Kur’ân’ı anlama metodu üzerine bir deneme

Kur’ân talebesi olma gayretindeki bir insanın, ondan ve onu anlamaya çalışanlardan istifade ettiği satırlardır..

Son üç yıldır tedricen Kur’ân-ı Kerime yakınlaştığımı hisseder bir haldeyim. Ve bu hal hâlâ devam ediyor, Elhamdülillah. Devam etmesini istiyorum.
Bu yakınlaşma devresinden önce, zaman zaman sorguladığım bir durumu bir köşe yazarının * gündeme taşıdığını görünce bir şeyler karalamak istedim. Sorguladığım durum derken, kastettiğim; bu yazarın da üzerine yazdığı konu olan, Kur’ân’daki âyetlerin tarihî boyutu.

İlk önce, Kur’ân’daki mânâlarla aramdaki en büyük engellerden birinin mahiyetini ortaya koymaya çalışacağım. Ve daha sonra bu engeli, yine “Kur’ân’ın rehberliğinde bu engeli” nasıl aşabilirim”i kendi penceremden ifade etmeye çalışacağım.

Her ne kadar düzenli bir ‘Kur’ân’ı anlama çalışması’ yapmamış olsam da, âyetleri her okuyuşumda “bu tarihî olayı tekrar tekrar okumanın mânâsı ne?” sorusu ile zihnim yorulurdu.
Bu sorunun temelini oluşturan iki önemli noktayı da ifade etmek gerekiyor.
Birincisi; Kur’ân’daki kıssaların tarihte bir zamanda meydana gelmiş olaylar olduğunu düşünmek…
İkincisi; bu olayların gerçekten olup olmadığı konusunda kesin bir karara varamamak.
Nuh Aleyhisselâmın gemisi veya İbrahim Aleyhisselâmın ateşe atılması… Bunlar ‘şu tarihlerde, şurada vuku buldu’ denilemeyecek olaylardı.
Bu minvaldeki düşüncelerimin, Kur’ân’ın maksadı ile hiç ilgisi olamadığını daha sonra anlayacaktım.

YARATICININ KELÂMINA İHTİYAÇ!

Yukarıda izah etmeye çalıştığım halleri yaşarken, Risâle-i Nurları soruşturarak okuyan insanların derslerine katıldığım sıralarda, bu sorularımın da cevap bulduğunu fark ettim.
Öncelikle insanî bir hali takınmak gerekiyordu, Kur’ân’a muhatap olurken. Onun ‘iddiası’, Kelâmullah olduğunu söylemesi idi. Ve öyle kabul edilip mânâlarına o nazarla bakmak gerekiyordu. İnsanî hal derken, herhangi bir kitaba muhatap olma halini kastediyorum. Geometri kitabı olarak piyasaya sürülmüş bir kitap, geometri bilgisi için, tarihî olayları anlatan bir kitap, tarih bilgisi için okunması gerektiği gibi, Yaratıcının kelâmı olduğunu ifade eden kitap da o gözle okunmalı idi.
Bu konuya bir iki satır ara verdikten sonra devam edelim.
Kur’ân ile buluşmaktan önce, insan olarak; yani konuşan, anlayan, sorgulayan, ebediyet isteyen, sevinen, üzülen, yaşlanan, hastalanan, ölen… bir varlık olarak konuşan, beni bilen, anlayan, sorularıma cevap veren, ebediyet isteğimi cevaplayan, ebedî olan… kısacası beni ‘var eden’in kelâmına ihtiyacımı fark etmem gerekiyor. Bu ihtiyacın verilmesi bir gereklilik olduğu gibi, bu ihtiyacı karşılamanın da, yani Yaratıcımın bana konuşmasının da, bir gereklilik olduğunu fark etmem lâzım. Kâinatı yaratanın, onu niçin yarattığını, maksadının ne olduğunu bildirmesi gerekiyor. Bu beklenti içinde olmak Kur’ân’la buluşmanın ilk adımıdır.
Şimdi yukarıda bıraktığımız yerden devam edersek…
Kur’ân’a ‘beni ve şu bulunduğum âlemi Yaratan’ın kelâmı’ olarak muhatap olduktan sonra, tasdik, yani doğrulama çalışması başlamalı. Bizden iman etmemizi, yani emin olmamızı bekleyen bir mesajdan, biz de ikna olmayı bekleriz. İnsan böyle yaratılmıştır. Peki, Kur’ân’daki âyetleri tasdik etmek için elimizde ne var? Kur’ân’daki âyetleri neye bakarak doğrulayacağız? İşte bu noktada fiziksel ve ruhsal dünyamız ile birlikte bütün kâinat bizim laboratuvarımız hükmüne geçer. Çünkü elimizdeki Kelâm, önümüzdeki kâinatın Yaratıcısının kelâmıdır. Kelâmı ile konuşuyor, san’atı ile konuştuğunu delillendiriyor.
Kur’ân dogmayı reddeder. Yani delilsiz bir iddiayı kabul etmek Kur’ân’ın muhatabına önerdiği bir şey kesinlikle değildir. Kur’ân, kendi cümlelerini âyet diye ifade eder. Aynı Kur’ân, varlıkları da âyet diye tabir eder. Bildiğimiz gibi, âyet demek ‘delil’ demektir. Bu gerçekten çok dikkat çekici bir tariftir. O halde Kur’ân’da bize konuşan Zat’ın söylediklerini delillere bakarak tasdik edeceğiz.

TARİHTE Mİ,  ŞU ANDA MI?

Bu başlık altında bir örnek vermeye çalışacağım. Bu örnekle hem Kur’ân’ın şimdi, şu anda konuşuyor olduğunu, hem de bazı meal çalışmalarının Kur’ân’ın mânâlarını tarihselleştirdiğini göreceğiz. Özellikle, çağdaş bir tefsir metodu olan Risâle-i Nur metodunun, Kur’ân’ı insaniyete yakışır, makul bir şekilde anladığını göreceğiz.
Enbiya Sûresi dokuzuncu âyet (21:9) Ya na rukuni berden ve selamen/ “Ey ateş serin ve selâmetli ol” mânâsındadır. Kur’ân’da konuşan Zat, varlık âleminde temel bir yer tutan ateşin Kendi emrinde olduğunu ifade ediyor. Ateş veya sıcaklık, sebepler silsilesinde Kâinattaki hassas dengelerin en önemlilerinden birisi. Arzımızda, hayatın devam etmesinde olmazsa olmaz bir denge unsuru. Bizim görebildiğimiz en büyük ısı kaynağı ise Güneş. Hem kütlesi bakımından hem de enerjisi bakımından çok büyük bir kuvvet. Her sabah ve akşam, Bir’isi nasıl emrediyorsa, o şekilde hareket ettiğini müşahede ediyoruz. Isısının yakıp kavurma potansiyeli taşımasına rağmen, incecik yaprakları incitmeden, hassas bir şekilde ısısını gönderdiğini müşahede ediyoruz. Şimdi Kur’ân diyor ki gördüğün bu ısı kaynağı bir emir dairesinde hareket ediyor. Kendi başına bunları yapamaz. Hararetli ateşini kendi başına oluşturamayacağı gibi, varlık âlemindeki dengeyi de kendi başına oluşturamaz. Herşey, güneşi yaratan Kim ise O’nun elinde. Bunu gör ve tasdik et! “Ve o sigara kâğıdı gibi ince nazenin yapraklar, birer aza-i İbrahim Aleyhisselâm gibi, ateş saçan hararete karşı “Ey ateş! Serin ve selâmetli ol” âyetini okuyorlar.” (Risâle-i Nur Külliyatı, Sözler, Birinci Söz, s. 13 YAN) Bu âyeti (delili) aklı olan her bir insan tasdik eder. Evet, gözümle görüyor ve tasdik ediyorum.
Aynı âyetin bazı açıklamalı meallerde, İbrahim Aleyhisselâmın ateşe atılma anı üzerinden açıklandığını görüyoruz. Burada hangi mealler olduğunu yazmaya gerek yok. Zaten maksadımız da bu değil. Ateşin hazırlanma safhasından bahsedip, ateşin şiddetini anlatan açıklamalar var. Böyle bir okuma Kur’ân okuması, yani Yaratıcımız ile konuşma sayılabilir mi? Anlatmaya çalıştığımı ifade edebildim mi, bilmiyorum. Bir arkadaşımın ifadesi, belki bize daha çok yardımcı olur: “Kur’ân’daki peygamber kıssaları tarihî olaylardan ders çıkarır gibi okunmaz, oradaki roller bizzat bizlerizdir. Nemrut, Firavun, İbrahim, Musa…”
Bir kitabı yorumlamak veya bazı bölümlerinin tarihî arka planını açıklamaya çalışmak, anlama kolaylığı sağlamak için olsa gerek. Veya buna o kitabı okuyanın anladığını paylaşması da diyebiliriz. Fakat mesele Yaratıcının kelâmı, yani Kur’ân olduğu zaman, “Acaba kıssaları tarihsellik boyutu ile anlamaya çalışmak veya anlatmaya çalışmak Kur’ân’ın tanımına zıt düşen bir algı oluşturuyor mu?” diye de sormak gerekiyor. Belki de öncelikle bir Kur’ân tarifi yapmak gerekiyor. (Her bir kelimesinin üzerinde uzunca düşünebileceğimiz bir Kur’ân tarifi için bakınız: Risâle-i Nur Külliyatı, Sözler, On Dokuzuncu Söz, On Dördüncü Reşha).
Bu konuda Risâle-i Nurların metodunun çok farklı olduğu görülüyor. Benim gördüğüm kadarı ile, Esbab en Nuzul (âyetlerin Peygamberimiz Aleyhisselâma gönderiliş sebepleri, olaylar) de dahil, Risâle-i Nur böyle bir yaklaşım sergilememiş. Yani kıssaları kesinlikle tarihselleştirmemiş. Çağımız insanını ikna eden Kur’ân yorumu da bu… Olması gerektiği gibi…

HER AN YARATILAN KÂİNAT İÇİN, HER AN KONUŞAN KUR’ÂN

Kur’ân’daki kıssaların temsiller olduğunu, yani tarih itibari ile bizi ilgilendirmediğini, O’nun şu anda şimdi bizimle konuştuğunu ifade etmek, Kur’ân’ın Ezelî ve Ebedî olan bir Zat’ın kelâmı olması durumu ile birebir bağlantılıdır. Kıssaların ne zaman ve coğrafî olarak nerede meydana geldiği hususu ‘Yaratıcının kelâmı olan Kur’ân okumaları’ içinde dikkate alınacak bir husus değildir. Kıssaların tarihî yönünü incelemek akademik bir çalışma diye kabul edilebilir. Fakat Kur’ân’ın maksadı okuyucusunu ubudiyete dâvettir. Akademik çalışma namına Kur’ân’daki kıssalara muhatap olmak farklıdır, abd olarak kıssalara muhatap olmak farklıdır. Birinde zaman ve mekân olarak tarihte yaşarsın, diğerinde bulunduğun an içinde Yaratıcın ile konuşursun…

Ve bir çağrı

Aslında bu konu, vaktini Risâle-i Nur üzerine teksif etmiş olan tahkik ehl-i insanların geniş çaplı bir biçimde çalışması gereken bir konudur. Zira “Müslümanların Risâle-i Nur gibi bir esere yeterince muhatap olamamasının önündeki engellerden biri, ‘Risâle-i Nur’un Kur’ân’ı anlama metodu nasıldır?” sorusunun cevabının muğlak oluşudur, diyebiliriz. En azından şahsen hissettiğim budur.
Her an yenilenen kâinat için her an konuşan bir Kur’ân yorumu Risâle-i Nurların satırlarında mevcuttur..

* Tarihte tanrı fikrinin doğuşu, Özdemir İnce, Hürriyet, 28 Kasım 2010.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*