Huzur ve rahat için en geçerli yol İslâmî hayat

Image
İslâm’ın rahmet deryasında nura gark olan bir Müslümanın sahip olduğu muazzam hazineler ve değerler saymakla bitmez. Şu anda rahmet deryasının çağladığı mübarek Ramazan ayındayız. Ramazanın yirminci gününden itibaren bu derya bir çağlayana dönüşecek ve Kadir Gecesi’nde zirve yapacak inşâallah. Cenâb-ı Hak gerçek manada değerlendirmeyi nasip etsin. Âmin.

Bu manevî atmosferi gerçek mânâda bütün derinliğiyle akıl, kalp, his ve ruh dünyamızda yaşayabilmek için bedenimizin en muzır kara noktası olan “nefs”in bir “tezkiye”den;  kalbin de bir “tasfiye”den geçip, tatmin ve taltifle bir ameliyeye maruz bırakılması gerekiyor. O zaman gerçek manada bir manevî iklime dâhil olmuş olabiliriz.

Bu yönelme ve kararlılık, Kâinatın Efendisinin (asm) örnekliğinde olmalıdır. Ve bu hâl öyle bir hâle dönüşmeli ki, asırları nurlandıran o örnek hayatındaki: “düşmanlarının tasdikiyle dahi, bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunduğu” (Şuâlar, 7. Şuâ, s. 118) hakikatinin bu zamanın mü’minlerinin yaşayış ve tavırlarına da aksetmesi gerekiyor.

İnsanlığın fesada gittiği, yanlış ve günahların girdabında çırpındığı bir asırda şuurlu bir mü’mine düşen, İslâm’ın güzel ahlâkından ve mükemmelliğinden çıkan özü-sözü bir ve doğru olmak anlayışını kavrayıp ilk önce kendi hayatında tatbik edebilmektir.

İslâm ahlâkıyla mücehhez olarak, onun yüceliğinde öne çıkan iki düstur olan “tebliğ” ve “dâvet”i tam hakkını vererek yapabilmektir.

Nasıl olsa herkes böyle diye (Allah korusun) şakadan ve gayri ciddî bir anlayışla yalan, hile, yanlış, zulüm, iftira, gıybet, israf, malayaniyat vb. İslâm ve ahlâk dışı davranışlara tevessül ve tenezzül etmemektir.

Kalbinde Kâinat Sahibinin fermanının izi ve tesiri bulunan bir kimseye düşen vazife; talebesi olduğu Kur’ân’ın hükümlerine azamî derecede uymak için iradesini kullanmak ve bu yönde her geçen gün ve an gayretlerini arttırmak olmalıdır.

Her zaman ve zeminde; herkes için değişmeyen hakikat, gerçek bir mutluluk, huzur, rahat ve meşrû yaşama gerçeği ve iki dünyanın rahat ve lezzetinin tek bir yolu vardır:  İlâhî ve semavî emir ve nehiylerin çizgisinde bir hayat tarzını yakalamaktır. Sosyal hayatta maalesef büyük ölçüde “serseri tesadüf, şuursuz tabiat, kör kuvvet, câmid esbab (cansız sebepler), kayıtsız ve her yere dağılan ve karıştıran unsurlar”ın hâkim olduğu bir ortamda hakikate çok muhtaç ve onu arayan bir çok mazlûm ve masum insanın varlığını da göz ardı etmemek gerekiyor. Kur’ânî emir, Nebevî rehberlik, İslâmı nefsinde yaşamayı ve etrafa örnek olma sorumluluğunu da beraberinde getiriyor. Toplumun önünde istikametli ve müsbet manada durabilmek ciddî bir iç muhasebe ve kararlı bir irade beyanını gerektirir.

Şaşırmış felsefenin amansız baskısında kalan, çaresizlikten, cehaletten, terör, stres gibi asrın dehşetli hallerinden savrulan fertlere gerçek mü’minlerin söyleyecek sözleri, rehber olacak yaşayışları olması gerektir.

Böyle bir hayatı yakalamak ve yaşamak ise gerçek bir kulluk, duâ, dâvet ve iman ile İslâmiyeti tam olarak içine sindirmekle olabilir. Böyle bir inançla mücehhez olan şuurlu bir dâvâ adamına düşen; merdane meydana çıkmak, ümmeti olmakla şeref duyduğu Peygamberinin (asm) örnek hayatı olan, dâvâ ve mânevî cihad namına misli, benzeri olmayan bir irade ortaya koymaktır. Çünkü insanlık için en kısa, kestirme ve huzur dolu yol her şeyin mükemmelini getiren İslâmiyettir. Ondan daha mükemmeli, önemlisi ne bulunmuş ve ne de bulanacaktır. On dört asrı ve insanlığın beşte birisini, âdilâne ve hakkaniyet üzere ve müdakkikane kanunlarıyla idare etmesi, bu konuda emsâli olmadığını açıkça gösteriyor.

Çünkü bu din-i mübin-i İslâm’ı Hz. Resulullah (asm), sahabeler dahil bütün kullardan en ileri bir şekilde yaşamıştır. Takvâda, Allah’tan korkmada, cihadda herkesten önde olagelmiştir. Hiçbir dünyevî ve menfî olay, onu, kulluğunu tam tamına yapmaktan alıkoyamamıştır. Kul olmanın bütün inceliklerini ve sırlarını bilip uygulama gayret ve ciddiyetini sağlamıştır. Hiç kimseyi taklit etmeyerek ve tam mânâsıyla ve İlâhî emre uyarak en mükemmel bir şekilde başından sonuna çizgiyi muhafaza ederek yaşaması, elbette misli görülmez ve görülmemiş.

O yüce Nebînin (asm); binler duâ ve münâcatlarında; özellikle Cevşenü’l-Kebîr ile Rabbini öyle mükemmel bilip bildirmesi; o zamandan beri gelen bütün âlim ve velilerin bu konuma asla ulaşamaması kesinlikle onun bir mislinin olmadığını ve olamayacağını gösteriyor. (Şuâlar, 7. Şuâ, s. 119)

Onun söylediği dâvâ da umum kâinatça kabul edilebilir hak bir dâvâdır. Dâvâsında tavizsiz bir irade ve kararlılığı olmuştur. Onun terbiye metodu ve eğitim usûlü asırlara ışık tutmuş ve bu sahanın bütün erbabına tarihî bir örnek teşkil etmiştir. O, bütün bu yüksek ahlâkını ve tebliğ muhteviyatını ilk önce bizzat kendi mübarek zâtında yaşamıştır.

Onun (asm) bu emsalsiz örneğidir ki, en şiddetli düşmanları dahi onu tasdik ediyor, inkâra bir yol bulamıyor. Elbette o zat (asm), mevcudattaki bütün mükemmelliklerin ve yüksek ahlâkın misâli, temsilcisi ve üstadı olmuştur.

Tam bir ihlâsı, takvâsı, ciddiyeti, emaneti ve diğer hâl ve tâvırları gösterir ki, o kendi namına, kendi fikriyle konuşmuyor, belki Hâlıkı namına hitap ediyor, ders veriyor.

En tehlikeli vakitlerde bile tam metanetle, tereddüt etmeden, telâşsız söz söyleyebilmekle; dâvâsıyla hemhâl olmakla; öyle bir ciddiyetle dâvet ve öyle esaslı bir surette terbiyeye ve eğitime yönelmekle ancak Kur’ân hakikatleri ve düsturlarını asırların cephesine ve zamanın taşlarına nakşediyor.

Hem tebliğ ettiği hükümlerin sağlamlığına tam güvenmek gerekiyor. Dünya toplansa, onu bir hükmünden ve dâvetinden geri çevirip pişman edememiş ve takipçilerini de pişman etmeyecek inşaallah.

Hem öyle güven, tatminiyet, bir itimad ile dâvet eder, tebliğ eder ki; kimseden minnet almaz, hiçbir müşkilâta karşı telâş etmez, tereddüdsüz, kemal-i samimiyetle ve safvetle ve herkesten evvel kendisi amel edip kabul ederek, getirdiği hükümleri ilân eder. Buna şahid ise; herkesçe, dost ve düşmanca malûm olan meşhur zühdü ve istiğnası ve dünyanın geçici güzelliklerine tenezzül etmemesidir.

Hem getirdiği dine herkesten fazla kendisinin uyması ve itaatı, Hâlıkına karşı herkesten fazla kulluk etmesi, yasaklananlara karşı herkesten fazla takvası, kat’iyen gösterir ki: O, Sultan-ı Ezel ve Ebed’in tebliğcisidir, elçisidir ve o, Mabudunun en hâlis kuludur; Kelâm-ı Ezelî’nin tercümanıdır. (19. Mektubat, Şuâlar, 7. Şuâ, s. 119)

Kaynağından istifade edip aldığımız bu derin hakkatleri Cenâb-ı Hak bu mübarek günler şerefine nefislerimizde yaşamayı nasip etsin inşâallah.
(Âmin)

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*