İnsan iradesiyle insandır

İnsanın bu dünyaya gönderiliş amacı yaratılış hikmetini tahakkuk ettirip, eşref-i mahlûkat olarak bir kul olduğu bilinciyle hayatını yaşayıp mutlu olmaktır. İnsanın insan gibi yaşaması için de nelerin doğru nelerin yanlış olduğunu bilmeye ihtiyacı vardır. Duyguları, düşünceleri ve davranışları ile attığı adımlar, verdiği kararlar kişinin şahsiyetini oluştururken aynı zamanda onu mutluluğa taşıyan bir süreç olacaktır.

İnsanın kendi mahiyetine yapacağı enfüsî tefekkürü, yani ‘kendini bilme’ derinleşmesi duygusal, düşünsel ve davranışsal dünyasını keşfetmesine ve oralardaki kayıplara, ihmallere, güçlü taraflarına, zaaflarına götürecektir.

İnsanı hayvandan ayıran en önemli noktalardan birisi, sadece insana has olan ulvî duygularıdır. İşte bu duyguların harekete geçmesi bunların düşünce ve davranışa dönüşmesi ile insan mükemmelleşmekte ve hayatını insan gibi yaşamaktadır.

İnsan sadece ulvî duygularla donatılmamıştır. Hiç şüphesiz imtihanı gereği, içinde ona kötülükleri, yanlışı fısıldayan nefse bağlı çalışan duyguları da vardır. İşte irade bunları tercih etme, seçme becerisine verilen isimdir. Adeta bir şoför gibi mantığı kullanarak bütün duyguları, düşünce ve davranışları yönetir.

İnsan öyle kompleks bir yapıdadır ki, sadece irade, sadece mantık, akıl, duygu, davranış, insan olmak için yeterli değildir. İstikamet için hepsinin bir orkestra gibi uyumlu olması gerekir. Orkestrayı yöneten irade ne kadar maharetli olursa olsun, orkestranın içindeki çatlak bir ses, yani ihmal edilmiş bir duygu, bozulmuş bir düşünce, yanlış bir davranış, hakikatle beslenmemiş bir akıl, bozuk bir hayal, sınırlarını bilemeyen gadap ve şehvet vs. orkestranın uyumu açısından son derece önemlidir. Hepsinin vazifesini tam yapması şarttır. Dolayısıyla insan denen o mu’cizevî makinenin maddî tarafı ihmale gelmediği gibi maneviyat tarafı da ihmale gelmemelidir. Hatta en küçük bir uzuv dahi ihmal edilmemeli ve beslenmesi gereken gıdalar ile beslenmelidir.

İmtihan için bu dünyaya gönderilen insana Cenâb-ı Hak pek çok istidat ve kabiliyet vermiştir. Bu kabiliyetlerin terbiyesini ve neticesini de cüz-i ihtiyarînin eline vermiştir.

İşte insanın insanlıktan çıktığı an, Cenâb-ı Hakk’ın meşiet, hikmet ve inayet ipleri ile örülmüş nurânî şeridini kopardığı, şeriattan uzaklaştığı andır. İnsanı mutsuz ve bedbaht eden, hayatını zorlaştıran, insaniyet dışı kararlar aldıran, hata yaptıran, günahlara sürükleyen en önemli sebep irade zayıflığıdır. Yani iradenin nefsin kontrolüne geçtiği andır. İrade insanın en güçlü tarafı iken zayıfladığı takdirde insanı insanlıktan eden en zayıf noktası haline gelmektedir. Öyle ki şiddetten zalimliğe, tembelliğe, ertelemeye, başarısızlığa, kayıplara, bağımlılıklara, sefahate, rezalete, gaflete vs. pek çok problemlerin temelinde irade zayıflığı bulunmaktadır.

Hâsılı; irade zayıflayabilen veya geliştirilebilen bir özelliğe sahiptir. Nasıl kullanılmayan kaslar zayıflarsa, irade talimi yapmamak da iradeyi zayıflatacaktır. Böylelikle insan hareket ve davranışlarını kontrol edemeyecektir.

Zayıf veya kuvvetli irade sahibi olmak sonradan kazanılan bir durumdur. Güçlü irade ancak kuvvetli bir inanç ve sağlam bir akılla oluşur. İnsanın maneviyat âleminin üç ayağı olan akıl takviye, kalp tasfiye, nefis de terbiye edildiği takdirde insan güçlü bir iradeye sahip olacaktır. Aksi halde birbiri ile çelişen eğilimler ve istekler nefsin hakimiyeti ile baskın gelip kalp ve aklı susturacak, insan da bu durumda bile bile yanlışı tercih edecektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*