“Mânevî hava bozulduğu zaman maddî hava da bozulur”

Bediüzzaman, “Mânevî hava bozulduğu zaman maddî hava da bozulur” tesbitinde bulunur. Maddi hava iyece bozulmuş. Dünyada iklim raporlarında açık açık “küresel kıyamet” senaryoları yazılıyor.

“Beşerin bulaşık eli, bulaştırıyor”, karıştığı yeri karıştırıyor, uluslararası sermaye, daha çok kazanç için atmosferi tahrip edip bütün insanlığı helâkete sürüklüyor, insanlığın başına belâ sarıyor.

Sanayi ve enerji atıkları, sera gazları bu hızla ve bu sorumsuzlukla atmosfere bırakılmaya devam ederse “küresel ısınma”nın önümüzdeki on yıl içinde artık geri dönülemez noktayı aşıp, farklı büyük felâketlere sebebiyet vereceği, sıcaklığın, kuraklığın, su kıtlığının, sel ve su baskınlarının ve tam tersine aşırı soğukların yeryüzünü kasıp kavuracağı ifâde ediliyor. Uzmanlar, durumu “bir saatli çevre bombası” olarak nitelendiriyorlar.

“İklim felâketi” herkesi korkutuyor. Yerkürenin yüzyılın sonuna kadar 4-5 derece ısınmasıyla birlikte deniz seviyesinin yarım metre kadar yükseleceği, dünyanın birçok bölgesinin su altında kalacağı tahminiyle, ormanların yok olacağı, tarımda verimin büyük oranda düşeceği ve insanlığın açlık ve yoklukla karşı karşıya kalacağı haber veriliyor.

Amerikalı araştırmacıların yedi yıl süren analizlerinin sonucunda hazırladıkları “Buzul erime raporu”na göre, buzulların erimesiyle okyanuslardaki su miktarı 4.3 ton artacak ve küresel su seviyesinin yaklaşık 1.27 santim yükselecek…

Diğer yandan dünyadan 600 ışık yılı uzaktaki “Kepler-222b” adlı gezegende “okyanus umudu”unu arayan Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Grace uydusunca elde edilen bulguların yer aldığı Colorado Üniversitesi’nin raporunda, her yıl ortalama buzul kaybının, dünyanın en büyük adası Gröland ve yer kürenin en güneyindeki kıta olan Antartika kıt’asında her yıl buzul kaybının toplam 385 milyar ton olduğunu bildiriliyor.

Bölgeler arasındaki erime miktarındaki dengesizliğin dünyanın geleceği için büyük tehdit teşkil ettiği ve eğer insanlık aklını başına almazsa bu gidişle dünyanın batacağı belirtiliyor…

MUSİBETLERİN MADDÎ BİLÂNÇOSU

Kısacası, insanlık, zâlim ve gaddar güçlerin çıkarları için insanlığı ateşe veren zulüm ve felâketleri altında inlerken, yine aynı güçlerin havaya saldıkları zehirli gazlar ve atıklar yüzünden bu kez iklim dengesizlikleriyle küresel ısınma ve soğuma felâketiyle karşı karşıya kalıyor.

Geçtiğimiz aylarda Yeni Zelanda açıklarında 47 bin ton ağırlığındaki büyük bir yük gemisinin yaptığı kaza ile 1.100 ton akaryakıtın ve bir kısmı zehirli maddeler taşıyan 800 konteynırın denize düşmesi sonucu vâhim bir çevre kirliliğine yol açmasıyle geniş bir bölgede Büyük Okyanus’un zehirlenip, balıkların ve hatta diğer deniz canlılarının ölümü, bunun çarpıcı bir örneği…

Soğuk hava ve fırtına felâketleri bütün dünyayı sardı. Amerika’nın kuzeydoğu bölgelerinden Brezilya’nın güney doğusuna kadar, şimdiye kadar görülmeyen uzun süreli sağanak yağışlarla başta “karnaval şehri” Rio de Jenerio olmak üzere sel ve toprak kaymaları oldu.

Uzak Doğu sele, tayfuna ve kasırgaya teslim oldu. Son 50 yılın en büyük sel felaketini yaşayan Güneydoğu Asya ülkesi Tayland’da hayat durma noktasına geldi. Başkent Bangkok aylarca su altında kaldı. Washi Tayfununun yerle bir ettiği Filipinler’de toprak kayması sonucu yüzlerce insan öldü, binlerce ev suların altında kaldı. Sel sularının çekilmesi altı haftayı buldu. Filipinleri vuran Nesat Tayfunu Çin’i de vurdu. Hindistan’da beklenmedik bir soğuk yaşandı, başkent Yeni Delhi’nin banliyölerinde insanlar soğuktan dondu.

Yıkıcı depremin yaralarını sarmaya çalışan Japonya’yı etkisi altına alan Talas Tsnumasi’inden sonra Amerika’yı Lee Kasıgası yıkıp geçti. Büyük Sahra Çölüne, Cezayir’e bile kar yağdı. “Kara kış”ta dünyayı kuşatan ve haftalarca süren soğuk dalga titretti, fırtına ve tipi sarstı.

Bediüzzaman’ın, “Çok defa tecrübelerle gördüğümüz gibi bu defa da küre-i hava şiddetli soğuğu ile buna itîraz ediyor” beyânında olduğu gibi, soğuk hava, fırtına ve felâketlerle, bir nevi mesaj verdi…

Dünyadaki felâketleri ve musibetleri maddî kayıplar açısından değerlendiren İngiliz ve Amerikan petrol şirketleri, BAT (British-American Tobacco) ve bazı finans kuruluşlarının sponsoru olduğu Londar merkezli Chatham House’un raporundaki “etki analizi”nde, tabiattaki âfetler ve olağanüstü hava şartlarının küresel etkilerinin arttığına dikkat çekilerek, geçen yıl Avrupa’daki uçuşları etkileyen volkanik kül bulutu, Japonya’daki deprem ve tsunami ile Tayland’daki sel gibi felâketlerin,  bir hafta veya daha uzun sürmesi halinde, küresel ekonomiyi ve endüstriyi çökerteceğini duyurdu.
Turizm, eğlence, iletişim, sigorta, yatırım, eğitim alanlarındaki olumsuzluklar sıralandı. Âdeta insaniyeti, insanî değerleri tahrip eden tahribatın korkunç bilânçosu çıkarıldı. Peki ya mânevî tahribatı ve bilânçosu…

FELÂKETLERİN ANLAMI VE ALÂMETİ

Oysa bütün dünyayı etkisi alan dondurucu soğuk havayı netice veren maddî etkilerin bir de mânevî veçhesi var. Peki, bütün bu felâketlerin anlamı nedir? Hiçbir şeyin mânâsız, gâyesiz ve maksatsız olmadığı bu hikmet âleminde, Bediüzzaman’ın ifâdesiyle, “pek şiddetli soğuğun” alâmeti ve mânevî veçhesi nedir? “Hava ile zemin”in fırtına ve kışla verdiği dersin anlamı ne? Havanın hiddeti ve kışın şiddeti neden “gadâb-ı İlâhî” şeklinde tecelli ediyor? Müslümanların haklarına, hukukuna, Risale-i Nur’un mânâ ve mahiyetine kasteden ne tür gizli-açık “mânevî fırtına”lar var?

1951 kışında, “hava ile fırtınanın muhâlif vaziyetinden ve şiddetli kışın hiddetinden endişelenen” Bediüzzaman’ın ifâdesiyle: “Ne var? Cerîdeler (gazeteler) ne haber veriyorlar?” Daha da çarpıcısı, “Acaba yine İslâmiyet ve hakaik-i imaniye zararına bir hatâ-yı umumî mi (umumî bir hata mı) meydana geldi?”

Yeryüzünde İslâmiyet ve insanlık aleyhine hangi zulüm ve ifsadlar yapılıyor ki, “küre-i hava şiddetli soğuğu ile itiraz (etti) ediyor?” Hangi “umûmî bir hatanın neticesinde hava ile zemin, zelzele ile fırtına ile gazâb-ı İlâhîyi haber vermek nevinden hiddet ediyorlar?”

Amerika’dan, Avrupa’dan Asya’ya, dünyada ve Anadolu üzerinde şiddetli kışın kol gezmesinin, sahil şehirlerin bile onlarca yıldır görülmemiş kar ve tipiye mâruz kalması ve şiddetli fırtınaların ardından dondurucu soğukların hükümfermâ olmasının “mânevî ihbar ve işâreti” nedir? (Emirdağ Lâhikası, 309-10)

Aslında Bediüzzaman’ın yeryüzündeki “hâkimiyet-i âmme davası” dediği, ecnebilerin hasis menfaatleri yüzünden yeryüzünü ateşe verip kan ve irinle doldurdukları, tıpkı onmilyonlarca insanın katledildiği İkinci Dünya Savaşı sırasında Kuzey Avrupa’da ve tek parti diktası baskınının dine ve dindarlara yapıldığı yıllara benzer, dünyada ve Türkiye’de çok sert şiddetli kışlar ve dondurucu soğuklar, bugün de aynı soruları sorduruyor.

Öncelikle, son dönemde “İslâm âlemine suikast plânları”nın perde altında devam ettiği ve dehşetli dezenformasyon ve komplolarla Müslümanların bu “plânlar”a karşı hissizleştirildiği, hatta “tasvip” ettikleri vetirede, bu sorular daha da anlam kazanıyor.

“ÂLEM-İ İSLÂMA İHÂNET”İN CEZÂSI…

Zira ecnebilerin geçen yüzyılın başlarında Osmanlıyı ifna etme gizli plânları ve fitnekâr desîseleri artık açıkça devrede. Bediüzzaman’ın, “Avrupa zâlim hükûmetlerinin zulümleriyle, devlet-i İslâmiyenin (Osmanlının) nurunu söndürmek niyetiyle, Kur’ân’ın zararına gayet ağır şerâitle (şartlarla) kâfirâne fikirlerin icrâ etmek plânıyla, âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete ettikleri ihânet ve müthiş bir su-i kast” olarak nitelendirdiği “gaddarâne Sevr Muahedesi (anlaşması)”, “genişletilmiş büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi” ismi gibi, çeşitli maskeler altında dayatılmaya devam ediliyor. (Kastamonu, 17; Şuâlar, 619)

O gün olduğu gibi bugün de, yeryüzünde “dehşetli bir firavunluk ve hodgâmlık” hükmediyor. “Hak ve hakikat ve din ve adâlet hesabına olmayan, bilakis inat ve asabiyet-i milliye (ırkçılık) ve menfaat-i cinsiye (hegemonyası ve çıkarları) uğruna, dünyada emsali vuku bulmayan gaddarâne zulümler” işleniyor.

Evvela, “özgürleştirme” bahanesiyle dokuz yıl işgal altında kalan Irak’ta iki milyon mâsum insan katledildi. Milyonca Iraklı perişan edildi, göçe zorlanıp, yurtlarından evlerinden edildi. Her ne kadar “Irak savaşının bittiği” propaganda edilse de, istilâ ve sömürü sürüyor. Amerikan-İngiliz Yahudi petrol ve dev uluslarrası enerji şirketlerinin kaptığı 30 yıllık ihâlelerle Irak petrolü peşinen sömürülmekte, talân edilmekte.

İşin vahâmeti, 2003 Nisanı’ndaki Irak işgali, Müslüman komşusu Türkiye ve Körfez ülkelerinin desteğiyle devam ettiriliyor. 62 bin Amerikan askerini konuşlandıracak 1 Mart 2003 tarihli “hükûmet tezkere”nin reddinden üç hafta sonra hükûmet, işgale gidecek Amerikan askerlerinin silâh ve savaş malzemesinin altı ay süreyle Türkiye topraklarında konuşlanması, silâhlarının üslenmesi için karar çıkarttı. Ardından da, başta hava alanlarını ve limanlarını, her türlü silâh, mühimmat, savaş malzemesi ve personelin nakil ve dağıtımı için işgalcilere açtı.

İNSANLIK, İŞGALLERE, ZULÜMLERE BİGÂNE

Bununla da yetinilmedi; bizzat Millî Savunma Bakanı’nın ifâdesiyle, başta İncirlik Üssü olmak üzere Türkiye’deki üslerden kalkan Amerikan uçakları, 4595 sortiyle Irak kent ve köyleri bombaladı, Irak’lı çocukları, yaşlıları, kadınları katletti.

Abdülkadir-i Geylani’lerin ve yüzlerce evliyaullahın türbelerinin bulunduğu İslâm mâneviyat mirâsının yâdiğârı Bağdat ve diğer Irak beldelerindeki mukaddes mekânlar üzerine bombalar yağdırıldı, şimdi de yağmalanıyor…

Irak’ta hâlen “uzman” sıfatı benzeri çeşitli maskeler altında 16 bin Amerikan ajanı bulunuyor. Yanı başında Katar ve Bahreyn gibi Körfez ülkelerinde ikiyüz bin Amerikan askeri, Umman Körfezi’nde ve açık denizde savaş gemileri Irak’ı ve bölgeyi kuşatıp ani “operasyonlar” için kıskaca almış.

Keza bir milyondan fazla Afganlının katledildiği Afganistan’da yine işgalcilerle işbirliği devam ediyor. Türkiye, NATO perdesi altında bu Müslüman ülkenin işgaline de askerî birlik göndermiş, işgalcilerle aynı savaş cephesinde her türlü desteği veriyor…

Bu arada, işgalci zâlimlerin, Asya gibi petrol ve enerji yataklarına ve maden rezervlerine sahip Afrika ülkelerini de bölüp parçalayan komploları ve örtülü işgalleri sürüyor. BOP projesiyle Fas’tan Orta Afrika’ya, Orta Asya’ya ve Afganistan’a uzanan ve 22 İslâm ülkesini “ılımlı İslâm” uydurmasıyla emperyal çıkarlara göre değiştirmeyi ve dönüştürmeyi hedefleyen geniş coğrafyada “özgürleştirme” benzeri tefrikalarla yeni yeni sömürgeler türetiliyor.

Irak’ın işgalle etnik ve mezhebî farklılıklar üzerine bölünmenin eşiğine getirilmesi gibi, Afrika’nın yüzölçümü en büyük ülkesi Sudan, yabancı güçlerin ifsadıyla dinamitlenip, yüzbinlerce insanın katledildiği iç çatışma ve peşinden yıllarca süren iç savaş bahanesiyle parçalandı, “Güney Sudan” Sudan’dan koparıldı.

İtalyanların ve İngilizler yıllarca sömürmesiyle ve fitneyle oluşturulan “taraflar”ın çatıştırılmasıyla atılan tefrika tohumlarıyla, ülkeleri ufak parçalara ayıran “tavâif-i mülûk plânı”yla, Somali’yi de kuzeyden böldürüp “Somaliland” türetildi.

“Arap baharı”nın ilk kalkışma ülkesi Tunus’ta istikrarsızlık sürüyor, “devrim”den sonra “işsizlik” ve “özgürlük” talepleriyle silâhlı eylemler yayılıyor; katı laisizmle başörtüsü yasağı dayatılıyor. Mısır’da kargaşa ve kışkırtma tırmanıyor, sosyal patlama her fırsatta patlak veriyor; halk gergin, “maç kavgası”nda yüze yakın insan öldü.

Libya’da iktidardan pay almak isteyen aşiretlerin iktidar mücadeleleri hesaplaşması kızışıyor; isyan ve iç çatışmalarla en az kırk bin sivilin katledildiği “iç savaş” tehlikesi ve kargaşa geri dönüyor. Yabancı petrol şirketlerine kaliteli Libya petrolüne dadanmış; el konulan, bloke edilen Libya’nın yüz milyarlarca doları, dağıtılan Libya ordusunun yeniden silâhlanmasına harcanıyor. NATO bombalamalarında çökertilip enkaza çevrilen ülkenin alt yapısını inşa bahanesiyle “Libya’nın ecnebi kurtarıcıları”nca hortumlanıyor.

MÜSLÜMANLARI BİRBİRİNE KIRDIRMA PLÂNI

Bütün bunların yanısıra, İslâm coğrafyasında “Şiî-Sünnî çatışması” dehşetli provokasyonu yapılmakta; Yemen’den Lübnan’a, Körfez ülkelerinden Pakistan’a ve Afganistan’a uzanan topyekûn bölgede, iktidar mücadeleleri, küresel ve bölgesel egemenlik ve çıkar politikaları, mezhebî çatışmalara boca edilmekte. “Sünnî eksen” ile “Şiî kuşağı”nı çatıştırmakla etnik kavga ve kargaşanın yanına Sünnî-Şîi mezhep çatışması alevlendirilmekte.

Bu dehşetli “plân”la, yabancı istihbarat servislerinin Sünnî ve Şiî camilerine karşılıklı düzenledikleri saldırılarla, geçen Muharrem ayında Şiileri hedef alan korkunç bombalarla yüzlerce Müslüman hunharca öldürüldü. “Aşure”ye kan bulaştırıldı. Kerbelâ’da bir defa daha kan akıtıldı.

“İSLÂM KAVİMLERİ”NE “MENFÎ IRKÇILIK BELÂSI”

Kısacası bir asır önce oynanan oyunlar, İslâm dünyasına dayatılan Sevr Muahadesi gibi “gaddarâne muâhedeler”in işlevi, İslâm âlemini daha da bölüp parçalamakla yerine getiriliyor. Bediüzzaman’ın Kur’ân’daki “İslâm kardeşliği” istikameti, çeşitli fitnelerle İslâm dünyasının birlik ve beraberliği engelleniyor.

Bin yıllık ortak inanç, kültür ve tarihi paylaştığımız dindaş ve komşu ülkelere karşı ecnebilerin okyanuslar ötesinden gelip yaptıkları ve yapacakları çıkar savaşlarına çanak tutulmakta. Muhâfazakâr ve dine saygılı bilinen gazete ve televizyonlarda bile hararetle bu dehşetli plân ve projeleri gerekli gören ve hatta öven yazılar yazılmakta, programlar yapılmakta.

Bediüzzaman’ın Demokrat Parti hükûmetinin başardığı “Bağdat Paktı”nı takdir için “Reis-i Cumhura (Bayar’a) ve Başvekile (Menderes’e) yazdığı mektupta, “birbirine komşu ve birbirine muhtaç olan kardeşler” tavsifiyle “Arabistan, Hindistan (Pakistan), İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistandaki milletler” birbirine düşman hale getirilmekte. (Emirdağ Lâhikası, 437-40)

Uzak Doğu’dan, Orta Asya’dan Güney Amerika’ya, İran ve Suriye’ye, Yemen’den, Kenya’dan Kongo’ya, İslâm dünyasında yeni “uluslar arası kriz”lerin türetilmesi ve “çatışma alanları”nın alevlendirilmesi senaryoları sahnelenmekte.

“ZÂLİMLERE TENEZZÜLE TEZELLÜL…”

Ve ne yazık ki bin sene Kur’ân’ın bayraktarlığı yapan ve “âlem-i İslâmın kahraman ordusu” vasfını ihraz eden Müslüman halkların yönetimleri, “stratejik müttefiklik” perdesinde zâlimlerin zulümlerine ortak oluyor.

Yahudi lobisi güdümündeki petrol ve silâh tröstleri tüccarlarının “kanlı ihâle pastaları”nın taşeronluğu, “reel politik” diye yutturuluyor. “Milyonlarca mâsumun kanlarını heder eden” zâlimler “dost”, zulümlere destek “stratejik derinlik” olarak lanse ediliyor.

Zâlim güçlerle işbirliği, “Zulme rıza zulümdür; taraftar olsa, zâlim olur” kaidesince, zulme râzı olup, hatta meyledip, “aksi cereyanlar”a “taraftarlık ciheti”yle aynı “cephe”de yer alıp vâhim hatalarla büyük günâhlar işleniyor, “Zulme meyletmeyiniz, yoksa cehennem ateşi size de dokunur” (Hûd Sûresi, 110), “İnsan şüphesiz ki çok zâlimdir, çok câhildir” (Ahzâb Sûresi, 72) âyetlerine masadak olunuyor.

Bediüzzaman’ın, “Öyle zâlimlerin kılıçlarına dayanmak, hakkaniyet-i Kur’âniye elbette tenezzül etmez. Ve milyonlarla mâsumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Hâlık-ı Kâinatın kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur’ân’a farz ve vaciptir” ikazı dinlenmiyor.

“Kur’ân’a, İslâma yardım değil, belki kendine tabî ve âlet etmekle elini uzatan” zâlimlerin kılıçlarına dayanmaya, “yardımcılıklarına” tenezzüle tezellül ediliyor. (Kastamonu Lâhikası, 160-1)

Aynı inancı paylaşan ve ortak tarih ve kültüre sahip olan dost, kardeş, komşu Müslüman ülkeleri birbirine düşman eden, sinsî desîselerle birbirine düşüren dehşetli tuzağa düşülüyor…

ZULÜM VE İSYANA “HAVA İLE ZEMİNİN İTİRAZI”

Nihâyette “Zâlimlerin kılıncından (müdahâle ve desteğinden) ferec (kurtuluş) ve ferah (kalkınma-gelişme) ve sürur ve fütûhat (muvaffakiyet-zafer)” bekleniyor. (Lem’alar, 155)

Bu yüzden, küresel felâketlerle, küresel zulümler atbaşı gidiyor. Biri diğerine âdeta zemin teşkil ediyor. Bediüzzaman’ın tâbiriyle “küre-i arzın bu yangınını” insanlık zulüm ve günâhlarıyla kendisi çıkarıyor ve körüklüyor.

Medeniyet harikalarının teknik ve teknolojinin şükrünü edâ etmeyen, İlâhî rahmetin fiyatını hakkıyla vermeyen, tam tersine ifsad, sefahât ve ahlâkı tahripte istimal eden insanlar, “zulmüyle, isyanıyla gazabı celb ediyor. Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile nev-i beşer (insanlık) tam tokada kendini müstahak edip, dehşetli tokatlar yiyor.”

Kur’ân’ın, “Neredeyse öfkeden parçalanacak” (Mülk Sûresi, 8) âyetinin tefsiriyle, “kudret-i Rabbâniyenin tecellîsine mazhar olup gadâb-ı İlâhî’yi gösterir, beşeri (insanlığı) ikaz eder” mânâsında, “zemin hiddet ediyor, hava ağlıyor, kış kızıyor.” (Şuâlar, 366)

Bediüzzaman’ın tesbitiyle, “Öyle günâhlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor, mâsum hayvanlar da azap çekiyor.” Yolsuzluk, malda ve rızıkta hile, rüşvet, haram ve suistimalin bereketsizliğiyle musîbetlere zemin hazırlıyor…

“Kışın şiddetli hiddeti” ve diğer musîbetler, mânevî boyutuyla, “Hattâ deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zâlimlerden şekvâ ediyorlar ki, ‘onların yüzünden yağmur kesilir, hattâ bizim de nafakamız azalır’ derler” (Et-Terğib ve’t-Terhib, 1:281, 3:314; Hayatü’l-Hayavânü’l-Kübrâ, 1:381) meâlindeki hadis-i şerifin mânâsını okutturuyor. “Öyle bir musibetten kaçınınız ki, geldiği vakit zâlimlere mahsus kalmaz, mâsumlar ve mazlumlar da içinde yanar” (Enfâl Sûresi: 25) âyetinin hümü, hükümferma oldu, oluyor. (Emirdağ Lâhikası, 31-3)

Zulümlere, haksızlıklara; ifsad şebekelerinin, menhus mihrakların insanlığa karşı kurulan sinsî dehşetli plânlarına “küre-i hava şiddetli soğuğu ile itîraz ediyor.” Maddî musîbetler mânevî musibetlerle eş zamanlı geliyor. İnanç ve mâneviyata baskılar, mâsum ve mazlumlara zulümler, savaşlar, katliamlar, en son ecnebilerin çeşitli tahriklerle Somali’den koparılan Darfur’da görüldüğü gibi, bazı Afrika ülkelerinde yüzbinlerin öldüğü kuraklık ve açlık felâketi aynı anda mahvediyor…

Bütün bu olup bitenler, işgaller, istilâlar, zulümler, haksızlıklar, helâketler, tahripler, tahrifler yüzünden “mânevî hava” bozuluyor. Ve “manevî hava bozulduğu zaman, maddî hava da bozulur” hakikati bir defa daha tecelli ediyor. Hiddetli havaya, şiddetli soğuğa, fırtınaya, felâketlere sebebiyet veriyor. Mânen ve hikmet nezdinde…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*