Susmak… Peki nereye kadar?

Sizin de dikkatinizi çekiyor mu? Son zamanlardaki dindarlarımızın teslimiyetçi halleri… Simalarından, hallerinden hiç de memnun olmadıkları belli. Hatta konuşturduğunuzda mevcut felaketlerden sizden daha fazla bîzar olduklarını müşahede edersiniz. İşte o zaman bu gizli tepkili, hatta öfkeli insanların susmalarını veya tepkilerini açığa vurmamalarını merak ediyorsunuz. Bu tepkisizliği bazılarımız protesto olarak da anlayabilir.

Dağa küsmüş tavşanın haline dönüşmez mi bu davranışlar? Hem dinimizde lânetlenmiş ve haram olan “yeis” ile de ilişkilendirilemez mi? Söz konusu tepkisizliği tedirginlik ve korku ile ifade etmemiz mümkün olabilir. Ümit ediyorum ki daha ziyade bu nokta ile alâkalıdır. Zira korkunun giderilmesi kolaydır, fakat yeisin giderilmesi çok zordur. Yeis daha ziyade ölüme yakın bir haldir.

Temel hak ve hürriyetlerimizin ayaklar altına alınması karşısında sessiz kalırsak, hangi hususlarda tedirgin olacağız? Kadere inanmışlar olarak bu yolda bize ulaşacak sıkıntılardan, korkuyu tedbir ile karıştırıp kurtulmamız mümkün mü?

Bu hususta 12 Eylül’ün bir tahkimi olan 28 Şubat süreci yüzlerce misallerle doludur. Dört sene geriye doğru hayalî bir gezinti yaptığımızda, çekindiği için vazifesini yapmamış tüm birey ve cemaatler yine yaranmak istediklerince cezalandırılmışlardır. Çok büyük haksızlıklar yapanların bir-iki hasenâtını gazetelerinde veya radyo ve tv’lerinde rüşvet olarak neşretmeleri onları kurtaramamış, hatta kendilerini hedef alan taarruzları arttırmıştır. Kadere de hem zulümlerin, hem semavî-arzî âfetlerin eliyle tokat vurması için fetva verdirmiştir. Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şerifler dikkatlice incelendiğinde bugünkü konumumuzun dehşetli bir noktada olduğunu, yani kaderden semavî ve arzî tokatları bekler halde boynumuzu büküp beklediğimizi göreceğiz.

12 Eylül’ün, dizginleri tamamen eline almak için dinî cemaatlerin bazılarına verdiği rüşveti 28 Şubat tokatlayarak geri alıyor. Boğazlarına söz konusu rüşvetin geçtiği kişileri tam bilmemekle beraber, teslimiyetçi ve hatta destekçi çıkışlara bakarak bazı ipuçlarına ulaşmak mümkün. Fakat anlaşılıyor ki, rüşvetler aksi tesir yapmış. Evvela onlarla anlaşanların zilleti ilan ediliyor. Maddî ve manevî takati bitmiş, mecalsiz ve dolayısıyla iflas etmiş bir zihniyetten, dine hizmet dâvâ edenler çekinirler mi? Dış politikasını Washington Enstitüsüne, ekonomisini Derviş aracılığıyla IMF’e ve iç işlerini de kanunsuzluğa teslim etmiş, milletten köşe bucak kaçan bu zihniyet temsilcilerinden korkan, hakikati ketmeden ve sevgiyle ittifak etmesi gerektiği halde diğer cemaatlere uzak duran bir cemaat mensubunun ufkunda neler olup bittiğini de bilemiyorum. Bildiğim şey, zamanın bu şartlarda aleyhimize işlediği… Yer ve gök askerleriyle dolu olan Rabbimizin bizi yine şiddetlice terbiye edeceğinden ürküyorum.

Biz Anadolu dindarları, korku ile tedbiri birbirine karıştırdık galiba. Elimizdeki imkânların birilerince alınacağından veya rahatımızın kaçacağından korkuyoruz. Fakat bu yanlış korkunun musibeti davet ettiğinden pek haberimiz yok. Cennet köşelerinden bir köşe olması gereken ailelerin nifak ve çatışma alanına dönüştürülmesi istikametinde çıkarılan Medenî Kanunun gölgesindeki vakıflar meselesinden haberimiz yok. Demokles’in kılıcı gibi korkuyu ensesinde hissettire ettire, dinî cemaatleri asıl mecralarından uzaklaştıranlardan da ya haberimiz yok veyahut yine korkumuzdan tek kelime etmedik.

Bu susmanın bizi nerelere götüreceğini galiba tahmin ediyoruz. Ya Kur’an eğitimi ile ilgili gayr-i medenî düzenlemelere karşı suskunluğumuz? Bu hal medenî ülkelerde anlaşılsa vallâhi bize “yuh” çekerler. Üç yaşından on beş yaşına kadar çocuklarına yoğun dinî terbiye veren Hıristiyanlık âlemi karşısında çok gerilere düştük. Başörtülerinden dolayı “okuma hakları” elinden alınmış veya kamuda çalışmaları engellenmiş kardeşlerimizin durumu başka bir fecaat. Dinî cemaatlerimiz ve onların sözcüleri konumundaki medyamız tarlada, fabrikada ve temizlikçi olarak devlet dairesinde çalışan kadının örtüsü ile okul önlerinde bekleyen bacılarımızın örtüsü arasındaki farkı mutlaka sormalı; bu deli-dumrulluğun böyle devam edemeyeceğini bildirmeli değil mi?

Korkunun ecele faydası olmayacağına göre, bizi zillete dûçar eden şu suskunluktan kurtulmamız gerekiyor. Kanunlar dairesinde, demokratik teâmüllere uygun bir şekilde tavrımızı ortaya koyarak şu kara dönemi bitirmemiz gerekiyor. Şu devir kapanmadan ne ekmeğimiz geri gelir, ne de insanca yaşama şartlarımız… Dişleri ağzında durmayan ve canlı cenaze duruşuyla yere daha yakın olan şu zihniyetin ve icracılarının daha fazla ayakta kalamayacağı muhakkak. Dünya kamuoyu karşısında Şaron’un, temel insanlık değerlerine 11 Eylül’den sonra sarılan Hıristiyanlık âlemi karşısında dünyayı ateşe verenlerin durumu ne ise Anadolu’yu bu duruma getirenlerin hali de aynıdır. Bilinmeyen önemli bir nokta var: Devam etmeyecek zulmün yıkılışındaki gürültüden korkmamayı esas almak.

Kutlu Leyle-i Kadrinizi ve mübarek bayramınızı bütün ruh u canımla tebrik ediyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*