Darb-ı meseldir. O malûm hayvan dövüldüğü kapıya tekrar tekrar gelir, dövülmezse cenderesine sürünür, gidermiş. Bu defa da “çıkış cenderesine” sürünüyor. Dabbet’ül-arzdan belli ki içeriye girmek istiyor. Herşey kader ile takdir edilmiştir. “Zarara rızasıyla girene merhamet edilmez.”
İster orijinallik olsun diye, ister dolaylı olarak Sünnete hücum için, isterse ilmî enaniyetine kurban olarak girilen yolun Müslümanları, bilhassa avam-ı mü’minîni rencide ettiği ortada iken, bazılarının “hakiki bid’aları” reform diyerek yüceltmesine, halkımızın iyi niyetle ihdas ettiği şeriat dairesindeki geleneklerine “bid’a” niyetiyle hücum etmesine bigâne kalmak zulüm değil midir? Bir asra yakındır dinî terbiye ve tedristen mahrum bırakılmış halkımızın karşısına ukalaca çıkıp “Bektaşilik” yapmanın ehl-i ilme yakışmadığını elbette hepimiz biliriz. İlimle meşgul hocalarımızın ilimden gelen izzetleri böyle pespayeliklere müsaade etmemeliydi kanaatindeyiz. Fakat birileri “hakiki bid’aları” muhafaza niyetiyle söz konusu hocalarımızın gayretlerini; menfaat, şöhret veya korku ile motive etmiş olabilirler. Din adına ekranlarda halkımızı inciten tartışmaların zamanlaması da çok önemli. “Derin devletin” himayesinde, devlet dairelerinde namazın yasaklandığı, tesettürün dışlandığı, Kur’ân eğitimi yaşının on beşe çıkarıldığı bir zamanda, namazın üç vakitte kılınması, tesettürün İlâhî bir emir olmadığı ve Türkçe duâ-Kur’ân lüzumu ile ilgili açıklamaların nerelerden kaynaklandığını, düşünen herkes çıkarabilir.
Mert olan, temel hak ve hürriyetlerin fevkalâde kısıldığı şu ortamda, masum Anadolu halkının karşısına geçip istihzai bir mânâda reform diyerek ahkâm kesmez. Zira o ekranlara halkın dinî iradesini temsil edecek kişilerin çıkmasına, menfaatini diktalarda arayan medya kartellerince müsaade edilmeyeceğini din adına ilke ve inkılâpları savunanlar biliyor. İlmen yetersiz, muhakemesi zayıf ve çoğu müfrit olan birkaç kişinin, ”aslan kesilen reformcuların” önüne, parçalamaları niyetiyle atılması, tarihin meşhur bir dönemindeki zulümleri çağrıştırmıyor mu?
“Şeriat-ı Ahmediyenin kaide ve Sünnet-i Seniyenin düsturları tamam ve kemalini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut—hâşâ ve kella—nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir” meâlindeki ayet-i kerime ve hadis-i şerif (Lem’alar, s. 55) bid’anın tarifini yapıyor. Bu tarife göre bin dört yüz yıl önce Peygamberimizin amelî olarak bize gösterdiği “İslâm pratiğini” değiştirmeye yönelik yapılan çalışmaların “asıl bid’a” olduğunu herkes bildiği halde avamın elindeki tesbih, ehl-i tarikin dilindeki evrad, Müslümanın kıldığı nafile namaz ve dikkat ettiği âdab-ı muaşeretine “Türkiye İslâmı” yaftası altında ilişmenin kime fayda sağladığını acaba alet olanlar da biliyorlar mı? Namazı beş vakitten üçe indirmek mi dinde” yeni bir icad” olur, yoksa namazın sonunda bin seneden beri çektiğimiz tesbih mi? Kadını koruyucusu olan tesettüründen hile ile çıkarmak mı bid’a olur, yoksa bin dört yüz seneden beri Kur’ân öğretisi istikametinde giyim, kuşam ve adabına dikkat etmek mi? Bir milyar üç yüz milyon Müslümanın—ırklar ve diller farklı olduğu halde—Resulullahın okuduğu ve bize de emrettiği tarzda Kur’ân’ı okuması mı bid’at olur, yoksa birkaç Musevi dönme ve garbperestin hazırladığı “Kur’ân’ı tahrif projesi” çerçevesince hazırlanan “Türkçe Kur’ân”ı okumak mı?
Hem de bu bid’atlar ilhad ve dalâlete götüren bid’atlar değil mi? İslâm dininin başına 70-80 yıldır getirilmek istenen gaileleri bir tarafa bırakıp, önünü arkasından fark edemeyen avamın geleneğine ilişmek; İslâm gelenek, şeair ve sembollerini yıkanlara yardım olmaz mı? Hakimiyet, yenilik ve orijinallik niyetleriyle Sünnete hücum edenler, yukardaki soruların cevaplarını avamdan daha iyi bilirler, fakat garip avam, bu ülkenin ekranlarında, arkalarını dış güçlere dayayıp bu milletin bin dört yüz senelik yaşayan İslâmına hücum edenlerin asıl maksadını anlayamıyor. Peygamber geleneğini değiştirmeyi hedefleyen bu yolun “dinsizlik ve ilhada” müncer olabileceğinden—el-iyazü billah—endişe ederiz. 28 sene boyunca ellerinde kuvvet ve iktidar olduğu halde bu ülkeye bid’aları kabul ettiremeyenlerin başaramadıklarını becerebileceklerine inananlar hem kendilerine, hem de ülkeye zarar veriyorlar. Bu arada 20’lerin sonu ve 30’ların başında “reformist İslâm” için dönemin idarecilerine fetva hazırlayanların akibetlerini de söz konusu hocalarımıza hatırlatmak isteriz.
Zamanın değişimiyle mutlaka bazı meseleler yeniden ele alınıp yorumlanmalıdır. Bu fıtrî bir ihtiyaçtan kaynaklanmalıdır. Hür bir zeminde ve halkın kabulüne mazhar olmuş, hatta seçilecek âlimlerle bu meseleler müzakere edilmelidir. Seçilmesi lâzım gelen yüksek Meclis; hangi meselelerin hangi boyutlarıyla ele alınacağını tesbit etmeli, müzakere etmeli ve halkın bilgisine sunmalıdır. Medenî, hamiyetperver ve zamanın ilimleriyle mücehhez âlimlere bu yaraşır. Sabahleyin yatağından kalkışından geceleyin tekrar o yatağa dönene kadar yirmi dört saatin pratiğini, evlenip çoluk-çocuk sahibi olarak aile, toplum ve organizeli cemiyetin hukukunu, devlet kurarak dünya ve tüm insanların haklarını bilen-gözeten; ashabını karıncaya ayak basmaktan, daldan yaprak, yerden ot koparmaktan men eden bir Peygamberin dininde, 33 yaşında semaya çekilmiş ve sosyal kaide adına havarilerine tek düstur vermemiş Hz. İsa’nın (as) diniyle mukayeseler yaparak reformlara yeltenmek, cehaletin ilânından başka birşey olamaz.
Benzer konuda makaleler:
- Başı örtülü tesettürsüzler
- Bizim işimiz sonuç almak değil, anlatmak ve ikaz etmek
- Başörtülüleri tesettüre dâvet
- Risale-i Nur nasıl okunmalı?
- “Ümmet dalâlette birleşmez”, siyasette değil
- Zuhr-i âhir namazı
- Sütresiz namaz sahih olur mu?
- Tesettüre makyaj uyar mı?
- Çarşafı kullananlar
- “Podyum”daki tesettür
Almanya İslam Konseyi Din Şurası Sözcüsü / Eğitimci – Yazar
İlk yorum yapan olun