İnsanın iç âlemindeki mücadeleler İrade, nefis mücadelesi

İnsan beyninde iradenin merkezi, ön lob denen frontal bölgedir.

Duyguların merkezi ise hipotalamustur. Kişinin yaşadığı veya karşılaştığı herhangi bir olay karşısında hipotalamus uyarılır ve duygular harekete geçer. İnsanı harekete geçiren dürtüler daima duygulardan gelir. Düşünceler duygulara dönüşür veya duygular düşünceleri etkileyerek eyleme dönüşürler. Hatta çoğu zaman duygunun kendisi eyleme dönüşebilecek potansiyeldedir.

İnsan bir kimseden sevgi ve şefkate dair bir söz duyduğunda ona karşı sevgisini ifade edecek bir davranışa yönelir. Veya, kişi bir hakarete maruz kaldığında öfke duygusu harekete geçer ve öfkesini ifade edecek bir yol arar. Bu dil ile gıybet, iftira vs. şeklinde olabildiği gibi el ile de şiddete başvurmak şeklinde kendini gösterebilir. İşte iradenin tam bu noktada devreye girmesi ve duyguyu kontrol altına alması gerekir. Bu durumda da zihninizdeki bilgiler devreye girer. Yani vurmanın kabalık olacağı, kanunî ceza müeyyidesi, insaniyet ve vicdana uymadığı, Sünnet-i Seniyeye aykırılık, Allah’ın razı olmayacağına dair emr-i İlâhî vs. gibi bilgiler ve iç söylemler ile bu duygu bastırılır ve durdurulur. İşte bu yüzden insanın duygu ve düşüncesi arasında tercih yapıp karar vermesi için devreye giren iradenin eğitilmesi şarttır.

İnsanın iç âleminde, karşılaştığı hadiseler neticesinde aklı ile duygusu, irade ile nefsi hep bir savaş içerisindedir. Güçlü olan savaşı kazanır. Eğer kişi aklını marifetullah ile beslemiş ise bu savaşın galibi hak ve hakikat olacak ve insan kontrolsüz davranışlarından vazgeçecektir.

Konuyla ilgili Bediüzzaman’ın Hutbe-i Şamiye adlı eserinde şöyle bir tesbit geçer. “İnsanın fiilleri kalbin, hissin temayülatından çıkar. O temeyyülât, ruhun ihtisasatından ve ihtiyacatından gelir. Ruh ise iman nuru ile harekete gelir. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeğe çalışır. Daha kör hisler onu yanlış yola sevk edip mağlûp etmez.”

İşte tam bu nokta, şu an insanlığın çözemediği ve aciz kaldığı bir durumdur. Şöyle ki; insan pek çok şeyi bilir, lâkin her doğru bilgi doğru davranışı netice vermez. O halde insanın doğru davranışlar sergilemesinde etkili olacak esas nedir, bunu bilmesi gerekir. Bugün suç işleyen insanların suç işleme esnasında aklının susup, nefsin ve kör hissiyatın galebesiyle suç işlemeleri ve sonrasında da hapse girip ıslâh olmamalarının sebebi vicdanın bir unsuru olan iradelerinin güçlü olmayışıdır.

İmanın hassası ile kalbin kulağı ile Kelâm-ı Ezelî’den gelen emr-i İlâhî veya nehy-i İlâhî bilinse ve hatırlansa imanı, itikadı, ulvî hisleri harekete geçecek ruh ve vicdanın derinliklerinden o yanlış yapılacak davranış meyline hücum gibi bir halet-i ruhiye hasıl olacaktır.

İşte insanın fiilleri kalp ve hislerden çıkar. O hisler ruhun ihtiyacatından gelir. Ruh da iman nuru ile harekete geçer. Dolayısıyla iman nuru ile harekete geçen ruh, iradeye hâkim olur. Hayır ise yapar, şer ise kendini çeker, anlık hisler o insanı kandıramaz.

Hâsılı, insanın son ana kadar devam eden, imtihan dediğimiz hayat serüveni, hep aklı temsil eden ön beyin ile duyguyu temsil eden orta beyin mücadelesi ile geçer. Bu mücadelede ne kadar çok doğru şıklar işaretlenmiş ise, fıtrata, insaniyete uygun tercihler yapılmış ise bir sonraki soruda irade daha güçlenmiş olarak karar verecek ve doğruları işaretleme oranı yükselecektir. Lâkin insanın doğru kararlar verip onu uygulamaya koymasının önünde de ciddî engeller vardır. Nefis, şeytan ve akibeti görmeyen kör hissiyat bunlardandır. Zira insan doğru yolu seçip o yolda yürüyecekken bu düşmanların saldırısına maruz kalır, ihlâsı kaybeder ve doğru yolun içinde dahi yanlışa düşebilir.

İnsanın imtihanı cidden çok çetindir. Zira imtihan içinde imtihanlar açılmakta ve kişinin her adımında her düşünce ve niyetinde ihlâsı sınanmaktadır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*