Hergüne yeniden bakmak

Her yeni gün insanlar için yeni bir sayfa, taze bir başlangıçtır. “Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır.”1 Dünkü gün geçmiş zaman dilimi içersinde ahirete doğru süratle gidiyor. İyilikler ve kötülükler kendi mecrası içersinde akıyor. “Oluklar çift akar; birinden nur, birinden kir” sözü bu hakikate işaret ediyor.

Her yeni günü, güzel, faydalı işler, hizmetler, ibadetler yapmak için Allah’ın bizlere bahşetmiş olduğunu düşünerek o şuur ve bilinçle hareket etmemiz gerekiyor. Bu durum içinde bulunduğumuz binlerce nimetlerin varlığını idrak etmemiz anlamı taşıyor. Bunlardan gafletle, ünsiyetle, dünyevî meşgalelerle, hırslarla, tamahlarla asıl gayeden uzaklaşmalar da olabiliyor.

Nefsin hoşuna giden, aldatıcı olan zehirli bal hükmündeki zevkler, lezzetler, yalancı ve riya dolu tebessümlere kapılarak geleceğimizi karartmamak için dersler, ibret alabileceğimiz yerleri bazen görmemiz gerekir.
Biraz düşünceli olarak merdivenlerden yavaşça üst kata çıkıyorum. Merdivenin penceresinden bahçeye ilişiyor gözlerim. Soğuk bir kış gününde karşımdaki yaşlı çınarların yaprakları yere dökülmüş, belli ki hazan mevsimini yaşamışlar. Karşı yamaçta, ağaçların arasında bulunan bahçedeki metruk evin yarısı çökmüş, harabeye dönmüş. Öylesine bakarak gözüme ilişen manzaraları seyrederek Huzurevi’nin en üst katta bulunan, yatağa bağımlı, özel bakım gören bayan yaşlıların bulunduğu bölüme geçtim.

Orası hayatın nabzının yavaş attığı, melekelerin, varlığın ve yaşamanın düşük seyir ettiği bir mekân. Gençlik, güzellik, canlılık, neşe ve dünyaya ait ne kadar cazip varlıklar, gösterişli süsler ve alımlı ziynetler varsa; orada onlardan eser yok. Kaldıkları mekân temiz ve düzenli olsa da; dağınık beyaz saçlar, solgun yanaklarda, yüzlerde ve alınlardaki kırışıklıklar, durgun, perdeli ve donuk gözlerle yatağın içinden sadece bakmaya mecali kalmış masum insanlar görülüyor. Böyle topluca bir arada bulunan insanların her birisinin bir sıkıntısı, hastalığı, sakatlığı, mahrumiyeti ve envai çeşit derdi var. Zahiren bakınca, ahları, iniltileri, hastalıkları ile sanki oradakilere mahsus musibet gelmiş gibi bir gariplik, kimsesizlik, yalnızlık ve kasvet var. Gördüğüm manzara şefkat ve acıma hissimi tahrik etti. Derin duygu yoğunluğuna kapılıp hüzünlendim, gözlerim yaşardı.

Yatağında hiçbir hayat emaresi bulunmayan vücudunun yorgan altındaki sessizliği ve hareketsizliği sebebiyle bakıcısı tarafından yemek yedirilen Münire Teyze, aciz ve mecalsiz kuş yavrusu gibi sadece ağzını kıpırdatarak verilen lokmayı çiğneyip yutabiliyordu. Bir süre öylece durdum. Aynı vaziyette ben olabilirdim, diye iç dünyamda fırtınalar yaşadım, hayalen hissettim. Her şey bir anda durmuştu sanki. Dünyanın bütün yükü üstüme çökmüş gibi oldu. Beden, para, zaman, mekân, makam… Hayata dair ne varsa geride kalmış, balon gibi bir nefeste soluvermişti. Zaman çarkını geri çevirip bir çırpıda kaybolanları geri getirme ihtimalinin mümkün olmadığını bir süre düşündüm. Ruhen bu atmosferden kurtulmak için ümitler, çareler, ihtimaller aradım. “Ey Nefsim! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise, senin elinde senet yok ki ona maliksin.”2

Sonra her selâm verdiğim ve halini hatırını sorduğum hastalar tebessümle teşekkür ediyor, “Allah razı osun” diye cevap veriyorlardı. Hastalığından şikâyet eden, feveran eden, isyan eden olmadığı gibi; haline sabırla şükür ediyorlardı. Bu gördüğüm tevekkül, rıza, teslimiyet ve dualar, nazarımı onların yapa bildikleri kadarıyla ibadetlerine, dudaklarını kıpırdatarak çektikleri tesbihlere çevirdi. Yaşlı, hasta ve yatağa bağımlı insanların Allah’a yönelmeleri, yalvarmaları, medet istemeleri, duâ etmeleriyle adeta orası bir zikir meclisi gibi gözümde farklı bir şekilde canlandı. Üstadın: “Onu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır…” sözündeki hakikati idrak ederek ferahladım.
“Bana dua edenin duasına icabet ederim.”3 ayetindeki müjdeyi düşündüm. Risâle-i Nur’dan Onuncu Söz’deki ahiret hakikatlerini, Yirmi Beşinci Lem’a’daki hastalar sunulan devâları, Yirmi Altıncı Lem’adaki yaşlılara teselli veren ricaları hatırladım. Allah’ın büyüklüğü şefkat ve merhameti en kıymetli teselli ve müjde olarak ruhumu rahatlatıp nefes almama vesile oldu. O’nun vaad edip bahşettiği ahiret âlemi bütün sıkıntılara, acılara, dertlere ve hastalıklara çare olarak yaratılmış ve haber verilmiş. Burada çekilenlerin geçici olduğu ve her sıkıntının sabreden insanlara sevaplar kazandırdığı bizlere bildirilmiş.

Hastaları ziyaret edip sabır dilemek ve moral vermek için yaptığım ziyaretten kendim büyük moralle, şevk, heyecan ve mânevî kazançla geri döndüm. Her yaşlının ve hastanın ahiret yolculuğu için sabırla, tahammülle, ibadet, dua ve zikirlerle mânevî hazırlıklar içinde olduklarını anladım. Merdivenlerden inerken yaşlı çınarlara tekrar baktım. Kuru gibi görünen hallerinin son olmadığı, altına dökülmüş, kuru yapraklara bedel; gelecek baharda yeniden filizlenip canlanacağını hatırladım. Her gün yeni pencereler, sahneler, manzaralar, sanatlar ve güzellikler gözümüzün önünde sergileniyor. Bizlerin tefekkür ederek seyretmemiz ve içindeki derin manaları anlamamız için!                                                                         

Dipnot:

1. Sözler, 21. söz, 5. ikaz
2. A.g.e.
3.Bakara suresi, 186

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*