Evlât ve emvalin fitne olması

Kur’ân-ı Kerim’de 63 yerde geçen fitne kelimesi; bir mânâsıyla “altın ve gümüşün saflığını anlamak için ateşte eritmek” anlamına gelir.

Kuyumcu, aldığı değişik ayardaki hurda altınları eriterek takoz yapar. Bu takozu, altın olmayan madenlerden ayrışımı denilen ifraz işleminde yüksek dereceli ateşte defalarca yakılır, asitlerden geçirilir, uzun süren çökertme ve elektroliz işlemlerinin ardından saf altın elde edilir.

Değişik yapıdaki madenlerin ifrazı ateş ile olabildiği gibi, farklı fıtrattaki insanların imtihanı da ateşle yani fitne ile mümkündür.
Fitne, âyetlerde fazlasıyla geçmekte olup değişik mânâlarda kullanılmakta. Bu kullanımların bilinen en meşhuru; “..bilin ki emval ve evlad sizin için fitne…” âyetidir.
Mütalâamızda bu âyette konu edilen fitneden anladıklarımızı paylaşmak istedik. Ancak bu âyeti ve âyetin içinden buraya aldığımız kadarını değerlendirmek eksik olur; zira âyet hem kendisi bir bütün, hem de bir önceki âyetle doğrudan alâkalıdır. O halde her iki âyeti beraber ele almak gerekecektir.
“Ey îmân edenler! Allah’a ve Resûl(üne) ihânet etmeyin! Hem siz bile bile emanetlerinize de hâinlik etmeyin!
Ve bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) ancak birer imtihandır, büyük mükâfât ise ancak Allah katındadır.” 1
İbn Abbas’ta âyetin inzal sebebi şöyle anlatılır: “Bu âyet, Ebu Lübabe hakkında nazil olmuştur. Resûl-i Ekrem (asm) Müslümanlara karşı pek çok hâinlikte bulunan Benî Kureyza Yahudilerini Hendek muharebesinin ardından muhasara altına aldı. Muhasarada sıkışan Yahudiler ise istişarede bulunmak maksadıyla sahabi Ebu Lübabe’yi isterler. Kurnaz Yahudiler Ebu Lübâbe’nin çoluk çocuğunun Kureyzaoğullarının içinde olduğunu bilerek kendi sıkışık durumlarından kurtulabilme ihtimalini hesaplayarak Ebu Lübabe’ye sorarlar:
“Ey Ebu Lübabe ne dersin, teslim olalım mı?” Ebu Lübabe, öldürülebileceklerine hüküm verileceğine ve boğazına işaret ederek: “Bu, intihar etmek demektir” demiştir. “Ebu Lübabe der ki: ‘Vallahi onların yurdundan daha ayaklarım ayrılmamıştı ki bu hareketimle, Allah’a ve Resûlüne hainlik etmiş olduğumu anladım. Çok pişman oldum…’ 2 Hatasını anlayan Ebu Lübabe ise tevbesi kabul edilinceye kadar kendini mescidin direğe bağlatmıştır. Nihayet hakkında âyet gelir ve affedilir. 3
Âyetin konusunun içerisinde evlât var. Ebu Lübabe’nin evlât ve ailesi. Bunlar Ebu Lübabe’nin ihanete düşmesine, fitnesine vesile oldular. O gün Ebu Lübabe hatasını anladı, tevbesini yaptı, Rabbi ise âyetiyle affetti ve Efendisinin (asm) yanında hizmetine koştu, yerini yurdunu terk, emvâlini hibe ederek, vakfederek…
Dün bu fitne ile Ebu Lübabe muhatap idi, bugünün Lübabeleri de muhatap. Hemen yanımızdaki fitne vesilesi olan mal mülk ve çoluk çocuk—Allah muhafaza—her an ayağımızın kaymasına sebep olabilmekte. Hadiseye sadece ayak kayması noktasından bakmak eksik olur. Fitnenin veya musîbetin, insanın hidayete ermesine sebep olması noktasından bakıldığında hayra vesile olduğu da görülmekte.
“Allah’ım, fitnelerden sana sığınırım” diyen birisine Hz. Ömer’in (ra), “Rabbinin sana mal ve evlât vermesini istemiyor musun?” ifadesi bizi derin derin düşündürür.4 Mal ve evlât istemekle neyi istediğimizi düşünmek gerekir. İstemek mi hayırlı, istememek mi hayırlı?
Derin derin düşünmek ümitsizliğe değil, dikkatli ve ümitli olmaya sevketmeli. Zira dünya saadetinin vesilesi evlât ve emvaldir. Bu saadetin evveli bazan sıkı bir imtihanla, fitne ateşi ile pişmekle başlar. Cürufların ifrazı ile haslaşarak adeta yirmi dört ayar altın konumuna getiren fitne, netice itibarı ile hayra vesile olmaktadır. “Sizin şer bildiğiniz şeylerde hayır, hayır bildiğiniz şeylerde şer vardır.” 5 âyeti mucibince biz neticeyi ve vakıanın arka yüzünü bilemeyiz. Evet, “Birşey ya bizzat güzeldir veya netice itibarı ile güzeldir.”
Kulun bir imtihanı veya Kur’ânî ifadesi ile fitnesi, evlâd ve emvâl iledir. Kalbin zikrullahtan, aklın marifetullahtan uzaklaşıp dünya ile meşgul olmasına sebep olabilirler. Bunlar çok değişik şekilde mümkün olmakta. Varlığı ile ve yokluğu ile; azlığı ve çokluğu ile; hayırlı olması ile veya asi olması ile; bütünüyle insanlık hem ferdi hem içtimâî, herkes imtihan içerisinde. Evlât ve eş bizim için fitneye (imtihana) vesile olurken, biz de onlar hakkında imtihana vesile ve sebep olmaktayız. Başkaları bize, biz de başkalarına sebebiz.
Mal-mülk ve çoluk-çocuk dar dairenin imtihanı olurken, akraba ve çevredeki her şey ise geniş dairedeki imtihan vesilesidir. Şefkat bunlar arasındaki çimentodur, bağlayıcı bağdır. Şefkatın olmaması ifsada vesile olur. İfsaddan fitne zuhur eder. Fitneden ise ihanet doğar. 6 İhanetin olmaması için, emanete hassaten dikkat göstemek gerekir. Böylece fitne hasıl olmaz. Fitne olmayınca ifsad olmayacak. İfsadın olmaması ise şefkatin fazlasıyla zuhur ve tatbik edilmesi ile mümkündür. Mü’min mü’minin kardeşi olduğunu imanın mevcudiyeti ile idrak edip, takva ile ziyadeleştirecek. Bunlar hep imtihan olan hayatın fitne ateşinin mühim mevzularıdır.
Hz. Osman’ın (ra) şehadeti sonrasında fitne; kargaşa, anarşi mânâsında kullanılmaya başlamış. Evvelinde fitne sadece âyette zikredilen mânâda kullanılmakta idi. 7
Her iki âyeti beraber değerlendirildiğinde şunları da ifade etmek lâzım: Cenâb-ı Hak kullarına güzel rızıklar verdiğini âyetinde belirtir. Verilenlerin hiçbirisi bizim değildir, imtihana vesile olması hususunda sadece emanettir. O halde verilen emanete hiyanet etmemek gerekir. 8 Size, sizi imtihan etmek için verilen mal mülk ve çoluk çocuk birer emanettir. Eğer bunlarla olan imtihanı kazanıp, fitne ateşine sabır ve itaatle mukabele ederseniz, o zaman bunun mükâfatı şüphesiz ki Allah katındadır.9 Zaten devam eden ayette de bu fitneden kurtulma yolları zikredilir. 10
Fitneye sebep noktasından baktığımız zaman müsebbibi aramak, sebep olanı bulmak gerekir. Sebebin sadece sebep olabilirliğini görebildikten sonra sebebin sahibi olan yani Müsebbibü’l-Esbâb olan, hakikî sebep olan Allah’ın bütün bu fitneyi, belâyı, musîbeti yani imtihanı niçin verdiğini iyi okumak lâzım. Bu zor sualler niçin sorulmuş? Belâ neye sebep olmalı imiş? Belâ vesilesi ile belâ veren bulundu ise o belâ şer olur mu?
Bunu Bediüzzaman’ın dilindeki güzel ifadesi ile okuyalım:
“Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl.
Zîrâ feryad belâ ender, hatâ ender belâdır; bil.
Belâ vereni buldunsa, atâ ender, safâ ender belâdır, bil.”  11

Dipnotlar:

1-  Enfâl: 27, 28
2- M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, c.5, sh. 338.
3- Age., Şaban Döğen, Peygamber Yıldızları, sh. 387 ve alâkalı âyet Tevbe: 102.
4- TDV, İslâm Ans. C. 13, sh. 156.
5- Bakara: 256.
6- İşârâtü’l-İ’câz, sh. 169.
7- TDV, İslâm Ans. C. 13, sh. 157.
8- Fahreddin-i Razi, Tefsir-i Kebir, c. 11, sh. 295.
9- Fahreddin Razi, Tefsîr-i Kebir, c. 11,sh. 295.
10- Enfâl: 29.
11- Sözler.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*