Kuran’a göre insanın çoğalması

KUR’AN’A GÖRE İNSANIN ÇOĞALMASI VE EMBRİYOLOJİ İLMİNİN ZUHURU

Yeryüzünde, her an üzerinde düşünülmeye ve görülmeye değer mu’cizeler tecelli ediyor. Hayret verici olaylar durmadan gözümüzün önünde cereyan ediyor. Lâkin ülfet peyda ettiğimiz için çoğu zaman bu hadiselerin farkında bile olamıyoruz. Hayret verici bu mu’cizeleri temaşa etmek, okumak, önemseyip anlamaya, idrak etmeye çalışmak gerekiyor.

İnsan, en önemli ni’met olan akla sahip olduğundan; fıtratımızın, yaratılışımızın gayesini ve manasını unutmadan, olayları tefekkür etmekle de yükümlü kılınmıştır.

Her doğan, dünyaya gelen bir insanın; akl-ı selim ile, elementleri topraktan gelen argümanların, insan bedenine nasıl yerleştiğini, oradan rahim denen karargahta, hangi keyfiyetle geliştiğini ve nasıl yepyeni kâmil bir insan olarak dünya ile tanıştığını ve bir bütün olarak, kaydedilen bu aşamaları hayretle ve ibretle öğrenmek ise, şüphesiz ona yeni ufuklar açacaktır.

Allâh’ın bize verdiği bu aklın, atıl (işlevsiz) bir akıl olması; takdir edersiniz ki; hiç de yakışır bir durum değildir. Aksine mükemmel bir akıl; Allâh’ın mülkü ve melekûtunu, yani müşahede ettiğimiz varlık âlemi evrenin yanında; kapalı ve perdeli olan varlıklar ve meseleler hakkında da düşünebilen, hikmet ve mahiyetine de nüfuz edebilen akıldır.

Akıl sahibi bir insan, bu varlıklara derin bir düşünce ile baktığında; bu mükemmelliğin ardında, bir hikmet sahibinin, bu hassas ve muazzam rahmetin arkasında, çok merhametli bir yaratıcının bulunduğunu anlar. Böylece akıllı insan, şahit olduğu sonuçtan, öncüle ulaşabilecektir.

İnsanın önünde, farklı yollar bulunduğundan, aklını yaratana yöneltecek tarzda kullanmakta şaşıran bir insan; doğru yol ve yöntem arayışı içinde bulunabilir. Bu durumda olan birine, Allâh; kendisine soru sorma yöntemiyle irşad ederek, âyet lisaniyle şöyle hitap etmiştir: “Acaba onlar, herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?”(1) buyurmuştur.

Sonra meydan okuyarak:

“Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır! onlar bir türlü anlayıp inanmazlar.”(2) İfade etmiştir.

Bu âyetlerden hareketle, şöyle bir manaya ulaşmak mümkündür.

Şüphesiz, her fiilin bir faili, yani her eylemin bir öznesi vardır. Görülebilir şu varlık âleminde, eğer nizamî bir fiil varsa, arkasında mutlaka kudret sahibi bir fail vardır.

Diğer yandan, ortada bir fiil varsa; o fiili gerçekleştiren failin, aynı zamanda kudretine ve sıfatlarına da birer ayna olmaları söz konusudur. O fiilden hareketle, faillin bir çok sıfatını aklınla okur, basiret ve tefekkür özüyle bakabilir, mahiyetini idrak edebilirsin.

Konumuz olan insanın, ilk yapı taşı; erkeğin sperm dediğimiz nutfesi ile, kadının yumurtasının döllendiği ilk anından, doğumuna kadar geçirdiği evreleri inceleyen embriyoloji biliminin, üzerindeki çalışmalar, eski çağlardan beri, özellikle ilgili ilim adamları nezdinde, merak uyandırmış ve bu konu üzerine dikkatlerini çekmiştir. Şimdi bu alandaki ilmî gelişmeler nasıl cereyan etmiş, nasıl bir seyir takip etmiş, ona bakıp bilgilendirmede bulunursak; önemli bir fayda temin edeceğine inanıyoruz.

Bu çerçevede, Embriyoloji bilim tarihini başlıca üç döneme ayırabiliriz:

A) Betimleyici Dönem:

Embriyolojinin bu ilk dönemi, milattan önce, altı asrı aşkın bir tarihe kadar uzanır ve19. yüzyıla kadar devam eder. Embriyoloji tarihinin o döneminde “ardışık değişim” diye bilinen temel bir kavram ortaya çıkmış ve bu alanda eşsiz olmasalar da, Aristoteles (mö.384-322) ve Galenos’un (mö.129-201) eserleri, özellikle nüfuz bakımından, embriyolojinin bu ilk bölümünde bayağı etkili olmuştur.

Bilimsel çalışmalar 16. yüzyılda canlılık kazandı. Bu canlanma 17. ve 18. yüzyılda daha da hızlandı. Bundan sonra artık, mikroskopik inceleme sürecine girilmiş, bilimsel tartışmalar canlanmış ve sperm hücresi keşfedilmiştir. Bu dönemde, mikroskopik incelemelerin evvelinde; embriyonun, bir kan kütlesi ve tohumdan nasıl geliştiğini göstermekteydi ve asırdan asıra o şekilde aktarılmıştı. Bu dönemde embriyonun “Regl” yani rutin adet kanından türediğine inanılmaktaydı. Mikroskobun keşfi sonrasına kadar, bütün doktorlarda, bu görüş hakim olurken; müslüman bilginler ise, embriyonun regl kanından türediğine dair tezi red ediyorlardı.

Ve “Kendisi, dökülen meniden bir nütfe değil miydi?” (3) Ve “Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık…”(4)

Ve yine embriyonun, ana rahminde geçirdiği evreleri, bariz bir şekilde ifade eden, şu meşhur âyet’te (ki, sonra detaylarıyla inceleyeceğiz) Allâh:

“And olsun, biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık. Sonra onu bir nutfe olarak sağlam bir karar yerine (ana rahmine) yerleştirdik. Sonra, o nutfeyi bir kan pıhtısı (embriyo) haline getirdik, derken o kan pıhtısı (Embriyo’yu) bir çiğnemlik et yaptık. O bir çiğnemlik eti de, kemiklere çevirdik. O kemiklere de et giydirdik. Daha sonra onu başka yaratık yaptık. Yaratıcıların en güzeli olan Allâh’ın şanı ne yücedir!”(5) buyurdu.

Bu ve benzeri Kur’an âyetlerine ve bazı Peygamber

hadislerine dayandırıyorlardı.

B) Deneysel Embriyoloji:

Embriyolojinin bu dönemi 19 yüzyıla tekabül ediyor. Memelilerde yumurta hücrelerinin keşfi, ancak on dokuzuncu yüzyılın sonlarında gerçekleşebilmiştir. Embriyolojinin bu ikinci dönemi 19. Yüzyılın sonundan, yirminci yüzyılın kırklı yıllarına kadar devam etmiştir. Deneysel embriyoloji dediğimiz bu dönemde; Karl Maksimovich (1792-1876) ile Robert Darwin’nın (1809-1882) ve Haeckel (Hegel)’in ileri sürdükleri teorileri bu vetirede çokça tartışılır olmuştur.

Embriyoloji tarihinin bu ikinci dönemi, insan vücudundaki organ ve dokuları, onların her birinin kendine özgü biçim ve işlevleri nasıl kazandıklarını araştırmakla öne çıkar. Wilhelm Roux (1850-1924) embriyoloji alanında, önemli isimlerden biridir. Bu süreçte Embriyonik araştırma ve çalışmalar ile düşünce, gözlem ve değerlendirmelere yönelik basit betimlemelerden sıyrılıp, gelişen canlıları çözümlemeye ve konuya dair meselelerin iç yüzünü anlamaya yönelmiştir.

C) Teknoloji Ve Modern Cihazlardan Yararlanma Dönemi:

Bu dönem 1940 lı yıllardan günümüze kadar uzanır. Bu dönem, araştırma metot ve uygulamaları üzerinde büyük oranda etkisi olan cihazlarla şekillenmiştir. Örneğin, organik bileşiklerin tanımlanmasında kullanılan Spektrum ölçüm cihazları, bilgisayar, proteinleri, nükleik asitleri, kompleks karbonhidratları belirleme, ayrıştırma ve analiz etmeye yarayan sistem ve araçlar… Bütün bunlar, bu gün gelişim biyolojisi bilgilerini, daha önceleri sadece bir hayal kabul edilen deneyleri gerçekleştirebilecek konuma getirmiştir. Artık, embriyon hücresinin geçirmiş olduğu farklılaşmaları üzerinde, detaylı doğru analizler yapılabilmektedir.

Bu dönemin en önemli embriyologlarından biri sayılan, Kanada Toronto Üniversitesi’nde, anatomi ve embriyoloji Profesörü Keith Moore’yi görüyoruz. Kanada Royal Medikal birliği, uluslar Sitoloji/Hücrebilim Akademisi, Kuzey ve Güney Amerika Anatomistler Birliği üyesidir. Klinik anatomi ve embriyoloji alanında bir dizi kitap yazmıştır. Tıp fakülteleri öğrencileri için başvuru kaynağı kabul edilen sekiz adet kitabı vardır ve bunlar altı dile tercüme edilmiştir. Ayrıca O’nun, “The Develonping Human (Gelişen insan/İnsanın Yaratılış Aşamaları) adlı kitabı, dünya çapında bilimsel bir kaynaktır ve sekiz dile çevrilmiştir. Dünyada tek kişi tarafından yazılan en iyi kitabı seçmek için Amerika’da oluşturulan bir komitede bu kitap birinci seçilmiştir.

Prof Keith Moore’yle ilgili cereyan eden şöyle enteresan bir olay daha vardır. Kur’an ve Sünnet’te bilimsel Mucizeler Komisyonu tarafından hazırlanan “KUR’AN VE SÜNNET IŞIĞINDA EMBRİYOLOJİ” adlı kitap, kendisine sunulduğunda; “Embriyoloji alanında Kur’an ve sünnet’te yer alan bu bilgiler, ALLÂH tarafından vahiy edilmesi dışında, herhangi bir surette açıklanamaz.” ikrarında bulunmuştur. Ve Bilimsel Mucizeler Komisyonu, O’nunla işbirliği içine girerek; kitabında yer alan, İslamî eklerin oluşturulmasında, birlikte çalışmış ve ekler eşliğinde özel basım gerçekleştirilmiştir. Kitabın parayla satılmayan bu özel basım nüshaları, dünyanın bütün tıp fakülteleri kütüphanelerine imkanlar ölçüsünde dağıtımı yapılmıştır. Embriyoloji tıp alanında önemli eserler bırakan bu değerli bilim adamı Prof. Moore 1925 yılında doğmuş ve 2019 yılında vefat etmiştir.

Yine yükarıda anılan komisyonun önemli bir üyesi olan, Profesör Muhammed el-BAR’ın, embriyoji alanında yazdığı “KUR’AN-I KERİM VE MODERN TIBBA GÖRE İNSANIN YARATILIŞI” adlı kitabını da unutmamak gerekir. Kendisi, zamanında bu alanda referans gösterilen detaylı kitapların yanı sıra, muhtasar kitaplar ve ayrıca İngilizce kitaplar yayınlamıştır.

Rahman’ın lâtif ve naif bir mucizesi olan cenin, tam teşekküllü bir bebek oluncaya kadar, geçirdiği evreleriyle yaratılış mucizesinin ilk parıltısını veriyor.

Bebekler anne karnında akciğerini kullanmazken, doğduğu andan itibaren nefes alıp vermesi, her bir organın vazifesini kusursuz yerine getirmesi, dolaşım sistemi, sinir sistemi, kas ve iskeletinin, gayet san’atlı ve ince sistematik bir yapıya sahip olmaları, perde arkasında nasıl bir ilim ve kudret sahibi bir zatın olduğunu gösterir.

Ey kendini insan bilen insan!

Çıplak gözle görülmez derecede küçücük bir “nutfe” den, bu narin, mükemmel insan denilen varlığa nasıl dönüştün. Bir geriye dönüp kaydedilen o nizamî aşamaları bir düşünsene!

Descartes “Düşünüyorum, o halde varım.” İfadeleriyle, insan varlığının temeli düşünme olduğunu irdelemiş ve nazara vermiştir. Demek oluyor ki, erdemliğe giden yol; düşünmekten geçer.

Belirli bir zamanda, özel olarak tasarlanmış, itina ile hazırlanmış bir mekânda, annenin sana hamile olabileceği, yeni bir canlının varlığını ilan edercesine; seni taşıyabileceği muayen bir ömür döneminde; o iki yarıyı, yani erkek babadan tohumu sevkedip, ana rahminde döllenmeye hazır yumurta ile buluşturan, müstakil özel bir mahluku, yani öyle bir mahluk ki; yaratılışı ve canlılığın devamı için, gerekli bütün işleri belirli bir sırayla, sistemli, düzenlenmiş, yaşayacağı bütün halleri, tam bir düzenle takdir edilmiş; zamanı, mekânı, konumu, şekli ve koşulları; salgı bezleri ve hormonları, fonksiyonları ve güçleri, gelecekteki, çocukları ve torunları bir nüve içinde gizleyip dereceden; geçmişi, kaybolup gideninden, onların çıkarılması, yani karakterlerin, DNA ve genetik ahlakî erdem ve meziyetleri ve özelliklerin tümünü dedelerden, babalardan çocuklara ve torunlara aktarılması husunda, muazzam kompitür programı ve kaderi tanzim eden Cenab-ı Hakk.

İşin, konumun, durumun ne olursa olsun ey insan! Sen daha önce önemsenmeyen (hakir) bir su idin! İşte böyle belirlenip, işlerin takdir edildi de; duyan, gören bir insana dönüştün. Bu takdir ve yönetimin ardında, kim vardır bilir misin? Tesadüf olabilir mi? Bu ince ve hassas düzenin, şekilleri, boyutları, görevleri, özellikleri, zamanı, mekânı böyle mükemmel ve sağlam belirlemenin ardında, bunların hangisi olabilir?

Halbuki bunların hiçbiri, ne yönetici, ne başta ve ne de sonda belirleyici bir kudret olması mümkün olabilir mi?

Yoksa, bu sebep ve tesadüfler değil de; bu işleri tanzim edip ayarlayan, hikmetle halk edip, evirip çeviren; bilgi sahibi, bir yüce yaratıcı mı olmalıdır?

Öyle bir yaratıcı ki; her şeyi ilmi ile kuşatmış, her organa hayatî bir görev ve donanım vermiş, görevleri ile donanımlarını uyumlu kılmış ve en muntazam bir şekil vermiştir.

Malumdur ki, herhangi bir eser, göz ile göründüğü halde; ustası akıl ile anlaşılır.

Dipnotlar

(1) Tur 52/35
(2) Tur 52/36
(3) Kiyame 75/37
(4) Hucurat 49/13
(5) Mu’minun 23/12-14

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*