Ermeni Tasarıları üzerine…

Irak Savaşının meşhur mimarı Wolfowitz´in “Ermeni Tasarısı” ile alakalı bizi rencide eden beyanatları tarihte bir “utanç belgesi” olarak kalacağa benziyor. Amerika´nın başta İran ve Suriye´ye yönelik saldırgan politikalarıyla Ortadoğu politikasını desteklediğimiz takdirde, Ermeni tasarısına karşı koyacağını hariciyemizin gözlerine bakarak söyledi.

Hakperest tarihçi, diplomat ve siyaset tarihi analizcileri “Ermeni meselesinde” haklılığımızı söyleseler de “resmî tarihimiz”in içine düştüğü suçluluk psikolojisini anlamak hakikaten güç. Türk Tarih Kurumu, belgelerle efkâr-ı ammenin huzuruna çıkarken tarafsız tarihçiler de Yusuf Halaçoğluna destek veredursunlar. Ermenî tehcirlerinin canlı şahitlerin şehadetleri de bir “soykırım”ın mevzubahis olmadığını, bazı çevrelerin suçluluk psikolojisini maalesef gideremiyor. Bu tenakuzlar yumağı ister istemez zihinlere başka başka düşüncelere tedai ettiriyor.

Musevilerin, kendileri dışındakilerin “soykırımına uğradığını” kabul etmeme tezleri, bir yönüyle Ermenilerin, bugüne kadar dünya kamuoyunda öne çıkmalarını engelledi diyen araştırmacılar var. Hatta, 31 Mart hadisesinden sonra Osmanlı´da bilhassa İstanbulda devletin bir çok yetkisini ele geçiren yahudilerin veya masonların, uzun süreden beri Avrupa´da okumuş; gerek idarecilikte ve gerekse akademik yerlerde yüksek kademelere yükselen hristiyan ermenileri kendilerine rakip gören yahudilere, İttihat – Terakki içindeki masonlar vasıtasıyla “tehcir kararını” uygulattırmışlar diyenler var.

Bu kararın alınmasında da çok garipliklerle karşılaşıyoruz. Karar uygulandıktan sonra kanun olarak Padişaha sunuluyor. Zaten Sultan Abdulhamid´in tahtından alınarak Selanik´teki Allaaddin Köşküne hapsedilmesinden sonraki padişahların “sembolik” olduklarında tüm tarihçiler müttefik. Sembolilk padişahların altında icraatta bulunan komiteler mercek altına alındığında bu ermeni meselesindeki tutukluğumuzun asıl sebebi anlaşılır kanaatindeyiz. Genç Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda rumlar ve bilhassa Selanik´ten getirilen dönmelerle mübadele edilerek oralara gönderilirken, ermenilerden de “tehcir” vasıtasıyla kurtulan osmanlı musevîlerinin, Avrupa ilimlerini ve dillerini bilenler olarak ülkenin dışarıya karşı “tek temsilcileri” konumuna yükseldiklerini iddia eden tarihçilerin tezleri de yabana atılmamalıdır. Hatta şimdilik yanlızca bir iddia gibi görünen bu meselede planın 1906 Selanik merkezli bir çalışmadan sonra yavaş yavaş sahneye konulduğunu, evvelâ tehcirle İstanbul ermenilerinin dışarıya kaçmalarının sağlandığını ve sonra da rumların gönderildiğini söyleyenler, iddialarını tarihin akışına da dayandırmaya çalışıyorlar. Bu iddiaların yanlış ve doğruluğu, ancak yakın tarihimizin arşivlerinin açılmasıyla ortaya çıkacaktır.

Hakperest Amerikalı tarihçilerin dediği gibi; arşivlerimizi açmamakla haklı meselede haksız konuma düşüyor ve Wolfowitz gibi oyun, zulüm ve desiseleriyle nam yapmışların milliyetimizi rencide etmesine fırsat veriyoruz.

Başta New York – Washington olmak üzere bazı Avrupa merkezlerinde bu meselenin yıllardır ısıtılıp – ısıtılıp günde getirilmesi Türkiye için hakikaten o­nur kırıcıdır. Ermeniler içindeki hakperest alimlerde bu meselenin biran önce sulh ile rafa kaldırılmasından yana iken, uluscu ve ırkçıların “ermeni düşmanlığını” körüklemelerini anlamak da kolay olmayacak. Fakat herşeyden önce arşivlerin açılmasının şart olduğu kanaatindeyiz. Zira arşivlerin açılmaması piyasadaki iftira nitelikli yalan ve vehimlere kuvvet veriyor. Ermeniler sırtından Türkiye´ye yeni yeni düşmanlıklar kazandırılıyor. Türkiye´yi Amerika sopasıyla terbiyeye yeltenenlerin az – çok arşivlerdeki bilgilerin mahiyetini bildiklerine inanıyorum. Hakikat ortaya çıkıncıya kadar, Türkiye aleyhinde bu hususu kullanacaklarından emin olmalıyız.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*