdan irade, tefekkür melekeleri yanında bir de; sır, sevgi, merhamet, şefkat, ahfa, öfke, hased, husumet ve benzeri çok duygulara (hissiyat) sahiptir.Yani gizemli yanlarını ifade eden lâtifeleri vardır insanın.

Şüphesiz kalp; insan vucûdunun en önemli organı ve motoru mesabesinde iken, diğer yandan; bu manevi hislerin, duyguların, lâtife ve melekelerin çoğunun da madeni, kaynağı ve yuvası hükmündedir.

İşte insanı yücelten, üstün kılan, kendisine bahşedilen akıl ve kalp sayesinde; düşünür, fikir yürütür, üretir ve ürün (semere) verir.

İnsanların dışında bulunan diğer hayvanların her birinin, bir veya birden çok yanlarından istifade edilir. Bunlardan bir kısmının etinden, derisinden, yününden, kılından, sütünden ve daha nice yönlerinden, bir kısmının da gücünden, bir kısmının da, göz seyirliği manzarasından, sesinden zevk alır, huzura erer, mutluluk duyar.

Renk renk kelebeklerin uçuşması ve çiçeklere konması veya ağaç dallarından öten bir bülbülün, bir kanaryanın ötüşünden haz duyar, ruhanî lezzet alır.

Ama bunlardan hiç biri insan oğlunda yoktur. Lâkin yukarıda dile getirdiğimiz hisler ve diğer öz varlığında bulunan hikmetli sırlar ve lâtifeler vesilesiyle, diğer canlılara mutlak hakim olmuştur.

İnsan, maddi ve manevi tekâmül ile kıymet kazanabilir. Manen terakki etmek ilim ile mümkündür. Mahiyet ve istidat itibariyle her şey ilme bağlıdır. Her bir ilim erbabı ilmini, ilmî çalışmalarını, birikimini, ayırım gözetmeksizin bütün insanlığın yararına, saadetine sunmalı ve sarf etmelidir. Atom bombası da bir ilmî çalışmanın ürünü idi, ama insanların mutluluğuna değil, imhasına vesile oldu. İşte bu ve buna benzer bilginler ve bilgileri takdire değil, kınanmaya ve lânetlenmeye lâyıktır.

Bu hususta bilge insan Eflatun ne de güzel ve isabetli söylemiştir: “Hak ve fazilet ölçülerinin dışında kalan bilgi, hilekârlıktan ibarettir.”

Evet, binlerce hissiyat ve duygularla yaratılan ve bütün varlıklar üstünde mevki ve makam sahibi olan insanın, karmaşık bir yapısı vardır.

Maddi ve manevi yönleriyle asırlardır araştırılan ve anlaşılmak için hakkında binlerce kitap yazılan insan, hala bir takım muamma cihetleri ve esrarengiz noktaları mevcuttur. Sanki sahili olmayan bir Umman ve nihayetsiz bir okyanus gibi karşımızda durmakta. Varlığı ile ilgili sırlar çözüldükçe ve keşfedildikçe; yeni sırlarıyla karşılaşılan gizemli, garip bir varlıktır insan.

İnsan, manevi duygularıyla diğer varlıklardan üstün olduğu gibi, diğer maddi ve cismanî organlarıyla da fersah fersah üstün yaratılmıştır. Bir ineğin gözü ile bir insan gözünün yapısı ve fonksiyonları arasındaki farkları gibi. Bir inek tefekkürle kâinata ve eşyaya bakabilir mi? diye sorulsa eğer; buna elbette ki hayır denilecektir. Zira insan gözü, aklı ve beyni ile bağlantılı olarak bakar ve eşyadan anlam çıkarır, bir takım ibret ve dersler alır. İnek ve diğer bütün canlılar, akıl denilen cevherden yoksun olduklarından, dolaysıyla bu kabiliyetler ve fonksiyonlardan da mahrumdurlar. Diğer organları da; mesela kalbi, böbreği ve beyin yapıları da buna kıyas edilebilir.

İnsan, Cenab-Hakkın mükemmel, Mükerrem ve en muazzez varlığıdır. Başka bir tanımla; ruh ve beden bütününden oluşan, benlik şuuruna sahip, akıl, duygu ve arzu karışımı konuşma ve çalışma; iş yapma azmi olan; en üstün canlı varlıktır insan.

“İnsan küçük bir âlem, âlem büyük bir insandır.” denilmiştir. Ancak, insan kendisinin dışında bütün varlıklardan farklı özelliklerle donatılarak yaratılmıştır. Zira Allâh, ona kendi ruhundan üflemiş ve en faziletli varlık kılmıştır. (1)

İnsanın varlık yapısı, birbirinden ayrılmayan iki temel unsurdan oluşmuştur. Birincisi bedendir ki, bunun aslı topraktır. (2)

Allâh’ın takdir ve yaratmasıyla çamur haline getirilen toprağın, çeşitli safhalardan ve işlemlerden geçirilerek, belli bir kıvama ulaşması sonucunda ortaya çıkmış en saygın varlıktır.(3)

Hak ve hakikat naziktir, dikkatini vermezsen gizlenir. Lâyık olmayana, gönül vermeyene açmaz kendini. Onun için, aklı, zihni, kalbi, ruhu ve diğer manevi lâtifeleri hakikate hazırlamak gerekir. Hakikat, manevi âlemimizin gıdası hükmündedir.

Manevi cihaz ve duygularımız; hakikat gıdası olmadan yaşayamazlar. Hayat, ruhun ziyasıdır (ışığı-nuru). Ruh ise; “iman nuru” ile, inanç ile harekete gelir. Şu da bir hakikat tır ki; insan bu iman ve inanç ile her an nihayetsiz terakkiyata (yücelmeye) ve yine sonsuz bir tedeniyata, yani aşağılara düşebilir ve yükselebilir.

İnsan, nereden gelip nereye gittiğini bilerek yaşarsa; o zaman hayatı bir anlam ve değer ifade eder. Aksi halde; hayat boş ve anlamsız olur. Gayesiz hayat ise, hayat değildir. İnsan kaç sene yaşarsa yaşasın; dünyaya geliş maksadını idrak edip, o amaç doğrultusunda hayatını değerlendirmemiş ise şayet; hüsrana uğrayacaktır. Rus yazarı TOLSTOY, “Ancak Allâh’a inandığım zaman, gerçek anlamda yaşadığımı anladım.” diyerek; inançsız bir hayatın, gerçek bir hayat olamayacağını ifade etmeye çalışmıştır.

İnsan hassas duygularla yaratılmış donatılmıştır, dedik. Evet insan bazen bu duygular kazanında halden hale girer, bir büyünün içine dolanır ve dönüp dolaşır başı döner, mütehayyir, rotasını kaybetmiş bir şaşkın olabilir.

Baktığı, dokunduğu, duyduğu her şey ona hüzün verebilir. Bütün bunlar insanın kalbine sığmaz, gözlerindeki parıltı söner, dünyanın bütün yükünü omzuna almaya çalışır ve bu yükün altında ezilir. Bütün yaşadığı bu drama,buhran ve bunalımlar; doğru bildiği yanlış düşünceler sebebiyle olduğu muhakkaktır.

Evet, insan halden hale girer, bu doğrudur. Zira bu kâinatın sırlarından bir sırdır. İnsanın kalbi, Allâh’ın tecellilerinin aktığı bir nehir gibidir. O öyle bir nehir ki, göllere, denizlere, okyanuslara hep kavuşma telaşındadır. Hep genişlemek, büyümek isteğiyle, yüzeyindeki çalı çırpıyı da taşıdığı gibi, derinliklerinde bereketli balık sürülerine ve diğer canlılara da yuva olur.

İnsan, yaşadığı bu hallerde, değişik duygular hissederken, bazen bunların farkında olabilir. Her bir yeni duygu, rengi değişik yeni bir tefekkürün kapısını açabilir. Bu yeni tefekkür; bize Rabbin yakınlığını hissettirebilecek en güçlü tefekkür biçimidir.

Kendi bedenindeki, düşüncelerinde, duygularında, varlığının her bir mertebesindeki değişimi ve hareketi gören insan; sebebler dairesine takılıp kalırsa, hem kendini ve hem de etrafındaki insanları bunalıma sürükleyebilir. Yahut gaflet nedeniyle, bedenindeki bu değişik hallere takılıp kalabilir. Oysa kâinatta var olan her şey gibi, sürekli bir deveranın, değişimin içinde olan insan; marifetüllâh’tan muhabbetülläh’a giden en kestirme yolu, belki de kendi bedenindeki, düşüncelerindeki ve duygularındaki değişimi tefekkür ederek bulur.

İşte bu bahse, şu âyet ışık tutabilir; “Gerçek şu ki, insanı yaratan biziz ve ona iç benliğinin, ona fısıldadığını biz biliriz. Çünkü biz ona, şah damarından daha yakınız.”(4) buyrulmuştur.

Burada kast edilen yakınlığın, Allâh’ın zatının yakınlığı mı, yoksa isim, sıfat ve şu’unatının yakınlığı mı olduğu konusunda da, Kur’an yorumcuları farklı farklı tefekkür etmiş ve açıklamalar yapmışlardır.

Elbette ki zamandan ve mekândan münezzeh olan yüce yaratıcının yakınlığını, mesafenin yakınlığı cinsinden anlamak, içinde çelişkileri barındıracaktır. Öte yandan Allâh’ın zatını isim ve sıfatlarından ayrı düşünmek, tevhid açısından sıkıntılı durumları da beraberinde getirebilir.

Üstad Said Nursî; Allâh ve sıfatları ile ilgili olarak Güneş misaliyle açıklamaktadır, şöyle ki; “Güneş bir tane iken kâinatı dolduruyor. Yer yüzündeki bütün parlak şeylerde, ayna, cam, kum parçacıkları, su üzerindeki kabarcıklarında yansımaları, akisleri oluyor.

Bir insan, evinden, güneşe karşı bir ayna tutsa; güneş rengiyle, ısısıyla ve diğer bütün sıfatlarıyla o aynaya yansımaları olacaktır. Ve o kişi ile beraber herkes güneş yanımdadır, diyebilir. Güneş tek bir tane iken, sonsuz güneşler olur. Aynen bunun gibi, Allâh birdir, vahid’dır, ehaddir. Lâkin sıfatlarıyla nihayetsiz, her yerde mevcuttur, vardır. Her şeyde işler, her şeyin içindedir, denilebilir.” İfadelerine yer vermiştir.

Varlıklar, şu şekilde bir sınıflandırmaya tabi tutulabilir:

1-Katı cisimler: Gözle görülür, el ile tutulur.

2-Sıvı cisimler: Gözle görülür, el ile tutulmazlar. Su, buhar ve sis gibi.

3-Göz ile görülür el ile tutulmaz, hissedilir. Işık, şevk, aydınlık gibi.

4-Göz ile görülmez, el ile tutulmaz. Elektrik, hava, ruh, vicdan, sevgi, öfke gibi.

5-Allâh, gözle görülmez, el ile tutulmaz. Ancak yarattıklarıyla, her biri başlı başına birer mucize olan eserleriyle bilinir, hissedilir, bütün varlıkların üzerinde bulunan ve ariflerce ve ilim erbabınca okunan; taklit edilmez mühür ve imzaları vardır, ve bu tarz usûl ile kendisini tanıttırır ve okutturur.

Ve Allâh şöyle buyurdu: “(Resûlüm!) De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allâh’tır.” O halde de ki: “O’nu bırakıp da, kendilerine fayda, ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?” De ki: “Körle, gören hiç bir olur mu? Ya da karanlıklarla, aydınlık eşit olur mu?” Yoksa O’nun yarattığı gibi, yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allâh her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, büyük güç sahibidir.”(5).

Ve Allâh, diğer şu iki âyet ile de noktayı koyuyor:

“Kesin olarak iman edenler için; yeryüzünde ve kendi nefislerinde (Allâh’ın varlığına ve birliğine) nice deliller vardır. Hala görmez misiniz?”(6)

Ve “O, her şeyi yaratan; ve her yarattığını belli bir ölçüye göre düzenleyendir.”(7) buyurdu

İnsan, bu kâinat kitabında, öyle şa’şaalı mucizelerle süslendirilmiş, renklendirilmiş kuşatıcı parlak bir nüsha bir sahifedir ki: Cenab-ı Allâh’ın bütün 1001 esmasının (isimlerinin) tecelligahı hükmündedir.

“Demek ki insan hayatında, bir dönüm noktası hükmünde, muhtelif İlâhî isim ve sıfatlar iç içe girmiştir. Güya hayat tamamıyla hem ilimdir, aynı halde kudrettir; aynı halde de hikmet ve rahmettir ve hakeza… İşte hayat bu mahiyeti itibariyle, Allâh’ın hiç bir zaman, hiç bir şeye muhtaç olmadan, her an her şeyin ihtiyaçlarının karşılayıcısı olduğunu gösteren bir ayna, yani bir ayine-i Sâmeddiyettir.”(8)

Ve insanı intibaha getirmek üzere uyaran Allâh şöyle buyurdu:

“Ey insan! Seni yaratıp düzgün ve dengeli kılan, seni istediği (en güzel) bir şekilde birleştiren (biçim veren), ihsanı bol, Rabbin’e karşı seni aldatan (saptıran) nedir?”(9)

“Kimin için Allâh var, ona her şey var ve kimin için yoksa, her şey ona yoktur, hiçtir.”

İnsanı, mahiyetiyle sireti ve suretiyle tanımaya ve keşfetmeye devam edeceğiz.

Dipnotlar
(1) Secde 32/72, Hıcr 15/29, Sad 38/72
(2) Al-i İmran 3/59, Rum 30/20, Fatır 35/11
(3) En’am 6/2, Araf 7/12, Secde 32/8,71, Hıcr15/26,28
(4) Kaf 50/16 buyurmuştur
(5) Ra’d 13/16
(6) Zariyat 51/20-21
(7) Kaf 50/6
(8) Sözler. s. 676
(9) İnfitar 82/6-7-8

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*